Bir kadını ya seversin, ya onun için acı çekersin, ya da onu yazarsın...

Haberin Devamı

Lawrence Durrell’in İskenderiye Dörtlüsü kitabında yazarın ilginç bir tümcesi göze çarpar:

“Bir kadınla üç şey yapabilirsin...

Ya onu seversin...

Ya onun için acı çekersin...

Ya da onu yazarsın...”

***


Ne muhteşem bir söz...

Hayat bir erkek için kadınlarla ilişkilerinde bundan ibaret değil midir?..

Aslında buna benzer bir cevabı önceki gece Habertürk televizyonunda Meral Okay’ın yıllar önce ölen eşi Yaman Okay’la ilgili bir soruyu cevaplarken vermiştim...

-”Yaman Okay’a olan aşkını zaman zaman anlatır mıydı Meral Hanım?” diye sormuşlardı da şöyle cevaplamıştım:

-”Bir yazarın hayatı sanırım şöyledir... Yazarken yaşayamazsınız...

Yaşarken ise yazamaz... Meral muhteşem senaryolarını Yaman’la artık yaşayamadığı aşkın verdiği dopingle yazmıştır sanırım...”

***


“Bir kadınla üç şey yapabilirsin...

Ya onu seversin...

Ya onun için acı çekersin...

Ya da onu yazarsın...”

Bir dördüncü yol da var aslında...

Artık kadına karşı kayıtsız kalmasını öğrenirsin...

O dördüncü yolu yapabilen erkekler, hayatın kadınlar karşısındaki sırrını çözen erkeklerdir...

Fakat o konu, bir başka yazının konusu...

*****


YAŞAMDA HATALAR YOKTUR!..

“Yaşamda hatalar yoktur...

Sadece dersler vardır...

Olumsuz tecrübe diye birşey yoktur...

Sadece gelişme, öğrenme ve kişinin kendi üzerinde hakimiyet kurma yönünde ilerlemesi için fırsatlar vardır...

Sıkıntılar bize güç kazandırır...

Hatta acı, olağanüstü bir öğretmen olabilir...

Robin Sharma...”

***


Yaşadığınız her sıkıntılı tecrübe, eğer ders çıkartabilirseniz, sizin gelişmeniz, tecrübe kazanmanız ve kendi üzerinizde hakimiyet kurmanız için bir duraktır...

Geçmişten bugüne yaşadıklarınızı gözünüzün önüne getirin...

Hayatta en değerli kazanımlarınız, en sıkıntılı günlerde kazandıklarınız, en öğretici tecrübeleriniz, en acılı zamanlarda yaşadıklarınızdır...

Yeni şeyleri öğrenmek için yeni şeyler denemeniz gerek...

Yeni şeyler denemek ise, risk almak ve bulunduğunuz konforu terketmek anlamına gelir...

Kazandığınız her yeni değer, konforunuzdan verdiğiniz bir tavizin göstergesidir...

***


Sıkıntılı geçirdiğiniz süreçlerden ders çıkartabiliyorsanız, kişiliğiniz güçlenerek çıkacaktır...

Yaşadıklarınızdan öğreniyorsanız eğer, kendi kendinize daha fazla yetebileceksiniz demektir...

Astrolojide bu derslerin, şiddetli ve uzun süreli olanlarına ‘Satürn etkisi’ denir...

Satürn 29 yıl arayla burcunuzdaki değişik “ev”leri ziyaret eder...

Bu ziyaretlerde başınızdan çok güçlü sıkıntılar ve karşılayamayacağınızı düşündüğünüz zorluklar geçer...

Satürn yaklaşık ikibuçuk yıl kalır sizi “adam edeceğini düşündüğü evde...”

Satürn o evi terkettikten sonra, bir daha hayatınızın o alanı hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktır...

Herşey değişecek, siz değişecek, başka birisi olacaksınızdır...

***


Hepimiz bu süreçleri yaşarız...

Tek farkla ki;..

Bazılarımız farkındalığın bilincinde yaşarlar bu farklılıkları...

Bazıları bilmeden ve farketmeden...

Tüm bu astrolojik hareketlenmeler, bütün bu sıkıntılı süreçler, zorluklar ve karşılaşılan güçlükler, ruhun tekamülü ve kendimize hakim olacak bir kültürü elde edebilmemiz için vardır...

Bunları yaşamak olumsuz değil, olumlu bir tecrübedir...

Öyle görebilirseniz, bir zamanlar size çok kötülük yaptığını düşündüğünüz kişilere ‘teşekkür bile edersiniz...’

Yaşamın en değerli derslerini almanız için ‘aracılık ettiler’ diye...

Bilgeliğin başladığı yer tam da işte o yerdir...

*****


MEHMET BARLAS’LA YEREBATAN SARAYI’NDA...

Sezen Aksu’yu, Filiz Akın’ı, Selim İleri’yi, Ara Güler’i, Egemen Bağış’ı, Hakan Ateş’i en son da Meral Okay’ı izledim, Mehmet Barlas’ın NTV’deki 45 Dakika programında...

“Yıllanmış şarap gibi bir program” demiştim izlerken...

“Şimdiki Zaman”dan çok “Geniş Zaman”a hitap eden konuklarıyla, yılların imbiğinden süzülmüş bir sohbet yapıyordu Barlas...

Buruk şarabi lezzette bir tadı oluyordu sohbetlerin...

Son programlardan birini Meral Okay’la yaptığını gördüğümde “Ne güzel” demiştim, “Meral ne çok mutlu olmuştur, bu programa çıkmakla...”

***


Kadere bakın ki, Meral’in katıldığı son program oldu o program...

Öldüğü günün ertesinde Barlas aradı...

“Perşembe günkü programa gelmeni arzu ediyorum” diye...

Neredeyse bir senedir televizyon yayınlarının yapıldığı stüdyolardan uzak duruyorum...

Ahmet Çakar ve Erman Toroğlu’yla yaptığım tartışmalı Son Kale’den sonra, sezonu başka konuklarla dört program yaparak bitirmiş, bir daha da konuk olarak dahi televizyon stüdyolarına adımımı atmamıştım...

Köşe yazarı olarak yorumlarım istendiğinde çok çok, evden canlı yayına bağlanıyordum...

Bir televizyoncu algısıyla televizyona çıkmayı reddediyordum bir yıldır...

***


Barlas’ın “yıllanmış buruk şarap tadındaki” programını teklif ettiğinde reddetmeyi bir an bile aklımdan geçiremedim...

Birinci neden şuydu...

Benim programlarıma, tam üç kez Emin Çölaşan’la karşı karşıya gelme pahasına ‘Evet’ demişti Mehmet Barlas...

Şimdi ona ‘Hayır’ dersem terbiyesizlikten de öteye bir ayıp yapmış olurdum...

İkinci neden Meral’le ilgiliydi...

Televizyonlardan uzak kalırken, bir dostun ölümü ya da başına gelen bir olayla ekranlarda görünmek, kendi içime dönüp yazıyla başlattığım yolculuğu başka mecralara savuruyordu...

“Ölüm”lere ya da “olay”lara tanık bir kimlikle, televizyonlarda arz-ı endam etmek istemiyordum...

Ancak son zamanlarda “tarih”le ilgili yaşadıklarım, geçmişin değiştirilerek sunulması karşısındaki şaşkınlıklarım, gerçeklerin değiştirilmesi karşısında susmamam gerektiğini öğretti bana...

***


Gördüm ki tarih olduğu şekliyle değil, yalan yanlış aktarıldığı spekülatif şekliyle yazılmaya çalışılıyor...

Meral ölünce, “Aman dikkatli ol” dedim kendi kendime “Arkadaşını yanlış ve istemediği şekilde aksettirmesinler tarihe... Kendin için değil onun doğru yerde konumlanması için katıl programlara... Onu en doğru biçimiyle aktar... Artık o konuşamayacak ve hakkındaki yalan yanlış düşüncelere karşı kendisini savunamayacak çünkü...”

***


Üçüncü neden elbette Mehmet Barlas’ın kendisiydi...

Sanırım dostluk ve arkadaşlık böyle bir şey...

Onunla olmak, “Ne gelirse gelsin, başıma gelecekse ondan gelsin” diyebilmek, yılların içinde her siyasete, iktidara ve farklılığa dayanabilen bir dostluk ve arkadaşlığa saygı demek...

Bu akşam Sultanahmet Yerebatan Sarayı’nda bana ne soracağını bilemiyorum...

Nereye batıracağını da?..

Ancak ne gelecekse başıma ondan gelebilir bu hayatta...

Farketmez...

DİĞER YENİ YAZILAR