Erbakan'la bir 28 Şubat yemeği...

Haberin Devamı

Ortaokul üçüncü sınıfta okulun bahçesindeki görüntüsü gözümün önünden gitmiyor...

Demek ki 12-13 yaşından beri tanışıyoruz onunla...

Dün 29 Şubat yemeği yiyorduk onunla...

Söylemedi de hiçbir şey...

Yemek bittiğinde garsonlar küçük bir tatlı getirdiler masaya, “Doğum gününüz kutlu olsun” diye...

O zaman anladım ki çocukluk arkadaşımın doğum günüdür 29 Şubat...

Dört yılda bir olduğundan, ünlü 28 Şubat’ta kutluyor Fatih (Karaca) doğum gününü...

Restoranın kalifiye kadrosu doğum gününü tesadüf eseri öğrenince bir tiramisu hazırlamışlar...

Üzerine bir mum koyup getirdiler...

***


Hayatın garipliğine bak...

Bir gün önce, gazetelerde Fatih hakkında bir haber çıkıyor...

28 Şubat’ta RTÜK Başkanvekili’yken, dönemin güçlüleri tarafından “Milli Görüş”çü diye fişlenmiş Fatih...

Erbakan ve Çiller’in partileri RTÜK üyeliği için oy vermişlerdi Fatih’e...

“Milli Görüşçü” diye fişlemişler Fatih’i...

Fişlendiğine dair belgeler Kozmik Oda’dan çıkmış...

Yani 28 Şubat mağduru...

Hani lafın gelişi “40 yıllık arkadaşım” derler ya, “Biz gerçekten 40 yıllık arkadaşız...”

Fatih o dönemin mağduru...

Sağ olsun, Has Parti’deki arkadaşlara göre, ben de bir sürü kişiyle beraber, o dönemin mağruru ve suçlusuyum...

***


12-13 yaşında okul çağından tanışıp, kırk yıldır arkadaşlıkları devam eden iki dost yaşanan olaydan “birbirlerine nefret duyan kamplarda birbirlerine karşı düşmanlık yapıyor” görünecekler...

Çok şey var söylenecek ama her şeyin bir zamanı var...

O günlerde 28 Şubat’a sadece birkaç hafta kala, Fatih’le, Erbakan Başbakan’ken, Başbakanlık Konutu’nda bir yemek yemiştik...

Fatih RTÜK Başkanvekili’ydi o sırada...

O da vardı yemekte...

Abdullah Gül vardı...

Şimdi Cumhurbaşkanı...

O zaman Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü’ydü.

28 Şubat’ın en alevli günlerinde, ne kadar sıcak, ne kadar samimi, ne kadar “demokrat” bir yemek yemişti bizimle Necmettin Erbakan...

Saatlerce haberlerin nasıl işlendiğini anlatmıştı arkadaşlar arada bir gırgır yaparak, gözlerini açıp en ince ayrıntısına kadar dinlemiş, espriler yapmıştı...

Yemek çıkışında arkadaşlara dönüp, “Gazetecilik şehvetine fazla kapılıp bu insanların üzerine çok gitmeyin” demiştim...

Elbette “evkafta memur” değil, gazetecisiniz...

Bir meslek var icra ettiğiniz...

O akşamın tanığı Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan’ın milletvekili seçim yasağının olduğu dönemde Başbakan olmuştu...

Ankara’ya bir ziyaretimde Başbakanlık’ta uğramıştım kendisine...

Yarım saat kadar sohbet etmiştik...

“Basamaklardan çıkarken hep beraberdik... Dostluk öyle bir şey demişti...”

***


Sonra bir daha ziyaret bile etmedim...

Hiç ihtiyaç duymadım...

Ben gazeteciydim, bazen eleştirir, bazen överdim...

Bu benim görevimdi...

O Başbakan’dı, sonra Cumhurbaşkanı oldu...

O da işini yapacaktı elbet...

Onca yıldır tanıdığım insanlara yönelik nefret aşılamışım...

Vah vah vah!!!

Bugünler de geçer...

Dün tatlı niyetine tiramisu geldi masaya...

Bir kaşık attım ağzıma...

Çocukluk arkadaşımın mütevazı doğum günü yemeğinin tek doğal tanığı olarak...

52 yaşına geldik ikimiz de...

Ha şimdi ha yarın derken, hâlâ evlenemedi, çocuk yapmadı Fatih...

“Bu sene artık çocuk yapacak bir düzene gireceksin değil mi” dedim...

“Evet” dedi...

Doğacak ve büyüyecek çocuklarımızın şerefine su kadehi kaldırdık...

15 yıl sonra 40 yıllık çocukluk arkadaşımla birbirimize karşı nefret aşılamakla suçlanıyoruz...

Yaşasın demokrasi...

*****


KANSERLİ HASTALARA İLAÇ DİYE!

Vicdansızlık, kendini bir başka insanın yerine koymama, ona empati yapmama, ne olursa olsun diyerek acımasızca davranma halidir...

Vatan’da bugün manşette yer alan “Kanserlilere sahte ilaç” haberini okurken, kansere karşı aynı markayla üretilen sahte ilacın “nişasta”dan üretildiğini görünce, içim cız etti...

Çünkü kanseri tetiklediği söylenen ürünlerden biri üstelik nişasta...

***


Düşünün, kanserli hastaların hastalığı durdurması için aldığı Altuzan ilacının sahtesini üretiyorsun...

Zavallı hasta, kendisinin iyileşeceğini umarak hiçbir işe yaramayan senin sahte ilacını kullanıyor...

Duracağını zannettiği kanser, hiçbir şey alınmıyormuşçasına devam ediyor...

Hasta iyileştiğini sanıyor ve ilaçla tedavi gördüğünü umuyorken, parasının dolandırıldığı bir yana, bu hastalıkta en önemli şey olan zamanı da dolandırılıyor.

***


Fakat bundan da kötüsü, düzenbazlar sahte ilacı “nişasta”dan üretiyorlar...

Kanserle biraz haşır neşir olanlar bilirler ki, nişasta kanseri tetikleyen ürünlerin başında gelir...

Kanseri önleyici tedbir olarak “şeker”in kesilmesi istenir...

Beyaz unlu ürünlerin tüketilmemesi salık verilir...

Bütün bunların nedeni nişastanın yarattığı tahribattır...

Kanseri tetiklediği söylenen özelliğidir...

Kansere karşı sahte ilaç üretenler, kanseri en fazla tetikleyen nişastayı kullanarak sahte kanser ilacını üretiyorlar...

***


Bazen vicdansızlık, bizzat cinayet anlamına gelir...

Vicdansızlığın cinayet anlamına geldiğini anlayabilmek için, “günahsız kanser hastası” bir yakınınızın kanseri önleyici ilaç alıyorum diye, kanseri tetikleyici sahte ilaç aldığı durumu düşünmeniz yeterlidir...

Bu durumun onu yapanlara karşı sizde yaratacağı infialin empatisi, onu yapanların suçunun ölçüsüdür...

Hayatta çok uzun zamandır, yaptığım şeylerin bana yapılması halinde ne düşüneceğimi hisseder oldum...

Kanser hastasının yerine kendinizi koymadan, yapılan cinayeti hissedemezsiniz...

Çünkü bu olay sadece vicdansızlıkla açıklanamaz...

*****


GÜNÜN ANLAMLI SÖZÜ

“Katlandığınız acılar, yüzleştiğiniz engeller ve yaptığınız hatalar olmasaydı şu an sahip olduğunuz bilgi birikimine ve bilgeliğe sahip olmazdınız...

Artık acının bir öğretmen, başarısızlığın başarıya giden bir otoban olduğunun bilicine, bunu bir daha unutmamak üzere varın...

Birkaç yanlış notaya vurmadan gitar çalmasını ya da tekneyi birkaç defa yan yatırmayı göze almadan yelken açmayı öğrenemezsiniz...

Sıkıntılarınızı birer lütuf olarak görmeye başlayın...

Robin Sharma...”

DİĞER YENİ YAZILAR