28 Şubat’ın yıldönümünde eğitimde demokratik uzlaşma...

Haberin Devamı

On beş yıl önce 28 Şubat’ta, “8 yıllık eğitimi de kapsayacak radikal tavsiyeler, Milli Güvenlik Kurulu’nda ültimatomu andıran telkinlerle” oluşuyordu...

Dün hükümet, eğitimde dört artı dörtle getirdiği yenilikte, sivil toplum kuruluşlarının, iş dünyasının, eğitim camiasının önerilerini dinleyerek “tarihi sayılacak bir rötuş” yapıyor...

Dört yıldan sonra açık öğretim imkanı verilen ve sekiz yıllık eğitimi sekteye uğratan formülü bir anda değiştiriyor ve açık öğretimin ancak 8 yıldan sonraki 4 yıla uygulanmasını istiyor...

***


Bu karar dini eğitim veren uzmanların “15 yaşından sonra hafız olunmaz” demesine karşın alınıyor...

Dün Milli Güvenlik Kurulu’na, Milli Eğitim Bakanı giriyor...

15 yıl öncesiyle aradaki önemli bir fark var... Kimse kimseye ültimatom vermiyor...

Yeni teklifin artıları eksileri ele alınıyor, tartışılıyor, görüşülüyor sivil iktidarın inisiyatifinde gayet rahat varılan bir uzlaşmayla, açık öğretimin 4 yıldan sonra değil, 8 yıldan sonra başlaması öngörülüyor...

Bu kararın bir 28 Şubat’ın 15. yılına tesadüf etmesi önemlidir...

Siville askerlerin bulunduğu her yerde sürekli bir “Türkiye’nin bölüneceği ve irticanın geleceği” hesaplaşmasının yaşanmayacağını göstermesi açısından hayati değerdedir...

***


Demek ki, çatışmadan fakat görüşleri açıkça bildirerek, hesaplaşmadan fakat samimi olarak eleştirerek, suçlamadan ancak yol göstererek “makul”u bulmak mümkündür Türkiye’de...

Her şey bir kan davası haline getirilmezse, Türkiye “siyasi ego meselesi” yapılan duvarları teker teker aşar...

Yasa teklifini getirenler “irticayı hortlatmaya çalışmıyorlarmış” illa ki...

Karşı çıkanlar illa ki darbeyle iktidarı devirmek yolunda, eğitim meselesini bir vesile ve koz olarak kullanmıyorlarmış...

Demek ki, demokratik toplumlarda, samimi tartışmaların makulünde buluşmak, demokrasinin kendi teamülüymüş...

Çok önemli bir karardır bu karar...

Karardan çok, alınma sürecindeki demokratik yaklaşım önemlidir...

Siyasi iktidar Türkiye’nin normalleşmesini hızlandırmalıdır...

Bunun kendisi için de ne kadar rahatlatıcı olacağını fark etmesi fazla zaman almayacaktır...

*****


HELALLİK VERMEYE GİTTİM...

Pazar sabahı çocuklar annelerine gittiler...

Kalktım çalışma odasına geçtim...

Ne dolu dolu bir Pazar...

CHP’nin kongresi var Ankara’da...

Gazeteci arkadaşlar Ankara’ya çıkarma yapmışlar...

Kemal Kılıçdaroğlu’nun partiye damgasını vurma kongresi bu...

Son dakika haberleri geliyor sürekli...

Olaylar patlıyor...

CHP kurultayları ve ben...

Otuz beş yıl önce, 17 yaşındayken tanıştım o olaylı kurultaylarla ben...

Sinema salonlarının koltuklarının sökülüp karşılıklı fırlatıldığı günler...

Sloganlar, kavgalar, gürültüler...

Her kurultayda yeniden kurulduğu söylenen düzenler, tazelenen umutlar, yeniden şırıngalanan heyecanlar...

Otuz beş yıldır genetik yapısı değişmeyen bildik bir film, benim için...

***


Oysa kongrelerdeki kavgalarla değil, ilkelerle önemli çoktandır hayat benim için...

Kimin olduğuyla değil, kimin ne söylediğiyle değerli...

Beşiktaş’ın kongresi de var Pazar günü...

Yönetim, muhalefet herkes bir şeyler söylüyor şimdi orada...

Yönetimdeyken bir Cumartesi sabahı erkenden kalkıp bir mali kongreye katılmıştım...

“Aman Allah’ım” demiştim...

“Hayatımdan, zamanımdan, gönlümden, kalbimden, özel hayatımdan, kariyerimden verip, çocukluk aşkıma, bir nebze katkım olur diye uğraşıyorum...

Bunca laf işitiyorum...

Yönetim kurulu adına, ben de en acımasız eleştirilerden nasibimi alıyorum...

Bir terslik var bu işte ama ne...

Olacak iş değil ama oldu bir kere...”

***


Biliyorum, şimdi uzun ve hararetli tartışmalar, kavgalar, hesaplaşmalar oluyordur orada...

Demokrasinin doğası bu...

Herkes söyleyeceğini söyleyecek, eleştireceğini eleştirecek...

Beğenecek, ibra edecek; beğenmeyecek, ibra etmeyecek...

Öğlene doğru Yıldırım Demirören’in konuşması geliyor...

Kayıtlar, kulübe 103 milyon lira verdiğini söylüyor Demirören’in Beşiktaş’a...

***


Yanlış harcamalar mı yapılmış, çok mu harcanmış, pahalıya futbolcu mu alınmış elbette bir sürü tartışma yapılıyor...

Olacak bu tartışmalar...

Hamama giren terliyor...

Fakat Pazar günü kendisinden hiç beklemediğim bir konuşma yapıyor Yıldırım Demirören:

“Benden sonrakiler, verdikleri parayı almaya kalkmasınlar... Ben Beşiktaş’a verdiğim, 103 milyon lira borcu siliyorum...” diyor...

Birisinin birisine yüz liralık borcu silmeye yanaşmadığı bir günde söylüyor bu sözleri Demirören...

103 milyon lira borcu bir kalemde almayacağını söylemek...

Hayatı bilirim...

Bir insanın neyi ne kadar yapacağını az çok da tahmin ederim...

Bunu tahmin etmemiştim...

Kaç milyarı olursa olsun, kimse 103 milyon lirayı kolay kolay “Almıyorum, hibe ediyorum” diyemez...

***


Hislerimde yanılmam...

Onun Beşiktaş’ı ne kadar içten sevdiğini biliyorum...

Başarılar, başarısızlıklar, harcananlar, harcanmayanlar, bunlar değil o anda düşündüklerim...

Diyelim ki 30 milyonunu yanlış harcadılar, bütçelerini ayarlayamadılar, denk getiremediler, fazla gittiler...

Olabilir...

Fakat 103 milyonu silebilmek ve “bir helallik istemek...”

Çalışma odasından kalkıyorum, üstümü giyiyorum, taksiyi çağırıp Lütfi Kırdar’a gidiyorum...

103 milyon lirayı çoluğuna çocuğuna sormadan, tek bir kelimede silip “Bir helallik isteyen” adama helallik vermeye gidiyorum...

Biliyorum ki boş ver deyip o “helalliği vermeseydim” vicdanım beni hep takip edecekti...

Haksızlık ettin diyecekti...

Geceleri uyandırıp, “Niye o Pazar kalkıp da oraya gitmekten imtina ettin?” diye hesap isteyecekti...

***


“Sen yönetimdeydin, bütün hesapları gördün” diye hatırlatacaktı;

“Kim geri almadan 100 bin lira verdi ki o kulübe 103 milyon lira karşılığı bir helallik vermeyi esirgedin o adamdan” diye vicdan, yüreğimi rahat bırakmayacaktı...

Pazar gününden beri bir dinginlik var üzerimde...

Bir huzur, bir hafiflik...

*****


GÜNÜN ANLAMLI SÖZÜ

KENDİ DEĞER VE İNANÇLARINIZ

“Gerçek yaşamınıza giden yolda ilerlerken, kalabalıktan ayrılıp kendi değerleriniz, inançlarınız ve kalbinizin arzularıyla yaşamaya başladığınızda, arayış içindeki birisi olarak bir tercih noktasına varacaksınız...

Bu kavşakta nasıl tavır alacağınız, geri kalan hayatınızın nasıl devam edeceğini belirleyecektir...

Robin Sharma...”

***


Sadece kendi değerlerim, inançlarım ve kalbimin arzularıyla gittiğim hayatın, ne olacağını, nereye varacağını bilmiyorum...

Fakat bu gidişin “mutlu bir yolculuk, huzurlu bir sefer, evrenin doğasına uygun bir yolculuk” olduğuna inanıyorum...

Büyük kavşaklarda egomun değil kalbimin sesini dinliyorum...

Bunun bana en azından şu anda şöyle bir yararı var...

Aldığım kararlar, büyük mutluluklar getirirler mi bilmiyorum, fakat büyük huzursuzluklar getirmiyorlar...

“Ne yaptım şimdi böyle ben” diye kendi kendimi yiyip bitirmiyorum...

Kalbimle aldığım kararlar, beni sonraları rahatsız etmiyorlar...

Egomla aldığım kararlardan bazıları beni sonraları rahatsız ediyor...

Haksızlık mı ettim diye düşündürüyor...

Düşmanlıklar körüklüyor...

Şimdilik kalbimle, değerlerimle ve kendi inançlarımla çıktığım yolculuğu bütün gücümle sürdürüyorum...

Sonuçları size aktarmaya devam edeceğim.

DİĞER YENİ YAZILAR