Çocuklar annelerini görünce...

Haberin Devamı

Sabah 9 gibi uyandınız dün...

Yatakta biraz saklambaç oynamak istediniz babayla ikiniz birden...

Saklambaç oynadık...

Balıkçıları seyrettik...

İlk defa “Ben de balık tutmak istiyorum baba” dedin Mina...

Dün sizi annenize götürecektim...

Çaktırmıyordum, fakat bir taraftan da heyecanla plan yapmaktaydım...

Kahvaltıya gönderdim sizleri...

O sırada anneniz aradı...

“Birazdan çıkacağız” dedim, “sen iyi misin?..”

Ameliyatın ertesi iyi geliyordu sesi...

Narkozu kesmişler, biraz ağrıları vardı annenizin...

***


Telefonu kapattıktan sonra ablalarınıza sizi giydirmelerini söyledim...

Yine keyifli keyifli saklambaç oynuyor, “baba ben saklandım” diye perdenin arkasına gizlenip bağırıyordunuz...

“Hastaneye anneye gidiyoruz” dedim, “Biraz rahatsızdı, doktor amcalar iyileştirdi... Anne sizi bekliyor... Giyin kıyafetlerinizi çabucak...” diye ekledim...

Tepkinizi merak ediyordum...

Anne sözü sizi heyecanlandırdı...

Fakat hastane sözü gerdi...

Mina; “ben gitmek istemiyorum hastaneye” deyince, “o kelimeyi erken söylediğimi” anladım...

Aklına aşı gelmişti Mina...

Hastaneye her gidişin bebekliğinden beri olaylı oluyor...

Farkediyorsun aşı olacağını, iğne yiyeceğini, “gitmek istemiyorum” diye tutturuyorsun...

***


Durumu anladım...

“Anneye gidiyoruz yavrum” dedim, “seninle ilgili birşey yok... Anneyi ziyarete gidiyoruz... Doktor amcalar iyileştirmiş, ona gidiyoruz, sizi bekliyor...”

Kurt bir kere içine girmişti...

İkna olmuyordun...

Poyraz sense hiç tedirgin olmadın...

Doğduğundan bu yana zaten filozof bir halin var oğlum senin...

Herşeyi yaşamış, görmüş, hazmetmiş gibisin...

***


Yolda sen yine yolu seyrettin...

Konserden şarkılar dinlerken, seyircinin alkışlarıyla alkış tuttun...

Keyfine diyecek yoktu...

Dikiz aynasından seni de kontrol ediyordum Mina’cık...

Huzursuzlanmıştın bir kere...

Böyle durumlarda yaptığın gibi kemeri çıkarmak istiyor, hafif hafif mızmızlanıyordun...

Artık birbirimizi tanıdık...

Hemen konuyu değiştiriyorum böyle durumlarda...

Hastane kelimesini atıp “annene gidiyoruz” diyorum...

Sonra hastanenin yerine güzel bir kelime buldum senin için...

-”Şimdi babanın, senin ve Poyraz’ın dünyaya geldiğimiz yere gidiyoruz yavrum” dedim...

Baktım bir anda dikkat kesildin...

Yalan değil...

50 yıl arayla üçümüz de aynı hastanede dünyaya geldik...

Maçka Parkı’nın oradan geçerken, “babanız sizin yaşınızdayken, dedeniz babanızı buraya oynamaya getirirdi” diye konuştum...

Sessizleştiniz...

Sessizleştiğinizde, söyleneni anladığınızı farkediyorum...

Nasıl mutlu oluyorum bir bilseniz...

***


Hastaneye geldik nihayet...

Yukarı çıktık annenizle karşılaştınız ve kucaklaştınız...

Muhteşem bir karşılaşmaydı...

Yüzü çok iyi görünüyordu annenizin...

Dalga geçtim onunla “yüzüne estetik falan mı yaptırdın yoksa?..” diye...

Gülmeye başladı...

Siz de gülüyordunuz...

Mina annenin bacaklarının üstüne oturdun sen...

Oyunlar yaptın, ona birşeyler anlattın durdun...

Poyraz sen keyiflendin...

Böyle anlarda hep yaptığın gibi, coşkulu sesler çıkartıp odanın ortasında koşmaya yürümeye başladın...

Oyunlar oynuyordunuz...

Kanapelerin üzerine çıkıp saklambaç oynamaya, katıla katıla gülmeye, perdelerin arkasına gizlenip ‘saklandım’ demeye başladınız...

***


Anneniz çok iyi görünüyordu...

Sizi görünce çok daha iyi oldu...

Hiç yabancılık çekmiyordunuz...

Herkesin orada olduğunu fırsat bilip, hastane odasını bir süre sonra oyun odasına çevirdiniz...

Anneniz telefonundan sizi kameraya kaydetti...

Oynadığınız oyunları, gülmenizi, koşmanızı, coşmanızı çekiyordu...

Oyun parkı gibiydi oda...

Keyfinizin yerinde olduğunu görünce, öğlen olduğunda hastanenin restoranında yemek yemenizin iyi olacağını düşündük...

Koşa koşa yemeğe gittiniz...

İştahlı iştahlı yemekler yediniz...

Anneniz de o sırada kendisine getirilen yemeği yedi...

Ameliyat eden doktor hanım o ara odaya geldi...

Herşeyin iyi olduğunu söyledi...

***


Güneşli bir gün vardı dün İstanbul’da...

Uzaktan Boğaz ve tarihi yarımadanın bir kısmı görünüyordu...

Pencereden pırıl pırıl gözüken İstanbul sabahına daldım gittim bir ara...

Dingin ve huzur dolu bir sabahtı...

Manzara güzel hava duruydu...

Yemek sonrası kolonya kavgası yaptınız...

Mina kolonyayı senden önce sürünce, sen içerledin ve ağlar gibi oldun Poyraz’cık...

Sonra kolonyalanınca rahatladın, unutup başka bir oyuna daldın...

En sonunda yoruldunuz...

Uykunuz geldi...

Annenize birer birer öpücükler kondurdunuz...

Veda ettiniz ona...

Mutluydunuz çok...

Anneniz de mutluydu...

Anneannenizi aldık, eve bıraktık...

Yorgun ve heyecanlı bir yarım günün sonunda arabada müziği duyunca ağırlaştınız...

Mina uyumaya başladı...

Poyraz uyumadan hafif kendinden geçmiş oturuyordun...

Arkama dönüp baktığımda melek gibiydi yüzleriniz...

2011 yılının Aralık’ının 21’ydi dün...

Arabanın CD’sinde Haris Alexiu çalıyordu o sırada...

“Vima Vima...”

“Adım adım...” demek...

Çok sevdiğiniz bir parçaydı bu, hep dinlerdiniz...

Umarım bu mektubu okurken de bir yerlerde rastgelir bulursunuz o parçanın CD’sini...

Siz bu satırları okurken, Haris Alexiu bir taraftan “Vima Vima” desin...

Tıpkı eski günlerinizde olduğu gibi...

Babanızın Yunanistan’da geçen “yalnız” günlerinin parçasıdır o...

Sevgiyle kalın yavrucuklarım...

DİĞER YENİ YAZILAR