Elimin oy vermeye gitmediği CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun telefonu…

Haberin Devamı

Dün öğle saatlerinde, İstanbul’daki tenis turnuvasını düzenleyen komiteden bir arkadaşla, Sharapova’nın tenis turnuvasından elenişini konuşurken, cep telefonumu 0312’li bir numara aramaya başladı...

Açtım...

Telefondaki hanım, “CHP Genel Merkezi’nden aradığını” söyledi...

Müsaitsem Genel Başkan’ı bağlayacaktı...

***


Bir süre önce, bu köşede Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili bir hayal kırıklığımı yazmıştım...

“Yanınızda bulundurduğunuz kişiler de bir tercihtir... Başka kişiler de o tercihleri görür, onlar da kendi tercihlerini kullanır...” mealinde yazıydı bu...

Özellikle medyada ne kadar nobran, snob, Beyaz Türk havası ve pozunda, insanları küçümseyen, aşağılayan, belaltı vuran ve hiçbir zaman mağdur olamayan “tip” varsa Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanında kümelenmişti...

Kemal Kılıçdaroğlu’nu önemsiyordum...

CHP’nin başına bir Beyaz Türk portresinden ziyade, “Her şeyi biz biliriz, Cumhuriyet’i biz kurduk” edasında ertafı dolaylı aşağılayan bir snobize liderden çok, “Halkın havasını suyunu soluduğu belli, öteki Türkiye’den gelmiş olmayı bir dezavantaj değil, bir avantaj haline getirmeyi özümseyen” bir kişinin gelmiş olmasından çok mutluydum ilk günlerde...

***


Kemal Kılıçdaroğlu’nun o sırada estirdiği hava, Cumhuriyet Halk Partisi’nde sadece bir kez o da “Halkçı” imajıyla Bülent Ecevit döneminde esmişti...

Bunu önemsiyordum, çünkü “halkçı ve mağdurdan yana olmayan, mağrur Beyaz Türk bir sol muhalefetin” olamayacağını, bunun eşyanın tabiatına aykırı olduğunu biliyordum...

Oysa CHP esas güç alması gereken “Öteki”yi AKP’nin kotasına bırakmıştı...

“Elinden Cumhuriyet’i alınan vakt-i zamanın kudretlilerinin muhalefeti” ise, muhalefet gibi görünse de, olsa da mağdur ve ezilenden yana bir portre çizmiyordu...

Cumhuriyetçi fikirleri seslendirse bile “geniş kitlelere seslenemiyordu...”

En önemlisi ise...

“Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim...” özdeyişini hatırlatan ironik durumdu...

Medyada, duruma göre Atatürkçü, rüzgara göre liboş; iktidara göre demokrat, alkole göre laik; paraya göre global, süngüye göre ulusal; yaşantıya göre ahlaksız, duruşa göre etik; ne kadar derinde ırkçı, ruhunda faşist, erkeksi komplekslerden muzdarip, insanları aşağılayan çakma Beyaz Türk, güç düşkünü tip varsa Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanında kümelendiler...

Elbette Tayyip Erdoğan’ın yanında da makul miktarda “ruhu kötülüklerce esir alınmış” medya leşkeri yuva yapmıştı...

Fakat konu şimdilik o değildi...

Tayyip Erdoğan genelde kendi çevresindeki dünyalarla arasına çok sert mesafeler koyabiliyordu, ya da öyle algılanıyordu...

***


Oysa bu adamlar, Kemal Kılıçdaroğlu’na destek ya da akıl vermek bir yana, onu kendi sevimsizlikleri ve geçmiş günahlarıyla geniş kitlelerden uzaklaştırıyor, antipatikleştiriyor, kendi toplum dışı kalmış mağrur havalarını, Kılıçdaroğlu’nun kişiliğinde legalize ediyorlardı...

Mağdurun sesi olması gereken Kılıçdaroğlu‘nu, “elinden oyuncağı alınmış vakt-i zaman muktedirlerinin, şimdiki mağduriyetlerine şemsiye” yapıyorlardı...

Eski zaman muktedirlerinin, toplum içinde, halk arasında bir karşılığı yoktu...

Onların sözcülüğünde, ya da onlarla beraber yürüyor görünen Kemal Kılıçdaroğlu’nun “bir toplumsal sempati rüzgarı estirmesi” mümkün değildi...

Antipatik toplamdan, tek başına bir sempatik adam yaratılamazdı...

Bunları görerek, son seçimlerde sandığa gitmemiştim...

Seçimde oy atmamak makbul gelmeyebilir, ne ki en azından “sol duruşa” ihanet etmez...

Toptan protest havanın verdiği Che Guevara’msı romantiklik de cabasıdır...

***


Kemal Kılıçdaroğlu’nu telefona bağladıkları esnada bunlar hızla beynimden geçiyordu...

O olabildiğince nazik bir tavırla, “yazınızın üzerinden biraz zaman geçsin istedim...” dedi, “hayal kırıklığınızın geçmesi için...”

Bir yazıya üzerinden haftalar geçtikten sonra gösterilen bu ince duyarlılık...

Gözümün önüne, Ankara Göreme sokakta mahallede top oynayan bir genç geldi yine...

Evlerinin karşısındaki çalışma ofisinden çokça eşiyle birlikte çıkardı “kasketli Halkçı Adam...”

Dönüp, mahallenin gençlerine selam verir, ellerini sıkar, hallerini hatırlarını sorardı...

Hayatlarında adam yerine konmayan, caddelerde, sokaklarda kör kurşunlara muhatap gençler Ecevit’in bu hareketini “mahalle gençlerine yönelik göz aşinalığına bağlarlardı...”

Oysa alakası yoktu...

Ecevit, alçakgönüllü davranırdı kadınlara, erkeklere, gençlere, çoluğa çocuğa son toplamda bütün halka...

Zarifti...

Dün o zarafeti gördüm bir parti başkanının telefonla arayışındaki duyarlılıkta...

Çevredeki o snobize hırtların hiçbiri yoktu, telefon hattının etrafında...

Duruma göre Atatürkçü, rüzgara göre liboş; iktidara göre demokrat, alkole göre laik; paraya göre global, süngüye göre ulusal; yaşantıya göre ahlaksız, duruşa göre etik; derinde ırkçı, ruhunda faşist, erkeksi komplekslerden muzdarip, insanları aşağılayan çakma Beyaz Türk, güç düşkünü mahlukat, sanıyorum Kemal Kılıçdaroğlu’nu terk etmenin gizli hesaplarını yapmaktaydı...

****


ORTAK YAYINA TEBRİKLER, AYRI KALANLARA SORULAR!..


Önceki gece, Van için dayanışmaya herkes seferber oldu...

Tebriklere şayan bir durum...

Hangi televizyonu açsam, karşımda ortak yayın vardı...

Bu da ayrıca bunca rekabetin olduğu televizyon dünyasında egoların, pardon karların da sınırlanabileceğini gösteren güzel bir örnekti...

***


İki notum var ancak...

Birincisi;

Televizyonlarımız ve özel sektörümüz, keşke zirvenin tepelerinde rüzgarlar esmeden harekete geçebilseler...

Hani “Başbakan bu durumdan çok memnun olur” diyerek değil de, “Arkadaş benim bunu yapmam lazım” diye bir standart oluşturarak...

Çünkü böyle bir standart oluşur da bu kampanyalar yapılırsa, Van’daki depremzede kardeşimizle birlikte demokrasi de kazanır...

Zirveden estirilen rüzgarlarla “bir yerleri hoşnut etmek” esas amaç olursa, yardım yerine ulaşır, fakat inisiyatif “sivil inisiyatif olmaz...”

***


İkinci notum uzun yıllar çalıştığım Show TV’ye...

Diğer televizyonlar ortak yayın yaparken, kendi yayın akışınızı sürdürmenizi anlıyorum, takdirle karşılıyorum...

Sonuçta özel kuruluşsanız, kendinize has kararlarınız ve akışınız olacak...

Her şeye ve her duruma katılmak zorunda değilsiniz...

Devlet yayıncılığı değil, özel yayıncılıktan söz ediyorsak böyle olmalı...

Ve fakat;

Gece vakti Muhteşem Yüzyıl’dan sonra koyduğunuz o banttan program neyin nesiydi acep?..

“Nasıl giyinelim” gibisinden bir yarışma şov...

Zavallı sunucular ve katılımcılar, programın deprem yardımı gecesi yayınlanacağını silmediklerinden, gayet sıradan, günlük espriler, sululuklar yapıyorlar...

Bunun banttan çekilen bir programda bir sakıncası yok...

***


Ancak program, Türkiye’deki bütün ünlüler telefon başında Van’a yardım toplarken yayınlanınca ortaya absürd bir görüntü çıkıyor...

Sanki diğer televizyonlar “deprem için yardım toplarken”, Show TV “nasıl giyinelim yarışması düzenliyor” gibi abes bir görüntü oluşuyor...

Programın sunucuları da hiç hak etmedikleri halde, Türkiye’de yayınlanan yardım görüntüsünün yanında, “mavra yapıyormuş” durumuna düşüyor...

Arkadaşlar böyle hatalar yapmamalılar...

O televizyon, Türkiye’nin en eski özel televizyon kanallarından biri...

Yayıncılık tecrübesi en fazla olan kanallarının başında gelir...

Olmaması gereken bir hataydı bu...

DİĞER YENİ YAZILAR