Isıran gazeteci ve hayatındaki kadın...

Haberin Devamı

Ben onu tanıdığımda “haberleri, yazıları ve fotoğraflarıyla, ünlüleri ısıran bir magazinciydi...”

Çoğu kişinin kaleminden, “şerrinden” korktuğunu, ürktüğünü duyardım...

O kendi yolunda, ben kendi yolumda, pek birbirimize “çarpmadan” gitmeye uğraştık...

Ünlülerin korkulu rüyası bir havası, her an kaleminden kan damlayacak bir edası vardı...

Allahı var iyi gazeteciydi...

Sabah gazetesine ilk Şamdan ekini yaparak, gazetelerde bir çığır açmıştı...

Bütün gazeteler onun çıkardığı Şamdan ekini taklit edip, ekler çırkartmış tirajlar patlamış, “gazeteler renkli eklerle anılır olmuştu...”

***


Bir gün yıllarca çalıştığı, ekler yaptığı, bütün gazetelerin bugünkü magazin müdürlerini ve gazetecilerini yetiştirdiği Sabah gazetesinden “şangırtılı” bir şekilde ayrıldı...

Bir ara çok büyük bir gazeteden teklif geldiğini duydum, fakat o teklifleri istediği gibi bulmadı ve kabul etmeyip “kendi yolunu çizmeye karar verdi...”

Yüzlerce internet sitesinin hergün doğup öldüğü internet mecrasında, “Gecce” isimli internet portalıyla, magazin, yaşam, mekan ve pırıltılı hayatların resmini sayfalarına aktarmaya başladı...

***


Önceleri, herkes Gecce com’a “Kim kiminle nerede görülmüş, nerede basılmış?..” haberlerini görmek için giriyordu...

Onun ismi zaten “Geceleri ne oluyorsa ondan duyarsınız” algısı yaratırdı...

Sonra “ısıran gazetecinin” tek başına kurduğu Gecce com yavaş yavaş kimlik değiştirmeye, ısıran ve gözetleyen bir paparazzi kimliğinden, yaşamın estetiğine, hayatın farklılığına, ünlülerin dünyasının günlük skandallarından, sanat dünyasının ünlülerinin gerçek bilinmeyenlerine doğru usuldan yelken açmaya başladı...

“Isıran gazeteci” artık yumuşamış, hayata daha bilgece bakar olmuş, gelip geçer haberlerin yerine, uzun soluklu bir dünyanın aktörü olmaya soyunmuştu...

Hayatında ısıran haberlerin çarpıcı, acıtıcı ve hesap sorucu gaddarlığı yerini, insanı insan yapan dostluklara, hayatın üzerimizde biriktirdiği estetik değerlere ve şarabın demini andıran lezzetli yaşam gustosuna terk etmişti...

Kenan değişmişti...

***


Önceki gece, Türkiye’nin Azerbaycan’la Euro 2012 için grubundaki kader maçı vardı...

Böyle bir gecede, İstanbul’da “düğün yapılmazdı” ki katılım sıfır çekmesin...

O bana mısın demedi...

“Gecce’nin 10. kuruluş yıldönümü Türkiye-Azerbaycan maçının oynandığı esnada yapılacak” dedi...

Dün kimsenin katılmayacağı o saatte, katılanlardan birkaçı diye sitesinde manşetten verdiği haberdeki ünlüler şöyle sıralanıyordu:

Semra Özal, Mustafa Sarıgül, Bülent Eczacıbaşı, Uğur Dündar, Reha Muhtar, Ahmet Hakan, Süleyman Orakçıoğlu, Orhan Gencebay, Bülent Ersoy, Ajda Pekkan, Erol Evgin, Acun Ilıcalı, Kenan Doğulu, Ferhat Göçer, Hande Yener, Demet Akalın, Oktay Kaynarca, Şafak Sezer, Deniz Seki, Özcan Deniz, Baraç Özçivit, Eda Taşpınar ile televizyon ve şov dünyasının güçlüleri ve yöneticileri...

***


Özel hayatını, genel ölçüleriyle bilirdim...

Fazla içine girmişliğim yoktu...

Ne ki, bu bir zamanların “herkesi ısırmakla ünlü” gazetecisindeki farklılığın bir nedeni olduğunun farkındaydım...

Hayatına ikinci evlilik olarak giren kadını, Gül Erçetingöz’ü daha sonra tanıdım...

Bir kadının “herkesin korkulu rüyası olan agresif ve ısırgan bir gazeteci erkekten” nasıl “dostluklarla yaşayan bir gecce imparatoru” yaratabildiğine gözlerimle şahit oldum...

Bir erkeğin hayatını daima bir ya da birkaç kadın yönlendirir...

O kadınların hayatı okuyuşları, erkekten hayatta yapmasını istedikleri, yönlendirdikleri ve biçimlendirdikleri kumaş “erkeğin elbisesi” halini alır...

Erkekler kendileri kendilerini yönettiklerini sanırlar...

Gerçek doğduğu andan, toprağa girdiği ana kadar, bir erkeğin kaçınılmaz olarak hayatının değişen kadınlar tarafından bizzat yönetildiğidir...

Önce anne, sonra sevgililerle beraber anne, sonra eşlerle beraber anne, sonra yalnız başına eş, sonra belki yeni bir sevgili ve sonra eş, sevgili ve kız çocuklar arasındaki yönetim mücadelesi...

Erkeğin şansı, yönetildiği kadının gücünde ve vizyonundadır...

Kenan Erçetingöz’ün ve tüm erkeklerin hayatı şifrelerinin perspektifi buradadır...

Kazandığım ve kaybettiğim her şeyi hayatıma girmiş kadınlara borçluyum...

Şimdi, yavaş yavaş büyümekte olan iki kızım, kurulmakta olan yeni dünyanın habercisidirler!..

MUHALEFET ASİL VE MAĞDURDUR! KALLEŞ VE AŞAĞILAYICI DEĞİL!..

Tarihten bu yana “muhalefet perspektifi”, mağduriyeti içerir...

Güçlünün karşısında güçsüzün sedasıdır...

Ezenin karşısında, “hak ve hukuk arayan ezilenin” mücadelesidir...

Nelson Mandela Güney Afrika zindanlarında 28 yıl geçirirken “kalleş bir muhalefet çizgisi, insana antipatik gelen bir aşağılama”yı muhalefet olarak benimsememişti...

Dünyanın her yanında ezilen muhaliflerin yaptığı gibi, davasının haklılığını anlatıyor, ülkesinden ve dünyadan vicdanların sesini yükseltmeye çalışıyordu...

“Vicdanlara yönelmeyen” muhalefet etkin olmaz...

***


Önceki gün Rutkay Aziz’in Antalya film festivalindeki muhalif konuşmasını izlerken, “konuşmanın etkisinin Rutkay Aziz’in kişiliğiyle ilintili olduğunu” fark ettim...

İnsanlarla uğraşmayan ilkelerle uğraşmaya çalışan bir konuşmaydı...

Haysiyet cellatlığı yapmayan, insanların onurlarını ayaklar altına almayan, “kirli kampanyaları, karakter suikastlerini muhalefetmiş gibi göstermeyen” bir tavırdaydı Rutkay Aziz...

Kendi ilkelerini, kendi gördüğü haksızlıkları ve hukuksuzlukları anlatıyordu...

***


Bu haliyle mağdur dünyanın sesiydi...

Son yıllarda bu ülkede en fazla eksikliği görülen şey bu muhalefet anlayışıdır...

Son zamanlarda “muhalefetim” diye insanları aşağılayan, karakter suikasti yapıp, haysiyet cellatlığına soyunan şaklabanlar ordusu, ortaya çıktı...

Muhalefetin değerini, kutsallığını, asaletini, mağduriyetini, eşitlik, hak ve özgürlük arayışını ayaklar altına alan bir “şaklaban çete” muhalif olarak görüldü...

Muhalefet bu snob, mağrur, insanları aşağılayan ve belaltı suikastler yapan oyuncakların etkisiyle anlamını ve değerini yitirdi...

Kitleler nezdindeki sempati rüzgarını kaybetti...

O adamlar en büyük kötülüğü muhalefete yaptılar...

Hiçbir zaman muhalif olmadıkları halde...

Onlara muhalefet ordusu fonksiyonunu biçenler hayatları boyunca muhalefetin ne olduğunu bilmemişlerdi çünkü...

Çünkü muhalefet gerçekten mağdur olmak demekti...

Şımarık değil, insan olmak anlamına geliyordu...

Vurdumduymaz değil, duyarlı olma manasını içeriyordu...

Ve en önemlisi...

Kendisi için istediği adeleti, karşısındakinden esirgememesi gerekiyordu...

Bunları bilmeyince, muhalefet “hayatı ve insanları aşağılayan şaklabanların elinde oyuncak oldu...”

***


AJDA’NIN ŞARKILARINDA AŞK VARDI...

Neden olduğunu, nasıl hissettiğimi sormayın...

Fakat ben Ajda Pekkan’ı tanıyorsam, önceki gece sahnedeki duruşundan, seslendirdiği parçalardan, şarkı söylerken yarattığı vücut dilinden, “son aylarda ağır bir duygusal türbülanstan” geçtiğini hissettim...

Ortak dostlarımıza, yakınlarına hiç sormadım, son “aşk dedikodusu” doğru mu diye...

Gerek yok, işin doğrusu onun duygusal alaboralarından kendime hasta meraklar da çıkartmıyorum...

***


Ne ki benim için çok önemli bir insan, bir kadın Ajda Pekkan...

Onun mutlu olması, mutlu hissetmesi benim için çok önemli...

Çünkü sanılanın ya da tahmin edilenin aksine, pırlanta gibi bir kalbi ve en zor gününüzde en güçlü desteği veren bir “insani hali” vardır...

Öyle bir insanın mutsuz olması vicdanımı sızlatır...

Mutlu olması sonuna kadar hakkıdır...

DİĞER YENİ YAZILAR