Korkak müstear gazeteciler!

Haberin Devamı

Habertürk’ün kurucusu rahmetli gazeteci Ufuk Güldemir kardeşim, değişik patronlarla yapamayıp, işsiz kaldığında, kendi internet sitesini, televizyonunu hatta gazetesini kuracağı mütevazi bir medya grubu oluşturmayı kafasına koymuştu...

Levent’teki evinin salonunda bir köşede küçücük bir masada, bugün internet haberciliği deyince herkesin aklına ilk gelen “Habertürk” sitesini öyle kurdu...

İçinde büyük bir dramı barındıran, trajik bir başarı öyküsüdür Habertürk’ün Ufuk tarafından kurulması...

Ufuk onu yaşatabilmek için sağlığında inanılmaz bir mücadele verdi, borçlara karşı direndi, internet sitesini büyütürken, televizyona geçti...

Televizyonu yaparken, günlük gazete çıkarmaya soyundu...

Sonunda, kara bir delik halinde parayı hortumlayan gazeteyi kapatmak zorunda kaldı, fakat medya grubunu 35 milyon dolara yakın bir paraya Ciner grubuna sattı...

***


Sıfırdan, evinin bir masasında kurup, 35 milyon dolara sattığı Habertürk internet sitesi ve televizyonu Ufuk‘un bu hayatta Bab-ı Ali denilen, sahtekarlıklarından ve riyakarlıklarından dolayı adını pek hayırla anmadığı bu dünyaya, “salladığı bir bayraktı...”

Ne acıydı ki, 35 milyon dolara Habertürk’ü satma görüşmelerini yaparken, Ufuk ağır hastaydı...

51 yıllık kısacık ömründe nakit 350 bin doları bir arada görmeyen kardeşim, 35 milyon dolara, yarattığı ürünü satarken, pankreas kanseri olduğunu ve yaşama umudunun çok az olduğunu biliyordu...

Habertürk televizyonunda onu ölümsüzleştirmek için kendi seçtiği beş gazeteciyle (O günkü Medya Grubu Başkanı Melih Meriç’in moderatörlüğünde Ahmet Tan, Güneri Cıvaoğlu, ben ve Taki Doğan) son televizyon canlı yayın söyleşisini yaptığımızda, bize dönüp “Sizin yerinizde olup bu soruları ben sormak isterdim...” demişti...

Ölümün soluğunu ensesinde hissediyordu...

***


Milano’da bir akşamüstü otelime dönerken ıssız sokakta mesleğe hemen hemen aynı zamanda başladığımız Ufuk‘un bu inanılmaz dramını düşünmüş, yanımda sonradan çocuklarımın annesi olacak sevgiliye, “Hayatında 350 bin doları bir arada göremedi... Yarattığı en büyük markayı 35 milyon dolara satarken, öleceğini biliyordu... O paranın bir kuruşunu bile yemek ona nasip olmadı...” demiştim...

Şimdi medyada kadına şiddet fotoğrafıyla tartışılan Habertürk, Ufuk‘un isim babası olduğu ve kurduğu medya grubuna, el değiştirdikten sonra Fatih’in (Altaylı) eklediği gazetenin tartışmasıdır...

***


Ufuk o günlerde, günlük bir gazete çıkarma sevdasına tutulmuş, gazeteyle yatar gazeteyle kalkar olmuştu...

Oda TV davasından tutuklu bulunan, Soner Yalçın, müstear isimle o gazetede günlük yazılar yazıyor, ona buna çatıyordu...

Ancak müstear isimle de olsa çattığı ve ‘belgelerle suçladığını’ söylediği yazılar ilginç geldiğinden, gazeteyi hareketlendiriyordu...

Bir gün köşenin gazetede olmadığını fark ettim...

Ertesi gün, daha ertesi gün derken köşe gazetede görünmez olmuştu...

Ufuk’u gördüğümde sordum:

- “Soner’in köşesine ne oldu?.. Yazmıyor mu artık?..”

- “Hayır... Kendi adıyla yazarsa yazacak... Müstear isimle yazdırmayacağım...”

- “Ne oldu?..”

- “Arkadaş bir şeyi yazıyorsa, kendi adıyla yazacak... Sorumluluğunu da alacak... Yok öyle müstear isimle yazıp, yazdıklarının sorumluluğunu gazeteye yüklemek... Bir sürü sorun çıkıyor yazılarından... Kendi adını koysun istediği gibi yazsın... Fakat ben yazarı görenmeyen yazının sorumluluğunu almam gazetemde...”

***


Soner sonra kendi adıyla programlar yaptı, yazılar yazdı, kitaplar çıkarttı...

Bir gün geldi Oda TV internet sitesini yayına soktu...

O sitede de yıllar öce Ufuk‘un söylediği gibi kendi adıyla olduğu gibi müstear adlarla da yazılar yazıyordu...

Fakat site kendisinindi ve sorumluluğu kendi üzerineydi...

Ne ki Oda TV sitesinde müstear adla yazılmış bazı yazılar var ve onları yazanlar hakkında fena halde kuşkularım var...

Diyeceksiniz ki ne önemi var?..

Şöyle açıklayayım...

Dikkat ediyorum ne zaman ki adımla sanımla, her şeyimle şeffaf halimle, bazı “kişileri” eleştiriyorum, bir durumu analiz ediyorum, bu sitede müstear isimle hakkımda bir itibarsızlaştırma haberi çıkıyor mutlaka...

Kaç kez dikkat ettim, sanki benim eleştirilerime “müstear isimle” uyarı ateşi yapıyor birileri...

Kim bunlar acaba?..

Çok ünlü bir yazar müsveddesi de bulunuyor mu Oda TV’de müstear isimle yazıp ona buna çamur atanlar arasında?..

Kim, kendi ismiyle, cismiyle bunları yazmaktan korup, müstearın arkasına saklanan korkak?..

Ödlekçe, bir internet sitesinin müstearının arkasından onun bunun haysiyetine, onuruna dil uzatan sahtekar?..

Kim bu acaba kim?..

Trafik kazalarının izini mi sürsem acep?..

Sanat ve sosyete hayatındaki skandallara mı baksam?..

Yoksa romanlarda mı arasam?..

Sarhoş serseri yatak ilişkilerini ve aldatmaları anlatan?..

*****


YILDIZLAR YAĞMURU BİR 'GECCE'NİN BİRKAÇ DAKİKA ÖNCESİNDE...

Yazıları yazdım...

Çocuklarım dün gece bendeydiler...

Onlarla öpüştüm, ablalarıyla yataklarına gönderdim...

Gece yatağa gittikleri anlar, yüreğimin eridiğini hissettiğim anlar...

Küçük kızım “Baba beni bırakma” diye tutturuyor...

“Sen de gel yukarıya” diye üsteliyor...

***


Ona maçı izlediğimi, bugünkü gazetede göreceği resmimin altındaki yazıyı yazacağımı anlatıyorum...

Dinlemiyor...

“Sen de gel yukarı... Beni bırakma...” diye tutturuyor...

O böyle söyleyince içimin iyice sıkıştığını hissediyorum...

Maçı bitirir bitirmez, bu kez spor sayfasına yazıyı yolda veririm diye düşünüyorum...

Çünkü gece 22’de mutlaka olmam gereken bir dostumun “Gecce”si var...

Kenan Erçetingöz, "Gecce"nin 10. yıldönümünü kutluyor...

İstanbul’un ve Türkiye’nin en iyi mekanlarına “Oscar” ödüllerini veriyor...

O ödüllerden birkaçını da benim vermemi istedi...

“Beni bu gecede yalnız bırakmazsın değil mi?..” diye sorarak...

***


Yine yakın dostlarıma özel, bu gece için papyon takmadan bir smokin giydim...

Dostumun ödül töreninde ödül vermek için sahneye çıktığımda, onu utandırmayayım diye...

Gül ve Kenan Erçetingöz ile Gecce.com ailesi için özen gösterdiğim bilinsin diye...

Ajda Pekkan söyleyecekti, Acun ve Eda Taşpınar sunacaktı ve herkes şarkılar söyleyecek, Türkiye’nin en muhteşem mekanlarının aldığı Oscar’ları kutlayacaktı...

Yer elbette İstanbul’un harika çocuğu İzzet Çapa’nın Nahide’si...

Heyecanlıyım ve mutluyum...

Çünkü bir dostumun onur gecesini paylaşmaya gidiyorum...

Benim için gecenin önemi yok...

Benim için Gecce’nin önemi var...

Çünkü Kenan da, 10 yıl önce Türkiye’nin en iyi magazin müdürüyken, elaleme kızdı ve kendi işini kendi yapmaya başladı...

Ancak gazetenin, derginin, televizyonun magazin müdürlüklerini elinin tersiyle iterek, “Ben kendi işimi yapayım en iyisi” diyerek...

Bugün geldiği nokta, kendi kalbinin sesini dinleyenlerin, muhteşem başarılarının insanlara parmak ısırtacak noktasıdır...

Gitmeden biliyorum ki bu gece, İstanbul’un bu yıl yaşadığı en sükseli gecelerden biri olacak...

Hiç şüphem yok...

Yalnız başına, kendi kalplerinin sesini dinleyerek, azim ve iradeyle sevdikleri işi yapanlar, muhteşem ambiyansların yaratcısı olurlar...

Nahide’de öyle bir yer...

Nahide’de 10. onur yılını kutlayan Gecce.com da...

Ne mutlu bana...

Bir tek aklım azıcık evde kalacak...

Uyuyabildi mi çocuklar acaba?..

DİĞER YENİ YAZILAR