Annenin ölümü...

Haberin Devamı

Hep en derin tarafımız “çocuk”tur aslında...

Hep en derinlerde bir yerde, “bizi dünyaya getiren ve büyütenlere” karşı bir şeyi ispatlamak derdi vardır esasında...

Ölüm o ispatın sonudur...

Annenin ve babanın ölümü, “en derinlerde ispat edeceğin kimselerin kalmadığının yüzüne vurulduğu, kopkoyu bir yalnızlığın seni sardığı andır...”

Derinlerde hep seni düşünen birilerinin varlığının artık sona erdiğini anladığın ve şimdi yapayalnız olduğunu düşündüğün bir ibret anıdır...

***


Anne babayla çocuklardan farklıdır...

Aynı yakınlıkta olsa da,farklı anlamlar taşır...

Siz annenizin ve babanızın çocuğusunuzdur...

Onlar sizi dünyaya getirmiş, onlar sizi büyütmüş, siz onlara kendinizi beğendirmek durumuna düşmüşsünüzdür...

Her insanın gerçek tribünü kendi annesiyle babasıdır...

Çocuklar tribününüz değil, sizin yetiştirdiğiniz öğrencilerinizdir...

İçten içe anneye ve babaya kendini beğendirmeye çalışır...

Onların “ruhunun derinliklerinde yer etmiş olanını onayını” arar...

Başbakan olmak bu gerçeği değiştirmez...

Çocuklar annelerinin ve babalarının çocuklarıdır...

Başbakanlar da annelerinin ve babalarının çocuklarıdırlar...

***


Babasını 23 yıl önce kaybetti Tayyip Erdoğan...

Annesi arkasındaki gerçek isimdi...

Onu koruduğuna inandığı...

Onu düşündüğüne emin olduğu...

Hayatı onun üzerine kurduğunu bildiği...

Onu görünmez kanatlarının altında “güvende hissettiren” insandı annesi...

Tıpkı onun çocuklarını hissettirdiği gibi...

Babasından sonra annesi de veda etti kendisine bu dünyada...

Bir çocuğun yaşayacağı normal mukadderat...

Ne ki bütün çocuklar bilir ki, hiçbir zaman dolmaz o yerler...

Çünkü hiç kimse korumaz onları, bir annenin bir babanın koruduğu kadar...

Onlar da çocuklarına onu yapacaklar...

Çocuklar onlardan dolayı kendilerini güvende hissedecekler...

***


Çocukların en yalnız olduğu anlardır anneleriyle babalarını kaybettiği anlar...

Yalnızlık çok derinlerden yoklar içlerini...

Bugün Tayyip Erdoğan’ın hayatta kendisini en yalnız hissettiği gündür...

Tayyip Erdoğan bir Başbakan olabilir...

Ne ki Tayyip Erdoğan annesinin çocuğudur...

Bugün annesinin çocuğu olduğunu hissettiği ve hayatla yapayalnız hesaplaştığı gündür...

Allah sabır versin, rahmet eylesin...

*****


“MALUM KORO” FENA HALDE VE FIRILDAK ŞEKLİNDE DÖNMEKTEDİR FAZIL KARDEŞ...

Sandı ki hep alıştığı gibi gidecek, her söylediği sözde bir hikmet arayacak o “malum” çevre...

Onlar Fazıl’a gaz verdikçe, sınırsız ve sorgusuz destek çıktıkça, “piyanist kardeş, kendinde felsefi bir hikmet bulunduğuna kanaat getirdi” ve estikçe esti, gürledikçe gürledi...

Önce Atatürkçü, sonra laik replikler seslendirdi...

Sevilen repliklerdi bunlar, ses getirdi, sevildi, alkışlandı, kutsandı...

Atatürkçü ve laik replikler sevilince, Kemalist ve ulusalcı tiradlara kaydı “piyanist kardeşimiz...”

Arayıp da bulamadıkları bir hazineydi bu...

Gaz verdiler ona...

Dünyanın en ünlü piyanisti yapıverdiler kendisi bir anda...

Her sözü dünyada yankı bulan, her konseri bir “muhalif resitale dönüşen”, Nobel’li bir Soljenistin, bir Kundera, bir Kazancakis aurası yüklediler “piyanist kardeşe...”

***


Çocuk bir anda piyanistliği aştı kafasında ve bünyesinde...

Uluslararası bir piyanist olmak dışında dünya çayında bir düşünür, Alvin Toffler’vari, bir “gelecekçi” olarak “analizler sürmeye başladı” piyasaya...

İşlerine geliyordu malum medya çevrelerinin bu çıkışlar...

Palazlandırdıkça palazlandırdılar onu...

Berlin’de, Tokyo’da, Viyana’da konserler sonrası verdiği “gece yarısı derin felsefe sohbetleri”ni aktardılar sütunlarında genç kardeşin...

O artık bir piyano virtüözü olmanın ötesinde, bir düşünce dehası, ulusalcı bir muhalif kasırga, pes etmeyen Beyaz Türk Rönesansı’nın kahraman sanatsal figürüydü...

***


Fazıl Say da aldandı onlara, verdikleri sınırsız cürete, Aygaz’ı Milangaz’ı kıskandıracak “gaz dolum tesisleri” desteğine...

Saydırdıkça saydırdı oraya buraya...

En sonunda Orhan Gencebay’ı “üçüncü sınıf bir müzisyen”, Sezen Aksu’yu “kompozisyon öğrencisi bilgisine sahip olmayan bir şarkıcı”, Müslüm Gürses’i de “müzisyenin kılcal damları bile olamayacak bir zavallı” durumuna indirgedi!!!

Bekliyordu ki, o malum koro, zaten ifrit olduğu Sezen Aksu’ya bir geçirmece de Fazıl‘dan yapıldığını görünce, ayağa kalkıp alkışlayacak, zaten pek bir arkası olmayan Orhan Baba’yla, Müslüm Gürses de arada kaynayacaktı...

***


Olmadı, çünkü olamazdı...

Piyanist kardeş farkında değildi ki kendisini bugüne kadar gaza getiren “malum koro” fena halde ve fırıldak şeklinde dönmektedir...

O dönüşün ne kadar içten, ne kadar samimi, ne kadar inandırıcı, ne kadar fırıldakça ve ne kadar kıvrakça olduğunu gösterebilmenin yolu da artık “Fazıl’a bir kez olsun okkalı bir şekilde saldırmaktan” geçmelidir...

Fazıl’a iyi bir sallayacaklar ki ne kadar içten döndükleri, ne iyi bir fırıldak oldukları anlaşılsın...

Fazıl’cık...

Fırıldaklığıyla, çekirge gibi oradan oraya hayasızca zıplamasıyla meşhur “koro”nun kendisini yine gazlayıp alkışlayacağını sandı...

Oysa onlar hayasızca döndüler...

Buradaki hayasızca kelimesi inançsızca anlamında kullanılıyor...

Şimdi Fazıl’ı tukaka etme zamanıdır malum koro için..

Çete mantığıyle hep beraber tukaka edecekler...

Değişmeyen sloganları şudur onların:

“Yaşasın kötülük!..”

*****


BIÇAĞI SIRTINA SAPLANAN KADININ İNFİAL YARATAN FOTOĞRAFI...

Dün Habertürk gazetesinde “bıçağı sırtına saplanan kadının fotoğrafı bütün çıplaklığıyla” yayınlanınca, Türkiye birbirine girdi...

Habertürk’teki yazarlar bile duruma isyan etti, twitter yıkıldı...

Fatih Altaylı’nın eşi Hande twitter’daki tepkilerin artması üzerine “Ben Fatih’in velisi değilim” dedi...

Benim gördüğüm kadarıyla bir tek Uğur Dündar “gazetecilik açısından eleştirilecek bir durumda olmadığını” söyledi...

***


Bizim Fatih Altaylı’yla meslektaş olarak pek seviştiğimiz söylenemez...

Sayfalarında belden aşağı bana saldırdığına inandığım çok haberi, manşeti oldu zamanında...

O günlerde ona verdiğim cevapların şiddetinden ürken medya siteleri benim yazımı sitelerine bile koymaktan kaçındılar...

Öyledir bu medya düzeni...

Güçlü olduğunda susarlar...

Güçsüz olduğunda üzerine binerler...

***


Fatih’in “Kadına şiddette son nokta” haberini yaparken o fotoğrafı mozaiklemeden kullanması bir “basiret bağlanması”dır...

“Vahşeti ne kadar çıplak gösterirsem kamuoyu tepkisi o kadar çok olur” diye düşündü...

Oysa öyle olmuyor...

Yayınlanan fotoğrafın kendisi, o vahşetin ve şiddetin bir parçası haline geliveriyor...

Fatih Altaylı’nın bir huyunu değiştirmesi lazım...

“Kendine yapılmasını istemediğin şeyi” başkasına yapma...

Kendinin üzüleceği, infial duyacağın haberi, bir başkası için yapmaya kalkma...

Eşinin, kızının, yakınının o fotoğrafını bir başka gazetede görmek ister miydin?..

Görseydin “habercilik yapmışlar” der miydin?..

Yoksa okkalı bir küfür mü savururdun yapanlara?..

***


Sen insansan, haberini yaptığın insanlar da insan...

Senin yakınların, kadınların ne kadar önemliyse, haberini yaptığın insanların yakınları ve kadınları da o kadar önemli...

Senin annen ne kadar önemliyse, haberini yaptığın kadınlar da çocukları için o kadar önemli...

Talihsiz bir durum Fatih için...

Fakat çokça bir duyarsızlıktan söz edilebilir ancak...

Fazlası değil...

DİĞER YENİ YAZILAR