Ateşkes kararları cephede beyaz mendil sallayarak mı alınıyor?..

Haberin Devamı

Dün Aydınlık gazetesinde, çok ilginç bir haber çıkıyor...

Haber PKK temsilcileriyle ses kayıtları çıkan, görüşmelere katılan, MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş’in çevresine MİT-PKK görüşmeleriyle ilgili söylediklerini içeriyor...

Aydınlık’taki habere göre, Afet Güneş’in söyledikleri içinde şu ilginç bilgiler var:

“Daha önce MİT Müsteşarları Sönmez Köksal ve Şenkal Atasagun da PKK ile görüşmeler yapmışlardı...”

***


Açık konuşalım...

Devletin istihbarat örgütünün tepesindeki isimlerle, PKK’nın sözcülerinin kapalı kapılar ardında görüşmeler yapması, çoğumuza “olmaz böyle şey” dedirtebilir...

Ancak, terörle birlikte yaşayan devletlerde hayat farklıdır...

11 Mart 2004 günü saat 7.30’da İspanya’nın başkenti Madrid, arka arkaya patlayan eş zamanlı on bombayla sarsıldı...

Madrid banliyö trenlerinde patlayan bombalarda 191 kişi hayatını kaybetmişti...

Eylemin sorumluluğunu ETA üslendi...

IRA İngiltere’yi kana buladı...

Ne ki İspanyol gizli servisi ETA’yla, İngilizler’in James Bond’u yaratan ünlü MI 6 servisi de IRA’yla nasıl bir zeminde bu işi sonlandırabileceğini görüşmeye devam ettiler...

***


Devletler, vatandaşlarının güvenliğini büsbütün tehlikeye atmamak için, terörü savaşırken bile kontrolü altında tutabilmek için, gerekli gördükleri zamanlarda terör örgütünün temsilcileriyle görüşürler...

Fazla uzağa gitmeye gerek yok...

Gazetelerde “ateşkes” kararları çıktığında, “sığınaktaki Mehmetçik’le, PKK’lı teröristin karşılıklı beyaz bayrak salladıklarını mı” zannediyoruz...

Ateşkes kararları cephede beyaz mendil sallayarak mı alınıyor?..

Seçimlere kadar, Bayram’a kadar, bilmem ne tarihe kadar ateşkes kararı alınıyorsa, zaten o kararlar “devletin güvenlik birimleriyle, terör örgütünün temsilcileri arasındaki” tam olarak hiçbir zaman koordinatlarını öğrenemeyeceğimiz taktik görüşmeler sonunda alınıyor...

Geçmişte MİT Müsteşarları Sönmez Köksal ve Şenkal Atasagun gibi Hakan Fidan ve Afet Güneş’in görüşmesi budur...

***


Kullanılan üslup, içerik, anlaştıkları söylenen maddeler elbette tartışmaya ve eleştiriye açıktır...

Ancak görüşme yapılıyor diye eleştiri, yanlış bir eleştiridir ve kamuoyunu çok tehlikeli ve sonu belirsiz bir yere sürükler...

Gerçek şudur:

Devletin ilgili birimleri, bir taraftan terörle savaşırken, gerekli gördükleri hallerde kendi sivil vatandaşlarının canlarını daha fazla riske etmemek için taktiksel görüşmeler yapabilirler, formüller arayabilirler, bir zemin oluşturmaya çalışabilirler...

Vatandaşının hayatını önemseyen bir devletin bunları yapması değil, yapmaması abestir...

İçeriğini eleştirebiliriz, görüşmeyi değil...

***


Peki bu görüşmeyi kim kayda aldı, kim sızdırdı?..

Burada iki ayrı merkezden söz edebiliriz...

Biri doğal olarak işin muhatabı olan PKK...

Bazı akl-ı evveller, “Bu görüşmenin sızması PKK’nın işine gelmiyordu... Niye sızdırsın?..” diyorlar...

Empati kurmasını beceremiyorlar...

PKK’nın niye işine gelmesin, bu görüşmelerin ses kaydının sızması...

Bu sızıntıyla beraber, PKK kamuoyunun gözünde dağdaki terörist kimliğinden çıkıp, masadaki bir müzakere gücü haline gelmiştir...

Böyle bir algı sıçramasını PKK öpüp de başına koyar...

Kamuoyuna artık şunu açıkça söyleyecektir:

“Siz bakmayın bize atıp tuttuklarına... Biz devletin en tepesindeki yetkililerle görüşmekteyiz...”

Bu PKK’nın kendi tabanına ve yön halkına vereceği mesajı da alabildiğine güçlendirecek...

Yöredeki insanlar ve taban, PKK’nın muhatap kabul edildiğini hissedecekler...

PKK’nın arayıp da bulamayacağı bir fırsattır bu...

***


Peki o zaman bu görüşmeyi PKK mı sızdırdı?..

Orada biraz duralım...

Mesele kimin sızdırdığı değil, kimin kayda aldığıdır bu görüşmeyi...

Üçüncü bir gözlemcinin koordinasyonunda, MİT’in en tepe iki yöneticisinin katıldığı bir gizli toplantıyı kayda alabilmek, “jandarma karakolunu basmaya benzemez...”

Kaleş’lerle kayda alınmıyor, gizli görüşmeler...

Benim görüşüm, PKK’nın, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın tepe isimlerinin olduğu gizli bir toplantıyı, onlara rağmen dışardan ya da içerden kayda alacak bir kontr-espiyonaj yeteneğinin olmadığıdır...

PKK dağda savaşan bir örgüt...

Kontr-espiyonaj namütenahi(sonsuz) devlet olanaklarına sahip devletlerin gizli örgütlerinin kabiliyet alanındadır...

O PKK değil!..

*****


OYA İLE BORA... GERÇEK YAŞAM GURUSU VE AŞK İNSANI ONLAR...

Sabaha karşı 02-03 sularında, TRT’deki eski yönetim kurulunun çalışma odası olan odamdan çıkar, yangın merdiveninin kat başlarındaki bir sigara molası için iki metrekarelik soluklanma yerinde durur, Anıtkabir’i seyrederdim...

Ertesi günü yayınlanacak Ateş Hattı programının program metnini o saatlerde yazardım...

Yazdığım metne, çoğu zaman, metnin çerçevesine ve kompozisyonuna uygun bir melodi, bir parça arayışına girerdim...

Hep aklıma onların Sevmek Zamanı şarkısı gelirdi...

“Biz dünyayı çok sevdik...

Ölüm bizden uzak olsun...

Aşık olduk yüreklendik...

Kader bizden yana dursun...

Hasretini çektirme Tanrım...

Sevda bize, aşk bize kalsın...”

***


Yüreğimin sesini duyardım o parçalarında...

Üzerinden neredeyse 20 yıl geçti...

Geçtiğimiz yaz Bodrum Yalıkavak’ta Palmalife’daydım...

Nazım diye beni 45 gün 45 gece oraya mıhlayan bir müzisyen kardeşim vardı...

İnanılmaz şarkılar söylüyor, 1970’lerden bu yana yüreğimin dağarcığında şarkı adına ne varsa piyanosu ve gitarıyla Bodrum gecesinde yankılandırıyordu...

Bir gece, “Şimdi bu parçayı Reha bey için söyleyeceğim” dedi...

Gitarının tıngırtısı “Bana bir masal anlat baba...” diyordu... “İçinde İstanbul olsun...”

***


Parçayı biliyordum ancak Yavuz Turgul’un Süper Baba dizisinin müziği olduğunu çıkaramamıştım...

Televizyonlarda günde iki program yaptığım yıllarda kendim televizyon izleyemezdim...

Bilmezdim Süper Baba dizisinde, üç çocuğuyla annelerinden ayrı bir hayatı kurmaya çalışan Şevket Altuğ’un karakterinin dramını...

Nazım benim dramımı açmak, rahatlatmak, duygusal bir gönderme yapmak için söylüyordu parçayı...

Sanki beni bana anlatıyordu, Süper Baba’nın müziği...

Deniz, o parçayı da hep yüreğimin kıpırtısını seslendiren ikili Oya Bora’nın yaptığını söyledi...

“Müzisyen seni ağlatmak istiyor” dedi...

Ağlamadım oracıkta, fakat ruhum ağladı farkettirmeden kimseciklere...

***


Oya ile Bora bu müthiş ikili nasıl bu kadar yaratıcı, duygusal ve damarı yoklayan besteleri yapıp, sözleri yazıyorlardı?..

Nasıl adamlardı bunlar...

Dün Aktüel dergisindeki röportajlarını gördüğümde bir kez daha anladım...

Neden bu kadar yaratıcı ve muhteşem bir ruha sahip olduklarını...

Şöyle diyorlardı:

“Biz bilinçli olarak popülerlikten uzak bir yaşamı seçtik...”

İki satır haberim çıksın, bir yerlerde iki saniye görüneyim diye, yırtmadıkları popoları, göstermedikleri mahremleri, düşmedikleri ucuzlukları kalmayanlara inat, “biz bilinçli olarak popülerlikten uzak bir yaşamı seçtik” diyorlardı...

Doğru...

Ancak böyle bir yaşam guruluğunun, bilgeliğinin ve ruh bilincinin sonunda çıkar zaten böyle parçalar...

Ruhunuzun peşinden gidin...

Evrene mutluluk verir, kattığınız mutluluğun geri dönüşüyle sonsuz mutluluklara gark olursunuz...

Ruhumun selamı sizlerin olsun kardeşler...

DİĞER YENİ YAZILAR