Aykut, Tayfur, Tugay, Şenol... Sonunda onları kendi futbolcuları kurtaracak...

Haberin Devamı

Daum’un kaprislerinden, kendi bildiğini okumasından fazlaca sıkılmıştı Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe Yönetimi...

Geçen yıl şampiyonluk Trabzon maçında kaybedilince, Aziz Yıldırım, Daum’un biletini hemen kesti...

Bir yıl öncesinden, Daum‘u kontrol etmek, kendi başına hareket eden Alman adamı uzaktan yönetmek için, Futbol Direktörü adı altında eski kaptan Aykut Kocaman getirilmişti zaten...

Daum gidince, Aziz Yıldırım, en güvendiği, en rahat ettiği, en kolay sözünü geçirdiği adamı teknik direktör yaptı...

Aykut Kocaman bir teknik direktör olmaktan çok, Fenerbahçe kulübünün bir çalışanıdır...

Bu takımın futbolcusu sonra da teknik direktörle yönetim arasındaki köprüsüdür...

***


Böyle adamları barındırır kulüpler...

Yabancı teknik direktkörlere fazla güvenmediklerinden, nerede ne zaman ne yapacağını bilmediklerinden, ‘Acaba tanıdığı bir menajer üzerinden bir futbolcu mu getirir, takımda o mevkide oynayanı alacağı futbolcu uğruna takımdan mı keser’ sorularının cevaplarını, ‘kulübün çocuğu’ olarak nitelenen eski futbolcular üzerinden alırlar...

Tayfur Havutçu da aynen böyle bir “Beşiktaş kulübü çocuğudur...”

Bir zamanlar Fenerbahçe’de oynamasına rağmen, Süleymen Seba’nın yeğeni olması, Beşiktaş’taki kaptanlığı, arkasından yıllarca teknik direktörlerle Beşiktaş kulübü yönetimi arasında köprü vazifesi görmesi esas misyonudur...

Tayfur Havutçu, Beşiktaş’ta yabancı ya da yerli teknik direktörlerin yardımcısı olmaktan çok, kulübün onlar üzerindeki temsilcisiydi...

Tıpkı Aykut‘un Daum üzerindeki misyonu, Tayfur Havutçu’nun Schuster hatta Mustafa Denizli üzerindeki misyonunun benzeriydi...

***


Schuster‘le çözülemeyen mesele, tıpkı Fener’de yapıldığı gibi Beşiktaş’da da “öz çocuğuna görevi vermek” biçiminde formüle edildi...

Tayfur zaten yıllardır Beşiktaş yönetiminin, gelen teknik adamlara verdiği yardımcıydı...

2004 yılında ben Beşiktaş yönetimindeyken bile böyleydi...

Şimdi 2011’deyiz ve Tayfur, bunca teknik adamın bir türlü olmamasından sonra “Kulübün adamı olarak kulübün teknik direktörü” oldu...

***


Ve dün Hagi‘yi gönderen Galatasaray yönetimi iki ezeli rakibinin yaptığı formülün üzerine atlayıp eski kaptanı Tugay Kerimoğlu’na takımı teslim etti...

Hagi, Galatasaray’ın efasenisiydi, ancak Galatasaray’ın kendisi değildi...

Dışardan birisiydi Hagi...

Oysa Tugay içeriden birisidir...

Tıpkı Tayfur gibi...

Tıpkı Aykut gibi...

Ve elbette tıpkı Şenol Güneş gibi...

***


Ne ilginç...

Her biri 100 milyon euronun üzerinde takımlar kurdular...

Dünyanın en büyük kulüplerinden Barcelona’dan, Real Madrit’ten, Almanya’dan, İspanya’dan, Rijkaard‘ları, Schuster‘leri ve Daum‘ları, Aragones‘leri getirttiler...

Bugün onları kontrol için, yönetimin görüşlerini teknik adamlara iletmek için görevlendirdikleri öz çocuklarını takımın başına vermek zorundalar...

Şenol Güneş’i ayıralım...

Ne Aykut‘un (Kocaman) ne Tayfur‘un (Havutçu), ne Tugay‘ın (Kerimoğlu) Fenerbahçe’ye, Beşiktaş’a, Galatasaray’a gelebilecek bir futbol teknik direktörü kariyerleri yok...

Hiçbirinin arkasında üç büyüklerin yanına yaklaşacak bir CV henüz yok...

***


Ne ki bu hiçbir şey ifade etmiyor...

Yönetimler ve Başkanlar rahat ettikleri, kontrol ettikleri, uyumlu çalıştıkları, otoritelerini tartışmadıkları adamlarla, çalışıyorlar...

“Hoca ne der” duygusundan çok, “Ben Hoca’ya söylerim” dürtüsünün ağır bastığı formüller bunlar...

Zinhar Aykut‘u, Tayfur‘u, Tugay‘ı suçlayacak bir eleştirinin salvoları değil bunlar...

Başkanlar ve yönetmler en rahat işbirliği yapacakları adamlarla çalışacaklar elbette...

Barcelano’nın teknik adamı Quardiola örneği herkesin gözünün önünde...

Niye Aykut, Tayfur, Tugay birer Quardiola olmasınlar...

Neden Fatih Terim örneği, bir istisnanın dışında, bir sistemin mucizesi olmasın?..

Olabilir elbet...

O sistemi de “Yuvadan yetişen bu üç çocuk” gerçekleştirir belki kim bilir?..

Ne ki, buradaki esas amaç mucizeden önce, “Başkanların kolay yönetibilir” adam aramaları gerçeğidir...

Onun için Aziz Yıldırım, soyunma odasına girip “Son maç konuşmasını” yapıyor...

Fatih Terim’in, ya da Schuster‘in veya Aragones‘in çalıştırdığı bir takımda Aziz Yıldırım’ın kafasına estiği gibi girip Galatasaray maçının son maç konuşmasını yapması mümkün mü?..

Ne dersin Ercan?..

*****


MUSTAFA BALBAY İÇİN YAZDIĞIMA AĞLAYAN BİR OKUYUCUM VE GERÇEK GAZETECİLİK...

İsmini dürüstçe, çekinmeden, cesurca verdiği için, adını yazıyorum...

Önce söylediklerini kısaca okuyalım Adis Ababa’dan yazan Gamze Hanım’ın...

“Reha Bey,

Size şu anda Addis Ababa’dan yazıyorum, saat 21.43, hergün yazılarınızı birçok Türk vatandaşı gibi büyük bir keyifle internetten okuyorum...

Mustafa Balbay ile ilgili olan yazınızda gözyaşlarımı tutamadım, kendisini kişisel olarak tanımasam da aynı sizin gibi düşünüyorum...

Bir gün suçluluğu bile kanıtlansa benim de sadık bir okuru olarak içim sızlayacak...

Siz hem IQ’su, ama en önemlisi EQ’su yüksek bir kişisiniz...

Bu yüzden sizi okurlarınız seviyor...

Duygulu kişi aynı zamanda bütün kültürlere, milletlere ve özellikle de kendi vatanına, dostlarına, ailesine duyarlı kişidir...

Size yazmamın açıkçası nedeni; bugünkü yazınız...

***


Lütfen kendinizin “Gazetecilik” seviyenizde ve profesyonelliğinde olmayan bir kişiyle polemiğe girmeyin, rica ediyorum, sizi kendi kulvarlarına çekememeliler, özellikle de hergün dünyada ve ülkemizde kritik olaylar sürüp giderken...

Biz okurların sizin gibi çizgisinden, politik görüşlerinden ve aynı zamanda hangi inanışta ve düşüncede olursa olsun; olayları bizlere tarafsız ve gazetecilik etiğine uygun olarak aktaran “Gazeteciler“e ihtiyacımız var...

Açıkçası kendi hayatından örnekler vererek görüşlerini aktaran ve okurlarının dikkatini çeken “Gazeteciler“ benim gibi düşünen kişilere her zaman daha rahat ulaşırlar.

***


Beni bu yazımdan dolayı da lütfen affedin, umarım kabalık yapmamıŞımdır...

Şimdi projeme dönüp çalışacağım, ama bilin ki hergün sizin gibi gerçek “Gazeteciler“in yazılarını okuyacağım...

İyi akşamlar diliyorum...

Saygılarımla,

Gamze Eyel...”

*****


BAZI ELEŞTİRİLER PSİKOLOJİK HAREKAT SEVGİLİ GAMZE...

Ne kadar temiz, ne kadar duru bir yazı...

Bu okuyucuların varlığı, hayata ve yazarlığa bağlıyor beni...

Gazetecilik yaptığımı bu okuyucuları okuduğumda fark ediyorum...

Şimdi sevgili Gamze‘ye birkaç yanıt vermeye çalyışacağım...

O yanıtları aslında Gamze üzerinden Gamze gibi olan sizlere yazıyorum...

Öyle okumanız dileğiyle...

***


“Sevgili Gamzeciğim,

Bana yazılanların çoğuna senin dediğin gibi cevap vermiyorum...

Hayır onların seviyesi gibi snob düşüncelerden ve duygulardan değil...

Ben kimsenin seviyesinin üzerinde değilim, kimse de benim seviyemin üzerimde değil...

Yanıt vermiyorum çünkü, demokrasilerde, herkesin beğenme ve beğenmeme hakkının olduğuna inanıyorum...

Beni herkes beğenmek zorunda değil...

Eleştirirse demokrasiyi geliştirir, elbette beni de...

***


Ne ki, bu ülkede bir kesim birbiriyle ilginç çıkar bağlantılarının içinde, dayanaşarak birilerini itibarsızlaştırmaya karar vererek, hnaysiyetleri ve onurlarıyla oynayarak, onları düzeysiz ya da magazin figürü göstererek, söylediklerinin etkisini azaltmaya çalışıyorlar...

Çünkü o söylenenler, onların “çeteleri“nin çıkarları için zararlıdır...

Onlar al takke ver külah çete ilişkileri içinde, birbirlerini pohpohlayarak, beraber karar verdikleri bir gündemi topluma şırınga ederek, toplumu sahtekar ve ahlaksız gündemleriyle yönetmek istiyorlar...

Buna karşı duran, “tek“liği kendisine rehber edinmiş gazeteci yazarları ise hedefe oturtuyorlar...

Ben ve benim gibi birkaç yazar “Türkiye’de bir cehnahın ya da çetenin mensubu değiller...”

***


Hepimizin farklı görüşleri var...

Ben Atatürk’ün Türkiye’yi batılı çağdaş sistemlere entegre eden kimliğine, demokrasiye ve laikliğe gönülden inanıyorum...

Avrupa Birliği’nin standartlarında bir demokrasinin, laikliğin ve Cumhuriyet’in bu ülkede yeşermesi için çalışıyorum...

AKP’nin buna uyan politikaları varsa destekliyorum, bunum dışındaki politikalarına muhalefet ediyorum...

Ancak yandaşlık veya muhaliflik önemli değil...

Önemli olan demokrasiye inanmak ve çoğulcu bir sistemde, Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye’ye getirmek istediği laikliği, çağdaşlığı ve demokrasinin bugünkü çıtasını Türkiye’ye çakmak bütün mesele...

***


Benim “tek“liği seçmiş bir gazeteci olarak karşı çıktıklarım “bu iki cenahta, birbirlerini kollayarak suni gündemlerini Türkiye’ye pompalamaya çalışan gruplarla” ilgili...

Bunlar özellikle “biz bu fikirlerimizi söyleyemeyelim, söylesek bile etkili olamayım” diye korkunç belden aşağı bir itibarsızlaştırma politikası uyguluyorlar...

Haysiyetsizleştirerek, etkisizleştirmek istiyorlar...

Yanıtlarım bu haysiyetsizleştirme politikalarının haysiyetsizliğini ortaya koymak için...

Merak etme sevgili Gamzeciğim...

Bu demokrasi meydanını bu zibidilere bırakmayacağız...

Türkiye onursuzların, korkakların ve başka çıkarlar uğruna yazı yazanların ülkesi olmayacak...

Dünya bundan böyle öyle olmayacak çünkü...

DİĞER YENİ YAZILAR