Annemi hayata döndüren ödülü almaya giderken...

Haberin Devamı

Büyük Ankara Oteli’nin kapısından son girdiğim o akşam üstünü hatırlıyorum...

Merdivenlerden hızla aşağı inmiştim...

Büyük salonlardan birinde ödül töreni vardı...

Törenden yayın yapacaktık...

Akşam saat 19 sularıydı, hava karanlıktı ve moralim bozuktu...

2001 yılının başıydı...

Milenyum insan hayatlarına yeni sayfalar, taze umutlar serpiştirmişti...

2000 yılının televizyon Oscar ödülleri verilecekti...

Ankara’daki Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği tarafından...

Ankara, ilkokuldan başlayıp üniversiteyi bitirdiğim ve gazeteciliğe ilk başladığım şehirdi...

Bu şehri severdim...

Sevecek kadar güzel bir çocukluk ve gençlik yaşamıştım demek ki...

***


Ne ki, bu sefer hiç mutlu değildim...

Yılbaşı gecesi annemin hasta olduğunu öğrenmiştik...

25 yıl önce göğüs kanseri geçirmişti annem...

O tarihten sonra kanserle ilişkisi kesilmişken, bu kez yıllar sonra bağırsaklarında tümör çıkmıştı...

Yılbaşı gecesini bir otel odasında annem, babam ve ben üçümüz birarada geçirmiştik... Ameliyat öncesi anneme moral vermiştik...

Ankara’ya ödül almaya gittiğim o gün ameliyat masasındaydı ve doktoru, ameliyatın saatlerce süreceğini söylemişti...

Dört, beş, altı saat sürebilirdi...

Ateş Hattı programı için yılın haber programı ödülünü alıyordum, Kenan Macit’in elinden ödülü alırken ağzımdan şu sözcükler döküldü:

“Şu anda annem çok ağır bir ameliyat geçiriyor...

Saatlerdir ameliyat masasında...

Baygın ve beni duyamayacak durumda... Bu ödülü onun için alıyorum...

Tanrı’nın bana annemi bağışlamasını diliyorum...”

***


10 yıl geçti üzerinden...

Ankara’da aldığım son ödüldü bu...

Sonra Büyük Ankara Oteli kapandı...

Rixos Otel açıldı...

Ben bir süre sonra günlük televizyon haberlerini bıraktım, yazarlığa ağırlık verdim...

Gazete yazılarından kendime başka bir dünya kurdum...

Arada bir televizyon programı yapıyor, esas yazılarla ve yazın dünyasıyla başka bir alemin dalgalarına açılmaktaydım...

10 yıl sonra Kolej’den okul arkadaşım Fatih Karaca, tutturdu yeniden televizyon programı yapmam için...

Üstelik bu bir spor programı olacaktı...

Bir dönem Star’da spor programı yaptığım, Ahmet Çakar, Serhat Ulueren, Savaş Toprak ve Süleyman Rodop’la...

Adını Son Kale koydular...

***


Sonuna kadar arkasında durdu Fatih (Karaca) bu işin...

Bütün televizyonların başında, RTÜK Başkanı’ydı yıllarca...

Televizyonlara biraz küskün olduğumu biliyordu...

“Nine” filminde İtalyanların ünlü yönetmeni Federico Fellini’nin, sinemadan kopup, bir deniz kenarı kasabasında ruhunu ve kalbini dinlendirdiği bir dönem vardır...

Fellini kendisini ziyaret eden kadının karşısına sakalları uzamış, oduncu gömlek giyen başka bir dünyanın insanı olarak çıkar...

Onu yeniden film setine döndürmek için, bir diyalog geçer aralarında...

Fellini’nin ruhunu açtığı ilginç bir diyalog...

Bir yıldır birbirimize, kendimizi açtık Fatih’le...

Açtıkça paylaştık, paylaştıkça çoğaldık...

Bir zamanların “canavar” televizyoncusu, yazarlığın üzerine bir daha ne kadar te-levizyoncu olurdu bilinmezdi, ama Fatih hiç yılmadı...

Her hafta yeniden uğraştı...

Ahmet Çakar’ın yanına Erman Toroğlu’nu da kadroya kattı...

***


Geçenlerde bir gün Erman Toroğlu, Serhat (Ulueren) arka arkaya beni aradılar:

“Son Kale yılın spor programı seçilmiş... Ödül töreni için Ankara’ya gidilecekmiş...”

Haberi duyunca, 10 yıl önce “Ameliyat masasındaki annem için aldığım” ödülü hatırladım...

Ödül o gece orada Tanrı’dan dilediğim gibi annemi bana bağışlamıştı...

Yanıbaşımdaki evde babamla birlikte oturuyorlardı...

Bugün o ödülün bambaşka bir versiyonunu almak üzere Ankara’ya gidiyorum...

Çalışma odamdaki ödüllere baktım...

Haber, haber, haber, tartışma, haber program, televizyon yıldızı falan filan...

Şimdi arkadaşlarımla “Yılın Spor Programı” ödülünü almaya gidiyorum...

Nereden nereye?..

Hayat mı değişti ben mi bilmiyorum...

Kim derdi ki bir gün “Haberleri bırakacağım... Köşe yazarı olup yılın Spor Programı ödülünü alacağım...”

Hayat işte...

Ne ki mutluyum...

Annem, babam ve üç çocuğum hayatta...

Huzurluyum...

Çocukluk şehrime gidiyorum...

Hoşbulduk Ankara...

***


KADDAFİ’NİN HAYATIMDAKİ YERİ, SEMPATİM VE ANTİPATİM...

Adam iktidarı ele geçirdiği benim ilk gençlik günlerimde, bana en sempatik gelecek söylemleri söylerdi...

Mesela antiemperyalistti...

Benim de gençliğimin bütün hücrelerinden antiemperyalizm fışkırıyordu...

Ne ki Kaddafi’yi oldum olası sevemedim...

Arkadaş albayken devrim yapmış, Kral’ı devirmişti...

O zamanlar Kralı deviren albayların devrimleri, bize sempatik gelirdi...

“Tarihin ilerici motoru” olarak benimsenmişti Kaddafi... Ne ki adam yine bana kendini sevdiremedi...

***


Devrimcilik bir yana üstelik “sosyalistti...”

Yeme de yanında yat bir durumdu bir feodal Arap ülkesi liderinin “tarihin en ilerici sisteminin parçası haline gelmesi...”

Sosyalistti ve İslamla Sosyalizmi birleştiriyor Yeşil Sosyalizm’i alın ediyordu...

Yeşil meşil, İtalyan ve Amerikan emparyalizmine karşı duran bir antiemperyalist lider her türlü övgüye layıktı!..

Ne ki ben yine ona bir türlü ısınamamıştım...

***


İngiliz askeri üslerini, birliklerini ülkeden çıkardı...

Petrol şirketlerini ulusallaştırdı...

Gençlik günleri Deniz Gezmiş’in yeşil parkasından mülhem parka meraklısı, parka sevici bir genç için, bulunmaz nimetlerdi Kaddafi’nin bu hareketleri...

Yine bir türlü kanım ısınmadı bu adama...

Sonra zaten Erbakan Hoca’ya terkettim bu adamı...

Onun Hoca’yla çadır maceralarını ballandıra ballandıra anlatsalar da, hiç oralı olmadım...

Ne Kaddafi denilen bir zamanların devrimci albayı, ne de Erbakan Hoca’nın antiemperyalist Milli Sanayii, ilgimi çekmiyordu artık...

***


Kaddafi arkadaş anladığım kadarıyla yavaş yavaş gidiyor...

42 yıllık bir diktatörlükten sonra...

Devrimciyken devrimciliğini benimseyemedim...

Sosyalistken sosyalistliğini...

Antiemperyalist hal ve tavırları nedense bende hiç Allende’yi, Che Guevara’yı, hatta Castro’yu çağrıştırmadı...

Birbirimize en teğet geçtiğimiz zamanlarda sevemedik birbirimizi Kaddafi Yoldaş’la...

Şimdi “uğurlu olsun” demekten başka bir şey gelmiyor içimden...

Sorry!..

***


PEKİ AVRUPA VE AMERİKA VİZESİ NE OLACAK?..

Antigua-Barbuda, Arjantin, Arnavutluk...

Bahamalar, Barbados, Belize, Bolivya, Bosna-Hersek, Brezilya...

Ekvador, El Salvador, Endonezya...

Fas, Fiji, Filipinler...

Guetemala, Güney Afrika Cumhuriyeti, Gürcistan...

Haiti, Hırvatistan, Honduras, Hong Kong...

İran, Jamaika, Japonya...

Karadağ, Kazakistan, Kırgızistan, KKTC, Kolombiya, Güney Kore, Kosova, Kosta Rika, Katar, Kamerun...

Libya, Makau, Makedonya, Maldivler, Malezya, Mauritus... Nikaragua, Palau Cumhuriyeti, Paraguay...

St. Vincent-Grenadines, Sırbistan, Singapur, Solomon Adaları, Sri Lanka, Suriye, Svaziland, Şili...

Tayland, Trinidad-Tobago, Tunus, Tuvalu, Uruguay, Ürdün, Venezuela...

***


61 ülke falan olmuş Türkiye’den vize istemeyen ülke sayısı...

Rusya’yla da kalkacak...

Dün de Başbakan, Malezya’nın kaldıracağını söyledi vizeyi...

Allahı var, Türkiye’nin dünyayla entegre olması, Türk vatandaşlarından artık vize istenmemesi hayırlı ve iyi bir gelişme...

Gerçi bu ülkeler içinde, bizim vize uygulamaya ihtiyacımız olan ülke sayısı daha fazla ama olsun... Yine de olumlu...

Ve fakat ben Başbakan’a sormaktayım hala...

Ne zaman Avrupa Birliği ve Avrupa ülkeleri?..

Ne zaman tarihi, siyasi, demokratik, çağdaş, laik ve insan haklarından yana dünyayla entegrasyon?..

Ne zaman, acaba ne zaman?..

DİĞER YENİ YAZILAR