Ne mutludur kimbilir Uğur Mumcu şimdi!..

Haberin Devamı

Mesele Uğur Mumcu’nun her ölüm yıldönümünde, senede bir gün dostlar alışverişte görsün misali “Ölmedin... Kalbimizde yaşıyorsun... Seni unutmadık...” türü ağıtlar yakmak değil...

Mesele, Uğur Mumcu’nun, Hrant Dink’in gerçekten kimler tarafından neden öldürüldüğünü bulmak...

Devlet onu bulacak ki, “devletin içinde çöreklenmiş birilerinin bu işlerde parmağı var mı” ortaya çıkartacak ki, vatandaşlarının yaşama hakkını sonuna kadar koruduğunu göstersin ve devlete saygı duyulmasını sağlayabilsin...
Özgür Mumcu, suikaste uğrayan gazeteci Uğur Mumcu’nun oğlu...

Babasının ölüm yıldönümünde öyle şeyler söylemiş, öyle şeyler yazmış ki, “işte budur” dedirtiyor...

***

“Burası güvenli bir ülke değil...” diye başlıyor babasının ölüm yıldönümündeki yazısına
Özgür Mumcu...

“Bu cinayetlerin failleri bulunmadığı sürece, güvenli bir ülke değil burası...

İlerde yeni cinayetlerin olmamasını ancak bu cinayetlerin çözülmesi sağlayacak...

Sadece kamuoyu tarafından bilinen cinayetlerin değil, memleketin her tarafında siyasi sebeplerle işlenmiş her bir cinayeti aydınlatmak bu devletin vatandaşlarına bir borcu...
Borcunu ödemeyen bir devlet, her çözemediği cinayetle kendi meşruiyetinden kaybeder...

Yaşam hakkı ihlallerini umursamayan bir devlet o çok meraklısı olduğu itibarını da zedeler...

Vatandaşları ölürken umursamaz davranan, cinayetlerin soruşturulmasını engelleyen, bazı cinayetlerde içindeki birimleri kontrol edemeyen bir devletin sırmalı paşaları ya da lacileri çekmiş siyasetçileri büyük devlet törenlerinde kendilerine vehmettikleri vakar ve ciddiyeti taşımaktan aslında çok uzaktır...

Bu yazılar onlara bunu hatırlatmak için yazılıyor...
Bir de bir devletle bir çeteyi ayıranın hukuka bağlılık olduğunu...”

***

Özgür Mumcu, babası Türkiye’yi altüst eden bir suikast sonucu öldürüldüğünde
16 yaşındaydı...

Babasının henüz 16 yaşındayken, ona demokrasi ve hukuk kültürünü verebilmiş olması pek mümkün değil...
Peki böylesine “olgun ve sağlam” bir demokrasi kültürü, hukuk birikimi, insan haklarına ve özgürlüklerine saygılı “devleti sorgulayış biçimi” nasıl oluştu Özgür Mumcu’da acaba?..

Açıktır ki oğlu babasının genlerini almış...
Bayrak yere düşer gibi görünürken, böylesine düşmüyor ve elden ele, kuşaktan kuşağa taşınıyor...

Katiller, Özgür Mumcu’nun elinde taşınan bayrağı görüyorlar mıdır acaba?..

Ne mutludur kimbilir Uğur Mumcu şimdi?..

*****

ANNEMİN KANSER OLDUĞUNU ÖĞRENDİĞİM AN!..

O akşamüstü bir mahalle arkadaşımla evimizin olduğu Göreme sokağın sonuna gelmiştik...

Kavaklıdere dörtyol ağzından Tunalıhilmi Caddesi’ne doğru gidip biraz turlayacak, yol boyu laflayacak, caddede biraz da piyasa yapıp stres atacaktık...
Bir Haziran akşamı üstüydü...

Karşıdan annemlerin dostu bir apartman komşumuzun geldiğini gördüm...

Annemin yaşlarında bir hanımdı...
Beni görünce “Nasıl oldu?..” dedi, “Bir şey çıktı mı?..”
Soruyu anlamamıştım...

Yüzünde oluşan tedirginliği de...

***

Sabah annemle babam hastaneye gitmişlerdi...
Basit ve rutin bir nedenle hastaneye gittiklerini söylemişlerdi...

Aklıma bir şey gelmemiş üzerinde hiç durmamıştım...
Akşam saatlerinde aile dostu hanımın endişeli bir ifadeyle sorduğu soru beni bir anda “tedirgin” eder gibi olmuştu...
“Bir şey yok” dedim, “Zaten önemli bir şeyi yoktu ki...”
Aile dostu kadın “Öyle mi” dedi ve yürümeye devam etti... Ancak bakışlarından “benim bilmediğim bir şeylerin döndüğünü” hissetmiştim...
Rahatsız olmuştum...

Kadının sorusu beynimin bir tarafına saplanıp kalmıştı.
O akşamüstü gezmesinden hiçbir şey anlamadım...
Eve döndüm bir süre sonra...

“Handan Hanım’ı gördüm” dedim, “Bana kötü bir şey çıkıp çıkmadığını sordu... Ne oldu?.. Nedir çıkacak olan kötü şey?..”

“Hiçbir şey yok” dediler, “O yanlış anlamış... Hiçbir şey yok...”

Bu yanıtın verilmesini istiyordum içimden, fazla üstelemeden kabullendim...

Ertesi sabah Haziran ayında 5 dersten taktığım “tamamlama sınavlarından” sonuncusuna girecektim...
15 yaşındaydım, lise ikinci sınıfın sonuydu...

***

Sabah gittim sınava mükemmel bir kağıt verdim, mutlu mesut eve döndüm öğle saatlerinde...

Bir süre sonra babam geldi eve, yüzü alabildiğine kötüydü... “Annen bu sabah ameliyat oldu yavrum” dedi, “Göğsünde kist çıktı... Kansermiş... Onu aldılar... Şimdi çok iyi Elhamdüllillah... Allah bize bağışladı onu...”
Söyler söylemez boşandı ve ağlamaya başladı...

Babam sonu iyi bitmiş bir şeyi söylüyor, ancak ağlıyordu... Ne hissedeceğimi tam kestiremiyordum...

“Senin sınavın var diye söylemedik... Hadi gidelim... Annen seni bekliyor...”

Yolda annemin yakalandığı kanseri ve ne olduğunu öğrenmeye çalışıyordum...

Elbette bir de bundan sonra ne olacağını..
1975’in Haziran’ıydı, kanserin çok az bilindiği zamandı...

***

Annem bir süre kemoterapi görecek, ardından önce 6 ayda bir sonra da yılda bir olmak üzere 5 yıl boyunca doktor tarafından kontrol edilecekti...

İlk gençlik havasıyla daha bir ay önce hayatımın ilk sigarasını tüttürmüştüm...

Annemin hastalığını duyunca kırk yıllık tiryakiler gibi, yarı özenti, yarı efkarlı sigara tüttürmeye başladım...
Kanserle 15 yaşında böyle tanıştım...

Dün, Dünya Sağlık Örgütü‘nün kanser raporunu okurken, gelişmiş ülkelerde kanser vakalarının, gelişmemiş ülkelere göre çok daha fazla olduğunu gördüm...

Danimarka dünyanın en fazla kanser görülen ülkesiydi... Her yüz kişiden 3.26’sı kansere yakalanıyordu...
İrlanda, Avustralya, Fransa, Amerika arka arkaya sıralanıyordu...

İlk 22 ülke arasında Avrupa, Amerika ve Avustralya’dan hemen bütün gelişmiş ülkeler vardı..
Doktorlar “Dünyanın yeni kanser haritasında gelişmiş ülkelerin olmasını”, sigara, alkol, hareketsiz yaşam ve hormonlu yiyeceklere bağlıyordu...
Elbette bunların etkisi var...

Ancak sadece bunlar mı, ben pek emin değilim...

***

Kanserle tanıştığım günden bu yana 36 yıl geçti...
Tıp hala kanserin nedenlerini çözemedi, şifasını bulamadı...
Geçen gün nefes alma tekniklerini beraber uyguladığım dostuma, laf arasında “biliyor musun” dedim, “Hayatımda hiç check-up yaptırmadım... Ne tansiyonumu, ne kolesterolümü, ne midemi, ne ciğerimi bilmem... Hiçbir şeyin ölçüsünü çıkartmadan sağlıklı yaşıyorum...”

“Hiç check-up yaptırmama nedenin, 15 yaşında annende kontrol sonunda kanser çıkması... O korkuyu bir daha yaşamamak için kontrolden kaçıyorsun... Bunu hiç düşünmedin mi?..”

İlginçti yorumu...
Doğru söylüyor olması pek muhtemeldi...
O an, duymak istemediğimiz şeylerden belli belirsiz korkularla kaçtığımızı farkettim...
Oysa kanserden kaçmak değil, kanserin üstüne gitmek gerekiyordu...

Bizim ve hepimizin...
Bir 36 yıl daha bununla cebelleşmemek için...

DİĞER YENİ YAZILAR