Ufuk olsa Beyaz Türk geçinenlerin suratlarının ortasına tükürürdü!..

Haberin Devamı

Sevgili Ufuk Güldemir kardeşim Türkiye üzerinde etkili olan aileler ile yakın çevrelerini anlatmak ve en az iki kuşak eğitimli, batılı, Avrupa’yla sıkı fıkı, dil, ülke, yol yordam ve adab-ı muaşeret bilen ve İngilizce’de “establishment” olarak adlandırılan kesimi, Türkiye’ye tanımlamak için kullanmıştı Beyaz Türk kavramını...

Bugün gelinen nokta bir faciadır...

İnsanları hakir görenlerin, aşağılayanların, onurları ve şerefleriyle oynayanların adresleri oldu sanki Beyaz Türk’ler...

Beyaz Türk diye gösterilenleri gördükçe Beyaz Türk’lükten utanıyorum...

***


Beyaz Türk diye görünen ve gösterilenler, sanki Güney Afrika’da Mandela’yı 29 yıl hapiste tutan ırkçı Beyaz rejimin üyeleridir...

İnsanları ne kadar aşağılayan varsa...

Şerefleriyle oynamaktan zevk duyanlar kimlerse...

Kısaca kim iyi küfür ediyorsa...

Kim küfüre çanak tutuyorsa...

Kim saldırgan, rezil, pespaye ve kabadayı bir uslüp kullanıyorsa...

Kim karanlık katakullilerin içindeyse...

Bütün bunlar kendilerini Beyaz Türk’ten sayıyorlar...

Onlar Beyaz Türk’se ben Beyaz Türk’ten utanırım...

***


Rahmetli kardeşim Ufuk Güldemir Beyaz Türk kavramını bu pespayelik için icat etmedi...

Bilenler bilir, yaşamında en nefret ettiği şey, bu karanlık katakulliler, derin operasyonlar, kirli ilişkiler ve insanları aşağılayan utanılacak duruşlardı...

Ufuk’un hayatında nefret ettiği kavramların temsilcisi olarak Beyaz Türk kavramını piyasaya sürmesi düşünülemez...

***


İnsanları, kadınları, çocukları aşağılamayı kendinde hak görenlere “Çağımızın Beyaz Türk kavramını” anlatmakta yarar var...

Beyaz Türk, insan haklarına, demokrasiye, özgürlüklere ve bireyin kutsallığına inanan insana denir...

Beyaz Türk, en az iki kuşaktan eğitimlidir, ama bu eğitimi insanları hakir görmek, cehaletle suçlamak, adam olamazlar demek için kullanmaz...

Büyük kentlerin “tatmin olmamış duygular” barındıran lümpen takımla, Beyaz Türk’leri karıştırmak, güneş ile onun gezegeninin gezegeni “ay”ı ışık veriyor diye birbirine karıştırmaya benzer...

Beyaz Türk ince ve imbikten süzülmüş zevklerin ve kültürlerin ürünüdür...

Çakmaların, kalleş pusuların, insanları öldüren kumpasların oluşturduğu güruh değil...

Sonuç olarak Beyaz Türk, Afrika’ya girip kara Afrika’sını yıllarca en ırkçı ve faşist yöntemlerle baskı altına almış bir Beyaz Afrikalı demek değildir...

Utanırım bunların dediği gibi bir Beyaz Türk kavramını konuşmaktan...

Ufuk olsa bunu yapanların suratlarının ortasına tükürürdü!..

*****


SEZEN’İN YAVRUSU LEVENT YÜKSEL...

Pazar gecesi Cengiz’in (Semercioğlu) Full Ekran’ında, uzun zamandır göremediğim Nilgün Belgün‘ün şen şakrak kahkahalarını, hayata muhteşem tutunuşundaki azmi ve enerjiyi izleyip keyiflenmiştim ki, Okan’ın programında Levent Yüksel‘i gördüm...

Gülümseyen ve tatlı bir enerji veren çocuk o...

Hep sakin, hep gülümseyen, hep bilge ve kendisi olan bir insan o...

Derken iyi eğitimli bir izleyici bağlandı yayına...

Hem popüler ve basit olan şeyleri eleştirir gibi duruyor, Hem de Levent Yüksel’e “Siz 90’lardaki gibi patlama yapmıyorsunuz” diye onu acımasızca eleştiriyordu...

Levent önce gülümsedi, sonra hafif bozuldu, sonra da kısaca kendini anlatmaya koyuldu:

“Ben buyum...” dedi, “Bir şey yapmaya falan çalışmıyorum...

Mutlu olduğum şeyi yapıp, üstüne para kazanıyorum...

Konserlerimi yapıyorum... Beni seven insanlar geliyor beni dinliyor... Albüm çıkartıyorum... Başka ne yapmamı istiyorsunuz ki benden?..”

***


O zaman farkettim Sezen‘in çocukları birbirine ne kadar çok benziyor...

Levent, Eurovizyon kazanan Sertap, Aşkın...

Pahalı ve fiyakalı arabalara binerken görmüyoruz onları...

Ünlü gece kulüplerinin önünde, karizma yaparken de rastlamıyoruz onlara...

Şu havuzlu villada oturuyor, işte evinin muhteşem dekorasyonu, işte yatak odası, işte İtalyan mutfağı türünden haberlerde de rastlamıyoruz onlara... Dünya jet-setinin eğlendiği yerlerdeki evleriyle de gelmiyorlar gündeme...

Sessiz, sakin, kendi halinde ama hep bir üretim halinde müzik yapıyorlar...

Çünkü müziği seviyorlar...

Levent’in dediği gibi, “5 yaşındayken o bas gitarı istiyorum demiştim... Sonra flüte takıldım... Sonra bağlama istedim, babam onu da satın aldı bana verdi...

En çok bas gitarın bana yakıştığını düşünürüm... Onsuz yapamam... Ben buyum...”

Bu kadar basit bu kadar yalın ve bu kadar bilgece...

***


“Sizi 90’lı yıllardaki gibi patlama yaparken göremiyoruz...” diyor iyi eğitim almış yayına bağlanan izleyici...

Yaşamda gerçekte kimin patlama yaptığının farkında değil o...

Yaşamında gerçekten patlama yapanlar, ruhlarını sukunete ve huzura kavuşturarak, sevdiği işi, sevdiği şeyleri ve sevdiği yaşamı, kimselere göstermeye çalışmadan yaşayabilenlerdir...

Etrafın alkışına, onayına, tezahüratına ihtiyaç duymamaktır hayatta gerçekten patlama yapabilmek... Çünkü yaşamasını bilmek bir sanattır...

Sanat ise içinizdekini ortaya çıkartılarak yapılır...

Tribünlerden alkış almak için yaşam denilen en büyük sanat icra edilmez...

Levent, Sezen, Sertap ve Aşkın bunları anlatmaya çalıştılar ve çalışıyorlar...

Onlar hergün Borsa’da spekülatörlerin elinde değer kazanıp kaybeden bir hisse senedi kağıdı olmak istemiyorlar...

Bunu anlayabilmek için, çok fırın ekmek yemek gerek...

Üzgünüm Leyla!..

*****


ŞIMARIK KAPRİSLER!..

Saddam makbul bir adam değildi...

Pek demokratik bir adam olduğu da söylenemezdi...

Irak halkı Saddam rejimi altında çok kötü günler geçirdi...

Muhalifler hapislerde çürüdü, bir sürüsü gaddar bir baskının altında ezildi gitti...

Ama bunların hiçbirisi “Amerika’nın saldırıya gerekçe gösterdiği olmayan nükleer silahları var gösterip, orayı işgalini ve istediği gibi bölmesini haklı gösteremezdi...”

Saddam makbul adam değildi, demokrat da değildi...

Ama onu demokrat ve insan haklarına saygılı adam yapmanın yolu vardı...

Koskoca Amerika istediği uluslararası baskıları ve ambargoları uygulayabilir, Saddam’ı hizaya getirebilirdi...

Ama Sean Penn‘in Fair Game filminde de izleyeceğiniz gibi, Amerikan yönetimi bunların hiçbirini yapmadı...

CIA raporlarını hasıraltı etti...

Irak’ta nükleer silah var diye gösterip, orayı işgal etti...

***


Şimdi gerçekler Hollywood’un filmleriyle iş işten geçtikten sonra bize gösteriliyor...

Irak’ta olan olay, İran’da da olmamalı...

Türkiye “İran’daki nükleer silahlara açıktan atıf yapılmaması” konusundaki ısrarında haklıdır...

Bu coğrafya Sarkozy‘nin “kaprislerini” kaldırmaz...

“Biz kediye kedi” deriz demiş Sarkozy...

Kediye kedi demekte bir sakınca yok...

Kediyi sanal olarak şişirip, büyütüp “herkesi yutacak vahşi bir kaplan” gibi gösterip, ufak kediyi öldürüp, yine oluk gibi kan akıtmak sakıncalı...

Geçiniz!..

Türkiye, Sarkozy’nin şımarık kaprislerine direnmekte haklı...

DİĞER YENİ YAZILAR