Uçağın içinde siyah gözlüklerimi takarak ağladığım sahneler!..

Haberin Devamı

Hostesler “Bu adamlar deli midir nedir” diye uçağın içinde siyah gözlüklerimi taktım, gözümden sicim gibi akan yaşları gizlemek için...

Londra‘dan İstanbul‘a dönüyorum...

Şubat’ta vizyona giren ve Mandela‘nın hayatını Dünya

Rugby Şampiyonası üzerinden anlatan Invictus (Yenilmez) filmini listede görünce etrafla ilişiğimi kestim, kulaklıkları taktım filmin içine daldım...

Irkçı Güney Afrika rejiminin altında tam tamına 27 yıl hapiste kalan ve çıktıktan sonra ülkenin ilk siyahi Başkan’ı seçilen Mandela ilk “büyük hamlesini” kendisini koruyan özel güvenlik elemanlarında gösteriyor...

Başkan seçilmeden önce, ırkçı Beyaz rejimine karşı bütün güvenliği siyahilerden oluşuyor doğal olarak... Bir gün 4 beyaz güvenlik elemanının geldiğini görüyor, kendi koruması...

“Siz ne arıyorsunuz burada” diyor...

Beyaz korumalar “Başkan görev emrimizi imzaladı... Biz Mandela’yı koruyacağız sizle beraber...” diyorlar...

Mandela’nın koruması “ben imza falan anlamam” deyip, doğruca Mandela’nın yanına gidiyor...

“Baba ne oluyor?.. Sana geçmişte suikast yapacak adamlar, şimdi seni mi koruyacaklar?..”

Mandela siyahi korumasına babacan bir tavırla yaklaşıyor, “Benim korumalarım, artık toplumun önüne çıktığımızda, benim çevremde olacaklar, herkesin gözleri onların üzerinde olacak... Eskiyi unutmamız lazım... Birleştirici ve bütünleştirici olmamız, herkesi birleştirmemiz lazım...”

***


Bunu öyle bir tonla söylüyor, siyahi özel koruması öyle bir yüz ifadesiyle tepki veriyor ki, bunu anlamak için büyük liderlerin “intikamdan arınabilen nasıl insani değerlerinin olduğunu” görmek gerek...

Esas daha büyük olay ve dramatik olay bir süre sonra oluyor...

Güney Afrika Cumhuriyeti‘nde İngiliz kökenli beyazların kurduğu takım yeşil ve altın sarısı renklerden oluşuyor...

Takımın kaptanı ve onun ailesi tipik sömürgeci zihniyette, Mandela’yı ve siyahileri küçümseyen, genç bir rugby oyuncusu...

Babası Mandela Cumhurbaşkanı seçilince oğluna “Allah kolaylık versin” diyor, “Bir siyahi lider başkanlığında nasıl ulusal takımın kaptanlığını yapacaksın göreceğiz...”

***


Mandela bir süre sonra “öğleden sonra çayına” o kaptanı çağırıyor yanına...

“İngilizlerden öğrendiğimiz en güzel şeylerden biri öğleden sonrası çayları” diyerek başlıyor konuşmasına...

Morgan Freeman‘ın oynadığı Mandela karşısında Matt Damon‘un oynadığı rugby kaptanı vardır...

Ve Mandela o inanılmaz sahnede, karşısındaki beyaz gence ona inandığını, güvendiğini öyle bir anlatıyor ki, “o ukala, snob, siyahileri adamdan saymayan, sömürgeci genç” tamamen Mandela’nın çekim alanına giriyor... O genç kaptanla birlikte “tek bir siyahi oyuncu hariç, sömürgeci beyaz çocuklarının oluştuğu bütün takım” Başkan’ın çekim alanına giri-yorlar...

Adım adım...

***


Mandela, Rugby takımından “yeni bir Güney Afrika Cumhuriyeti” yaratıyor...

Siyahlarla beyazların eşit olduğu, bir kaderi ve bir tasayı paylaştıkları, zafere ulaşmak için hep birlikte “Tanrı Afrika’yı korusun” şarkısını söyledikleri bir ülke ve bir millet yaratıyor...

***


Mandela‘nın hayatının anlatıldığı Invictus filmini, Tayyip Erdoğan‘a mutlaka danışmanları izletmeli...bir daha izletmeli... Sadece Tayyip Erdoğan‘a değil, Kemal Kılıçdaroğlu, Devlet Bahçeli bu filmi defalarca izlemeliler...

Abdullah Gül DVD’sini yanıbaşından eksik etmemeli...

Bir Cumhuriyet Bayramı‘nı “birbirimizi bu kadar ötekileştirerek” kutlamak zorunda kaldığımız bu günde, Mandela’yı eğer Anayasa Mahkemesi Başkanı, Genelkurmay Başkanı izlerse Türkiye çok şey kazanır...

İnanın...

Filmin süresi 2 saat 8 dakika...

Hiçbir etkisi olmasa bile, bir siyasi liderin işine yeni baştan dört bir elle şevkle sarılmasını sağlar o film...

Bu filmi izleyin Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan, Sayın Ana Muhalefet ve diğer muhalefetin liderleri, Sayın Anayasa Mahkemesi Başkanı, Sayın Genelkurmay Başkanı...

Bana hak vereceksiniz...

Bana teşekkür edeceksiniz...

İnsanların ötekileştirilmeden yaşadığı bir Türkiye istiyor bu millet...

Mandela‘nın, onu oynayan Morgan Freeman‘ın, Matt Damon‘un ve elbette filmin yönetmeni Clint Eastwood‘un önünde saygıyla eğiliyorum...

***


Film bittiğinde İstanbul’a varmamıza yarım saat kalmıştı... Yerimden kalktım, tuvalete gittim...

Beş dakika uçağın lavabosunda gözlerimden sicim gibi akmış yaşları temizledim...

Kırmızı olmuştu gözlerim...

Filmin bir yerinde Mandela’nın öz kızı babasına karşı çıkıyordu:

“Şu anda destek verdiğin o beyazlar, sen hapisteyken bizi evimizden kovdular baba!..”

Mandela derin derin bakıyordu öz kızına ve şöyle diyordu:

“Ülke senin kişisel intikam duygunu kaldıramaz kızım...”

***


DÜNYANIN EN ÜNLÜ GECE KULÜBÜ “ANNABEL’S”DE SEZEN AKSU İLE AJDA PEKKAN...

Son gece Sabri Çarmıklı “Reha Abi” dedi, “Bu gece spor giyinme de, Annabel’s gece kulübüne bir uğrayalım...”

Bu söylediklerinin ne anlama geldiğini anlatabilmem için Sabri Çarmıklı‘yı anlatmam lazım...

Çarmıklı ailesinin yıllardır Londra‘da yaşayan ikinci kuşak üyesi Sabri Çarmıklı...

Dünya iyisi, dünya kalenderi bir adam...Tertemiz bir kalbi var...

Hani bazı insanlar vardır iyilik meleği olarak doğmuşlardır...

Sabri Çarmıklı da böyle bir adam...

Londra‘da kim darda kalsa o yardıma koşar...

***


O kadar dost, o kadar iyi ki, dünyanın hiçbir şehrinde yapmadığım bir şeyi yapıyorum, Londra’ya gelmemle gitmem arasında ne yapsam “Sabri’yi arıyorum...”

İki gece “En sevdiğimiz İtalyan mekanlara” gittiğimiz yetmiyormuş gibi, son gece Cipriani ve Annabels‘den oluşan bir program yapmış...

Londra Cipriani dediğiniz yer, Naomi Campell‘in, Lionel Richie‘nin, dünyanın bütün starlarının boy gösterdiği Londra’nın en ünlü İtalyan restoranı...

***


Futbolcular, mankenler, bütün Londra jet seti Cipriani’de boy gösteriyorlar...

O restorana Londra’nın cıvıl cıvıl yaşadığı bir Sonbahar günü, üstelik Cuma gecesi rezervasyon yaptırabilmek için ancak Sabri olmanız gerek...

Bir gittik Cipriani‘ye ki, mekan tam anlamıyla yıkılıyor...

İstanbul’da Paper Moon‘un bazı hafta sonu geceleri bütün İstanbul restorana doluşur...

Cipriani Paper Moon’un birkaç misliyle Londra versiyonu...

Barda ayakta duracak yer yok...

Masalar bir doluyor, bir boşalıyor...

Kaldığımız süre boyunca, dikktat ettim yediden dokuza, dokuzdan onbire, onbirden sonrasına 3 kez aynı masalara rezervasyonlu müşteri aldılar...

Saat 24’ten sonrasını bilmiyorum...

Muhtemelen dördüncü rezevasyonlar alınıyordu...

***


Biz Annabels’e gitmek üzere ayrıldık mekandan...

Annabel’s dediğim, yer, Asil Nadir‘den Rahmi Koç‘a, Ferit Şahenk‘ten Mustafa Koç‘a ve Cem Boyner‘e kadar kim varsa onların mekanı...

Dünya jet-setinden 20 bin üyesi var kulübün...

Londra’nın Şamdan’ı...

Zaten mekana giriyorsunuz Park Şamdan gibi girişi...

Dans pistinin oraya geldiğinizde Etiler Şamdan halini alıyor...

Her tarafından kalite akan, inanılmaz şık bir mekan...

Her zaman olduğu gibi, şefler, valeler herkes Sabri’yi ayakta karşılıyor bu dünya jet-setinin en fazla rağbet ettiği mekanda...

***


Tam pistin yanındaki masaya oturmuş pistte dans edenleri seyredip, etrafa alışmaya çalışıyorum ki,

Aniden bir ses gümbür gümbür yankılanıyor...

“Artık hayatımdan çıksan diyorum...

Bu ikili delilik sona erse...”

Sezen Aksu çalıyor Annabels‘de ve Londra jet-seti fıkır fıkır dans ediyor...

Sabri dönüyor bana, “Abi” diyor, “Sezen Abla’yı getirmiştim buraya... Şarkı çalmaya başladı, Sezen Abla da ağlamaya...”

Ağlanmayacak gibi değil, 1963’ten bu yana Londra’nın en ünlü, dünyanın da 3-5 sayılı mekanından birinde Sezen Aksu şarkılarıyla dans edilmekte...

***


DJ sonra başka parçalara geçiyor, yarım saat sonra bu kez bakıyorum Ajda Pekkan‘ın sesi yankılanıyor Annabels’de...

Pist yine tıklım tıklım, yine herkes en muhteşem figürleriyle dans etmekte...

Hani Nazım’ın bir dizesi vardır ya:

“Memleket mi yıldızlar mı gençliğim mi daha uzak” diye...

Londra’da yıldızların altında, memleketimin şarkılarında, gençliğimden bir buket yaşatıyor Sabri kardeşim bana...

O kadar ihtiyacım varmış ki, böyle bir gece yaşamaya...

Gece 1 gibi kulüpten çıkıyoruz...

Londra sokaklarında hafif hafif yürürken, Sezen’in bir parçası geliyor dilimin ucuna...:

“Sen de benim hatalarımdan birisin...

Sen en büyük günahların bedelisin...

Senin için harcanan zamana yazık...

Sen en güzel duyguların katilisin...”

Sonra başka şarkılar geliyor dilimin ucuna...

Londra gecesinin karanlıklarında kayboluyorum...

DİĞER YENİ YAZILAR