3 haftadır uyutulan Deniz Som'un oğlu Can'dan mektup var...

Haberin Devamı

"BABAM BİRA TAŞIYAN VATANDAŞIN FİŞLENMESİNİ PROTESTO İÇİN SOKAKTA ŞARAP PARTİSİ DÜZENLEDİ..."

Hep farklı, hep vasata karşı ayrıksı, hep aykırı adamları ve kadınları sevdim ben...

Üç haftadır “uykuda tutulduğu hastanede” inanılmaz bir yaşam mücadelesi veren Cumhuriyet gazetesi yazarı Deniz Som, eşi Harika’nın deyimiyle “bitmek bilmeyen inadıyla” ölüme meydan okuyor...

Onu radikalizmini, protestliğini kaleme aldığım yazıda, muhafazakarlaşan yaşam biçimine inat “Şarap partisi düzenlediğini” yazmıştım...

Evindeki küçük bir rakı-balık sofrasında yemek yerken, yanı başımda dolaşan küçük Can koskoca adam olmuş, bana babasıyla ilgili bir mail göndermiş...

Bira taşıyan bir vatandaşın fişlenmesini protesto etmek için o şarap partisini düzenlemiş ki insanların gözüne soksun “mahalle baskısını...”

Yoksa ben de biliyorum Deniz Som içki denilen şeyi kırk yılda bir sosyal ortamlarda alırdı...

Öyle içkiyle alkolle başı pek hoş değildi...

Can, hastane odasında yaşam mücadelesi veren babasının ona söylediklerini bakın nasıl anlatmış?..

***


“Sevgili Reha Ağabey,

Ben, 1990’ların başında, daha “Ateş Hattı” TRT’de yayına girmeden önce, göbek göbek İstanbullu Kamil Deniz Som’un, Feneryolu’ndaki kira evinde kurulan rakı sofrasında yanınıza oturup da büyük sözü dinleyen; Nokta dergisinin koridorlarında kan ter içinde kalıncaya dek koşturan o küçük Can’ım...

Kısacası Deniz Som’un büyük oğluyum.

Öncelikle güzel dilekleriniz için size gönülden teşekkür ederim. Bu güzel dileklerinizin aracılığı ile de, kendimi bildim bileli içime dert olan birkaç noktayı; nokta nokta açıklamak isterim.

***


Deniz Som, Cumhuriyet gazetesine biçilen görev çerçevesince biçimlenen ve 40 yıla yaklaşan yazı-yazın yaşamında, üzerine düşeni gözünü kırpmadan; yarınını düşünmeden; doğru bildiğinden şaşmadan ve en önemlisi Kurtuluş Savaşı gazisi babasından aldığı öğüdü -Tevfik Fikret’in “Kıran da olsa kırıl düş, fakat eğilme sakın” dizesini- yerine getirerek kimi zaman kan damlayan kalemini satmadan; dönüp şaşırmadan; eğilip bükülmeden gerçekleştirebilmiştir.

Deniz Som hastane odasında yatarken, bir psikolog doktor hanımefendinin hastanın iç dünyasını anlayabilmek için yönelttiği “Ölümden korkuyor musunuz” sorusuna:

“Hayır, geldiğimiz-bildiğimiz yere döneceğiz. Burada da yanlış yaptığımı düşünmüyorum” diyebilecek kadar doğru ahlaka sahip bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı, Cumhuriyet gazetesi yazarıdır.

Allah’ın dosdoğru yolunun üzerine oturup da “Allah” ile aldatanlara inat diline “haram” sözcüğünü değdirmeden, boğazından ve boğazlarından haram lokma geçirmemiştir.

***


Deniz Som’un eşi ‘harika’dır ancak kocasıyla Moda Parkı’nda “şarap partileri” düzenlemişliği yoktur. Salacak’ta, elindeki torbada bira şişeleri taşıdığı için fişlenen bir yurttaşın durumuna dikkat çekebilmek için göbek göbek bağlı bulunduğu Üsküdar’da elindeki şarap ile eylem yapmış ve Nesimi’ye selam göndermiştir...

***


Deniz Som’un zamanında oğullarına, “size temiz bir soyadı ve babamdan devraldığım bir kütüphane bırakıyorum” demesi boşuna değildir.

Uyutulmadan önce, ekrandaki gelişmelere ve titreyen ellerine bakarak, “iki satır da olsa keşke Cumhuriyetçilere destek olabilseydim” demesi bizler için vasiyetinin en güzel bir kanıtıdır.

Öyle ki, neredeyse 15 yıldır kışları kırk yılda bir “içen” ve yalnızca yazları canından çok sevdiği “Alanyası”nda çok sevdiği dostları ile meşk eden Deniz Som’un bu biçimde anımsanarak, duaların esirgenmemesinin daha sağlıklı olacağı düşüncesindeyim.

“Vaziyet”in vasiyeti, büyük vasinin dilinin döndüğünce böyledir.”

***


Can’ın yazdıklarını bu köşede yayınlamak, bir dostun oğlunun mektubunu yayınlamak anlamına gelmiyor...

Bu mektup ve Can’ın anlattığı Cumhuriyet yazarı babası Deniz Som’la ilgili anıları sizlere aktarmak, Cumhuriyet Türkiye’sinde bir gazetecilik görevidir...

Deniz’lerin yaşaması ve yaşatılması, bir arkadaşın yaşamasından çok daha öte anlamlar taşır...

Can’ın satırlarında, Cumhuriyet’in, laikliğin ve demokrasinin yaşaması mücadelesidir Deniz Som’un yaşaması...

***


“EVLATLARINI ÇOK SEVEN BİR BABAYA” DEMİŞ MERAL: “AŞK OLSUN KANSER...”

“Sevgili Reha,

Evlatlarını bu kadar çok seven bir baba, bu kitabı da sever diye düşünüyorum...” demiş kitabı bana gönderirken Meral (Tamer)...

Kitabın ismi “Aşkolsun Kanser...” “Hayatımın ilk kırılma noktasını annem ve babam dört ay arayla ölüp beni yalnız bıraktıklarında yaşamıştım...” diyor Meral Tamer; “Yaşamımın ikinci kırılma noktası mimarlık yapmaktan vazgeçip, gazeteci olma kararımdır...

6 yaşındaki kızımı alarak, eşimden ve evimizden ayrılarak, ekonomik anlamda attan inip eşeğe bindiğim günleri hayatımın üçüncü kırılma noktası olarak anarım... Kanser ise hayatımın yeni bir kırılma noktasından öteye sanki milat gibi bir şey...

***


Siz yaşam kalitenizi eskisi gibi sürdürecek olsanız bile “Pardon nerede kalmıştık?..” diyemiyorsunuz artık... Her davranışınızda kanserden önce ve kanserden sonra gibi keskin bir ayrım oluyor...

Kanser teşhisinin benim hayatıma yansıması “Türkiye’nin asabi gündemine beynimi tıkamak oldu...” Artık liderlerin öfkeli suratlarını işim gereği her gün izleme zorunluluğundan bir anda kurtuluverdim... Ooooh dünya varmış...

Bu sayede evimin keyfini daha fazla çıkartma imkanı da doğmuş oldu benim için...

Benim kanser, tam da bahçenin bahar bakımının yapılacağı, mevsimlik çiçeklerin dikileceği döneme denk geldi... Bu yıl bahçemizi kırmızı ve morların ağırlıkta olduğu rengarenk çiçeklerle donattım...

Kızımın nicedir istediği limon ağacını bile bulup aldım... Kanser olup da frene basıncaya kadarki hızlı çalışma temposunda en yakın arkadaşlarımın dışındaki sevgili dostlarımla sakin sakin oturup sohbet etmeyi meğer ne kadar özlemişim...”

***


Kansere yakalanma, yaşamın bütün kodlarını bir anda değiştiriveriyor...

Hayattan aldığımız zevkler, keyifler, eğlenceler, mutluluklar gerçek kisvelerine bürünüyorlar...

Yalancı zevkler, sahte güçler, takıntılı güç savaşlarından, bir anda kurtuluyorsunuz ve hayatın anlamını kavrıyorsunuz... Çünkü yaşadığınız hayatın ne anlama geldiğini, ne muhteşem bir şey olduğunu gösteriyor, kansere yakalanmanız...

Bunu anlatıyor Meral Tamer...

Kanserle gelen hayatı yeniden keşfetme mood’unu... Kanser olmanıza gerek yok, hayatın keyfini nasıl çıkaracağım diye merak ediyorsanız, kitabın sayfalarına dalın...

Meral’in gerçekleştirdiklerinden, kendi hayatınıza katacağınız çok deneyim olacak...

***


ŞİMDİ HİDDİNK BEYEFENDİYE SORULARIM VAR...

Önceki gece Son Kale programını yaparken, arkadaşlar Hiddink’in son basın toplantısını yayına verdiler...

Aman Tanrım, bu mu olacaktı Hiddink gibi uluslararası kariyerdeki bir futbol adamının sözleri?..

Yok efendim Türkiye, dünya futbolunda 28. sıradaymış da, üçüncü sırada bulunan Almanya’ya yenilince niye kıyamet kopuyormuş?..

Sanki biz dünya birincisiymişiniz de falan filan...

Bir aşağılama bir snopluk, bir tepeden bakma...

***


Oysa ki kimse Almanya’ya neden yenildik diye suçlamamıştı teknik kadroyu ve futbolcuları?..

“Bu ne ruhsuz futbol, bu ne acayip taktik, bu ne biçim takım dizilişi” diye eleştirmişti herkes...

Biz Almanya’ya iki yıl önce 3-2 de yenilmiştik...

Bütün Türkiye o takımı başının tacı yaptı...

***


Şimdi ne diyecek Bay Hiddink?..

Aynı onun kelimeleriyle eleştirmeye kalksak “Bu Azerbaycan dünyada kaçıncı sırada, Türkiye kaçıncı?.. Nasıl olur bu rezalet?..” mi demeliyiz?..

Hayır ben yine onu demeyeceğim...

Şunu öğrenmek istiyorum Bay Hiddink’ten...

Arkadaş sen gençlerden kurulacak yeni bir Milli Takım yaratacak mısın yoksa, takımlarında doğru düzgün oynamayan eski şöhretlerden, karma ve çakma bir takım mı sahaya süreceksin?..

Ben yeni ve gençleştirilmiş bir Milli Takım, yeni bir jenerasyon ve umut istiyorum...

30 yaş ortalamasıyla, kendi takımlarında oynayamayan bir zamanların şöhretlerinin aşure yapıldığı bir takım değil... Milli Takım’ın basın toplantılarında kaptan Emre’nin yanında Nihat konuşuyor...

Hiddink’in yarattığı Milli Takım’ın sembol ismi Nihat’sa... Anlaşıldı merkez...

DİĞER YENİ YAZILAR