Tophane olayı, türbanlı hayatlar ve Kürt açılımı...

Haberin Devamı

Nişantaşı Abdi İpekçi caddesindeki Brasserie’de birkaç yıl önce “Türbanlı iki kadın oturmuştu...”

Türbanlı kadınlarla Nişantaşı’nın şık kafelerinin ilk tanıştığı yıllardı... Kafede oturanlar, bir acayip bakmışlardı o hanımlara...

O gün türbanlı kadınların Nişantaşı’nda Beyaz Türkler’in kalesi bir kafede oturmalarına gösterilen, “kaba” harekete nasıl tepki gösterdiysem, bugün de Tophane’de sanat galerisinin önünde yapılan eyleme aynı tepkiyi hatta daha fazlasını gösteriyorum...

Daha fazlasını gösteriyorum, çünkü Nişantaşı’ndaki kafede sadece mütecaviz bakışlar ya da laf atmalar vardı...

Oysa burada metecaviz bir saldırı var...

***


Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim...

Sakın kimse “Mahallenin örf ve adetlerine, konumuna saygı göstersin herkes” demesin...

Mahallenin örf ve adeti ya da konumu diye bir şey gerekçe olamaz...

O zaman Nişantaşı’nda Etiler’de oturanlar da “Bizim mahallenin geleneklerinde türbanlıların kafelerde oturması yok” deme hakkına sahip olurlar...

Böyle saçmalık olmaz...

***


İnsanlar “Mahallenin geleneklerine uygun değil” diye Tophane’de sanat galerisi açamayacaklar mı?..

İçki içemeyecekler mi?..

12 Eylül öncesinin kurtarılmış bölgeleri gibi Nişantaşı’na türbanlı hanımlar gelince kötü kötü bakacaksın, Tophane’ye sanat galerisi açıldı mı, insanlar açılış kokteylinde önünde içki içtiler diye biber gazıyla saldıracaksın!..

Böyle rezalet olmaz...

***


Türkiye’nin bu badirelerden çıkışı, “insanlara en geniş özgürlüklerin verildiği” barışın egemen kılındığı ve kavga ile insanları ötekileştirmenin yıkıcı enerjisinden kurtulup, barış ve dayanışmanın sinerjisinin yakalandığı bir demokrasiyle mümkündür...

BDP ile dün başlayan görüşmeler de bu açıdan umut vericidir...

Sonuçta BDP parlamentoda temsil edilen bir siyasi partidir... Sivil ve legal insiyatif üzerinden, yapılan her çaba barış için bir umuttur...

Tophane’de mahalle baskısına “Gelenekler gerekçe gösterilerek kesinlikle izin verilmemeli...”

Sivil ve yasal insiyatifler üzerinden, Türkiye’de barış için her türlü çaba harcanmalı...

***


Nişantaşı kafelerinde türbanlı kadınlar olacak, oturacaklar kahve içecekler, yemek yiyecekler, sohbet edecekler, kaynatacaklar...

Topnane’de sanat galerileri açılacak, insanlar gelecek, kokteyl yapılacak, içki ikram edilecek, sokak sanatla tanışacak, sohbetler yapılacak içkili ortamda sanatın estetiği konuşulacak, insanlar kendi sanatsal etkinliklerinin doruğuna varacak... Bunların hepsi birarada aynı ülkede Türkiye’de olacak...

Aynı mahallede...

Sinerji farklı dünyaların buluşmasından ortaya çıkar...

Farklı dünyaların rengarenk sinerjisi barışa yelken açan Türkiye’yi kanıtlayacaktır...

Aksi bir durum herkesin altında kalacağı bir hüsrandır!..

*****


KEMAL KILIÇDAROĞLU’YLA BULUŞMA...

Bizim Genel Yayın Yönetmeni İsmail Yuvacan kardeşim aradı dün akşam saatlerinde;

“Abi Kemal Kılıçdaroğlu olayı sıkıştı, yarın yazarlarla beraber sabah gidip akşam döneceğiz...

11’de Kemal Kılıçdaroğlu’yla randevumuz var... Geleceksin değil mi?..”

Daha önce bana bir bahsetmişti VATAN yazar ve yöneticileri olarak Kemal Kılıçdaroğlu’ndan, referandum sonuçlarından, laiklik anlayışına, türban sorunundan, Kürt meselesi, Avrupa Birliği’ne kadar herşeyi konuşmak için bir randevu ayarlayacağını...

***


Son dakikada program değişmiş, bu sabaha alınmış, akşam onu haber veriyor...

Bana gazeteciliği öğretenler, “Başbakan’ınkine git, ana muhalefetinkine gitme, adam seç, parti ayır, yandaş veya muhalif duruşa göre olay izle” demediler...

Bunlardan herhangi birini yapmaya hasbelkader yeltenseydim bile, o an beni kapıya koyarlardı Kızılay İzmir Caddesi’nin ortasında...

Her programı değiştirir ana muhalefet lideriyle buluşmaya giderim, böylesi bir ortamda, Türkiye’nin yaşadığı bugünkü olayların ortasında...

Bize çünkü “yandaş ya da muhalif olmamız değil” önce gazeteci olmamız öğretildi...

Bu mahalle terörünün buram buram estiği ortamda Tayyip Erdoğan’ın iftarına nasıl bir dakika bile düşünmeden katıldıysam, Kemal Kılıçdaroğlu’yla randevuya da aynı şevk ve heyecanla katılırım...

Kısmet olursa yarına bu köşede Kemal Kılıçdaroğlu izlenimleri var...

*****


HAYSİYET STANDARTI HERKES İÇİN EŞİTTİR SEVGİLİ ERTUĞRUL!..

Ne güzel yazmışsın dün...

“Bazı gazetelerin manşetinde Ahmet Özal’ın sözlerini okudum...

1988 yılında Özal’a düzenlenen suikastin arkasında Erol Simavi varmış...

Yuh artık...” diyorsun ve yazının devamında şöyle diyorsun:
“Normal bir hukuk devleti olsa, bu iftirayı atan adamın hayatını karartırlardı...

Bu kadar ucuz mu bir insana katil demek?..”

***


Erol Simavi senin Hürriyet’te patronundu Ertuğrul...

Eski patronuna, “iftira atıldığına inandığında” “Bir insana iftira atmak bu kadar ucuz mu, normal bir hukuk devletinde adamın hayatını karartırlar” diye nasıl da insani bir infial gösteriyorsun...

Güzel...

Tanıdığına, dostuna, sevdiğine iftira atıldığına inandığında ne kadar da güzel bir standart oluşturuyorsun...

Peki bu standart sadece senin çok sevdiğin dostların, eski patronların ve yakınların için mi geçerlidir?..

Başka insanların, sıradan vatandaşların onuru, şerefi, haysiyeti, eski patronunun ya da yakın tanıdıklarının, dostlarının sevdiklerinin onurlarından daha mı azdır?..
İnsan haysiyeti bu dünyada veya ahrette “Ertuğrul Özkök’ün eski patronları, tanıdıkları dostları ile sıradan ve öteki vatandaşlar” diye ikiye mi ayrılmaktadır?..

***


Gazetene “tarihçi” sıfatıyla aldırdığın kişilerin, etkin altındaki televizyonlarda “tarihe tanıklık ettiğini iddia ettikleri belgeselleri!!!” yaptığını söyleyen insanların eylemleri hakkında ne düşünüyorsun?..

“Düşman gördükleri, yönetemedikleri herkese, en rezil ifadelerle, en pis iftiralarla, en rezil sıfatlarla” saldıran bu insanların bu eylemleri yapması, sanatçıların, gazetecilerin, yazarların, siyasetçilerin, medya yöneticilerinin haysiyetlerini “bu kadar ucuza kirletmesi” normal midir?..

Biliyorum diyeceksin ki “Benim bunlarla ne alakam var?..

Herkesi ben mi kontrol edeceğim?..”

Oysa benim bildiğim birçok gerçek öyle olmadığına işaret ediyor dostum...

Bildiklerimi burada söylemeye gerek yok...

Ama şunu bilmelisin ki “hayattan talep ettiğimiz standartlar” dünyada ve ahrette herkese şamildir...

***


Kimsenin haysiyeti, kimsenin onuru diğerinden fazla veya az değil...

Haysiyet ve onur Ertuğrul Özkök’le tanışıklığa göre şekillenmiyor sevgili dostum...

Eğer “insan haysiyetiyle oynamak bu kadar ucuz değilse” bir düşün istersen “kimler kimler senin yakın çevrende ve yönettiğin gazetedeki köşelerde haysiyet cellatlığı yaptılar?..”

Ben sadece kişisel tarihime baktığımda bile onları saymaktan utanç duyarım...

En sonuncusu gibi hepsi de allanarak ve pullanarak en mutena ve müstesna yerlere yerleştirildiler...

Ahmet Özal babasının katili hakkındaki şüphelerini söylerken, insan haysiyetlerini rencide etmiş olabilir...

Ama bunu en azından “Cumhurbaşkanı ve Başbakan olan öz babasının ölümüyle ilgili kuşkuları” nedeniyle söylüyor...

Erol Simavi sözkonusu olduğunda bu kadar hassas ve duyarlı bir standart getiren sen sevgili dostum o standartı çevrende ve gazetende niye “Sezen Aksu”dan başlayarak yüzlerce insanın haysiyeti ve onuru için getirmedin...

“Sezen’e söylenenlere karşı çıktım” deme...

Ben senin yazdıklarından değil, “haysiyet cellatlarına” yıllar yılı verdiğin “sırtını sıvazlayan” o mahut destekten söz ediyorum...

***


Dün tesadüfen Önder Fırat ve sevgili kızın Gülümsün’ün ayrıldığı kocası Ercan Saatçi’yle öğle yemeğinde bu konuyu konuşuyordum...

Haysiyet standartı, demokrasi standartı, insanlık standartı herkes için eşittir sevgili Ertuğrul...

Dünyada da böyledir, ahrette de...

DİĞER YENİ YAZILAR