Nazım Hikmet bugünkü tartışmalarda hangi tarafta olurdu acaba?..

Haberin Devamı

Hayatı yaşamayı çalışırken, öldükten sonra nasıl bir isim bırakacağınız hiç gelir mi aklınıza?..
Hiç düşünür müsünüz, siz öldükten sonra, sizi nasıl anacaklar diye?..
Çetin Altan yıllar önce bir yazısında insanın gerçek ölüm anını şöyle tarif etmişti:
“Fiziksel olarak öldüğünüz an, ölmezsiniz aslında...
Bir süre daha çevreniz sizden bahseder, anılarından söz eder, sizin ‘şöyle bir adam, böyle bir kadın olduğunuzdan’ dem vurur...
Yıllar geçtikçe hakkınızda söylenenler de seyrekleşir...
Kalanların kırk yılda bir hatırına gelmeye başlarsınız...
Sonra çocuklarınızın sözlerinde yaşamaya devam edersiniz...
‘Babam şöyleydi, annem bunu böyle yapardı’ türünden repliklerde adınız geçer...
Sonra yine yıllar geçer...
Ve bir gün bir yerde birisi sizden son bir kez söz eder...
Son kez sizden sözedildiği o gün siz gerçekten ölürsünüz...
Bir daha hiçkimse hiçbir yerde sizden bahsetmeyecektir...
O gün ölürsünüz işte!..”


***


Elbette hayatta yaptıklarıyla sonsuzluklara ulaşacaklar için bu ölüm anı pek gerçekçi değil...
Dün 3 Haziran 1963’te ölen Nazım Hikmet’in 47. ölüm yıldönümüydü...
Hürriyet’in internet sayfasında Nazım Hikmet’in ölümünden sonrası için yazdığı şiirin dizelerinde kaybolup gittim dün akşam...

***


“Uyumak şimdi,
uyanmak yüzyıl sonra, sevgilim...
- Hayır,
kendi asrım beni korkutmuyor
ben kaçak değilim.
Asrım sefil,
asrım yüz kızartıcı,
asrım cesur,
büyük ve kahraman.
Dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman.
Ben yirminci asırlıyım
ve bununla övünüyorum,
Bana yeter
yirminci asırda olduğum safta olmak
bizim tarafta olmak
ve dövüşmek yeni bir âlem için...
- Yüz yıl sonra, sevgilim...
- Hayır, her şeye rağmen daha evvel.
Ve ölen ve doğan
ve son gülenleri güzel gülecek olan yirminci asır
(benim şafak çığlıklarıyla sabaha eren müthiş gecem)
senin gözlerin gibi, Hatçem,
güneşli olacaktır.”


***


Şimdi 21. yüzyıldayız...
Nazım’ın övünç duyduğu yüzyıl biteli 10 yıl oluyor...
Önceki gece televizyonda ilginç bir tartışmada “Nazım Hikmet’ten örnek verildiğini” duydum...
Taraflardan biri Nazım Hikmet’in kendine yakın olduğunu anlatmak istercesine “Nazım’a referans yapıyordu...”
Nazım bugün yaşasa bu Ergenekon’cu, faili meçhullü, derin devlet operasyonlu, askeri vesayetli darbe iddialarıyla, cemaatçi, sivil vesayetli, irtica ve Ilımlı İslam modeline sıkışıp kalan 21. yüzyıl tartışmalarımızın ne tarafında olurdu acaba?..


***


“Dört nala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim
Bilekler kan içinde
Dişler kenetli
Ayaklar çıplak
Ve bir ipek halıya benzeyen toprak
Bu cehennem bu cennet bizim...
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine
Bu hasret bizim...”

***


Güzelim Nazım nereden bilecekti ki hasretini duyduğu şeylere, yaşadığı asırdan, bir asır sonra da hala hasret duyulmakta “Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzandığını söylediği ülkesinde!..”
Onun dediği gibi “Bu cennet ve bu cehennem bizim” hala...
Biliyorum ki, ne faili meçhullerin karanlık ellerinin, ne irticanın, ne darbecilerin, ne cemaatçi İslamcı modellerin, ne de derin devlet operasyonlarının kıyısından ve köşesinden geçmezdi Nazım’ın o şiirsel karakteri...
En iyisi onu o güzel kalbiyle anmak...
“Sevdiğin müd-detçe
ve sevebildiğin
kadar
Sevdiğine her şeyi verebildiğin müddetçe
ve verebildiğin kadar gençsin...”
Gör bak hala ne kadar çok verebiliyorsun ki gözümüzde ve gönlümüzde bu kadar genç kalabiliyorsun Usta...


*****


EVLİ OLMADAN KALAMAYACAĞIM MI BEN BU GÜZEL OTELDE?..

Muhtemelen siz Mutlu’yu (Tönbekici) benim 6. sayfada yazdığım günlerden sadece köşe komşum olarak biliyorsunuz...
Oysa Mutlu, yıllar önce benim Show Haber’de muhabir ve editörümdü...
Sonra bir gün karşıma çıktı;
“Reha Bey” dedi, “Ben Hindistan’a belgesel yapmaya gidiyorum...”
Kızım yapma etme eyleme, “Burada iyi para kazanıyorsun... Televizyon haberlerinde zirvedeyiz... Daha uzun yıllar bu işten iyi ekmek yersin... Çok stresli ve gergin, ama bu başarı bırakılıp Hindistan’a belgesel yapmaya gidilir mi?..”
Oğlak burcu yani Keçi burcu kız...
İnadım inat...
Nuh diyor Peygamber demiyor...
Bir de sevimli...
Kızamıyorum...
Arkasından bir kova su döktük gönderdik...


***


Yıllar sonra karşıma Vatan’da köşe yazarı olarak çıktı
Mutlu’cuk...
Bir de kardeşiyle yazdığı Küçük Oteller Kitabı var ki dillere destan...
Türkiye’deki dört bir yanındaki butik, egsantrik, çarpıcı ve ilginç özellikleri olan yüzlerce oteli topladığı kitabının 13. yenilenmiş baskısını getirdi bana...
İnanılmaz bir kitap olmuş...
Önümüz yaz...
Ne ararsan var...


***


Tam nereye giderim diye araştırırken, bir şehir hatları vapuru çarptı gözüme...

Şehir hatları vapurundan ışıl ışıl bir otel yapmışlar...

“Otantik Gemi Otel Güzelyalı” isimli “gemi-otel” Bursa’da Güzelyalı’da...

Şöyle diyor Mutlu otelle ilgili:

“Elli yıl İstanbul şehir hatlarında görev yapan İngiliz yapımı gemi, kılpayı hazin sondan kurtulmuş...

Burgaz kasabası (Resmi adıyla Güzelyalı) satın almış...

Çok başarılı bir restorasyon çalışmasıyla bir yüzer otele dönüşmüş...

Orijinal malzeme korunmuş...

Suitlerdeki tarihi rabıtalara ve dümenlere dokunulmamış...

Temizlenmiş ve cilalanmış...

Eskiden yolcunun oturup, martılara simit attığı güverteler (privat), teraslara dönüşmüş...

Odalar yüksek konfor standardında...

Ranza beklerken kendinizi ‘kingsize’ kuştüyü yataklarda buluyorsunuz...

Tavanlar biraz basık haliyle, ama Titanic’te olmadığımızı hatırlayalım...

Makine dairesi bir balinanın karnını andırıyor...

Devasa toplantı salonuna çevrilmiş...

Kısa sürede trendi olmayı başaran restoranındaki garsonlar denizci kıyafetiyle servis yapıyor...

İstanbul Deniz Otobüsü yanıbaşınızda, gazeteler bitmeden İstanbul’a ulaşıyorsunuz...”


***


Tam şehir hatları vapurunda bir gece konaklamak ve nostalji yapmak vardı diye içimden geçiriyorum ki, Mutlu’nun parantez içine aldığı son nota gözüm ilişiyor:

“Mühim not” demiş Mutlu:

“Evli olmayanlar aynı odada kalamıyor!..”

Bu kadar geniş vizyon sahibi olacaksınız, böylesine bir nostaljiden, şehir hatları vapurundan otel yapacaksınız, ışıl ışıl donatacaksınız denizde yüzer bir oteli kuracaksınız...

Sonra da “Evli olmayanlar aynı odada kalamazlar” diyerek, bütün yaptıklarınızı tuzlu buz edeceksiniz... 21. yüzyılda, bu güzelliklerin ve küreselleşmenin ortasında, hala bu anlayış geçerliyse nasıl Türkiye’nin güzelliklerinden yerli ve yabancı turistleri yararlandıracaksınız?..

Yani İspanyol, Fransız, İtalyan, Amerikalı turist gelecek, onlardan evlilik cüzdanı mı isteyeceksiniz?..

Yoksa onlar “gavurdur” deyip, onlardan istemeyip Türk turistlerden mi isteyeceksiniz?..

Ayıp değil mi?..

Bana baba diyen tam dört tane çocuğum var benim...

Beraber yaşadığım sevgilimle de gayet mutluyum ve evli değilim...

Ben ve ailem bu “yüzer otelde” kalamayacak mı nostaljiyi yaşayamayacak mı?..

Böyle bir çağdaşlık, böyle bir gelişmişlik böyle bir 21. yüzyıl Türkiye’si olabilir mi?..

Böyle mi olduğunu zannediyorsunuz siz girmeye çalıştığınız Avrupa Birliği’nde İtalya’da, İspanya’da, Fransa’da, Yunanistan’da otellerin?..

Ayıptır ve yazıktır bu ülkeye, başka bir şeye değil...

DİĞER YENİ YAZILAR