Dünyanın taptığı Elvis Presley’i karısı aldatmış ve terk etmişti…

Haberin Devamı

Bir erkek paraya pula, şana şöhrete, itibara sahip olduğunda, “bütün kadınların ona tapacağına ve muhteşem aşklar yaşayacağına” inanır...

Kendisinin vazgeçilmez olacağını, kadınların onsuz yapamayacağını sanır...

Annesinin çok özel çocuğu olan Elvis de annesinin istediği gibi çok başarılı bir erkek olursa, hayatının aşkının ve aslında tüm kadınların onu çok seveceğini düşünüyordu...

Annesi olsa öyle yapardı çünkü...

Oysa bir kadın için erkeğin ne kadar ünlü, ne kadar şanlı, ne kadar paralı ve itibarlı olması çok önemlidir önemli olmasına ama...

Bir kadın için bir erkek “ona verdiğiyle onun gözünde itibarlıdır...”

Çok başarılı, çok şanlı şöhretli erkekler, çoğu zaman kadınları tarafından aldatılırlar...

Veya terk edilirler...

Bütün kadınların onun için öldüğü, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük rock yıldızı Elvis Presley şöhretinin doruklarındayken, elinden tuttuğu, büyüttüğü ve annesinin yerine koyarak evlendiği karısı tarafından aldatıldı ve sonra da terk edildi...

***


8 Ocak 1935’te tek yumurta ikizi olarak doğduğunda, ikiz kardeşi ölmüştü Elvis’in...

Annesi Glady kardeşinin gücünün de Elvis’in üzerine geçtiğine inandı...

Doğduğu andan itibaren Elvis ve annesi Gladys Presley arasında birçok anne ve oğlu arasında görülen türde çok yakın, çok bağımlı biraz hastalıklı bir bağ oluştu...

Hayatı boyunca Elvis sevgi istedi; annesinin ona fazlasıyla sunduğu eleştirisiz ve sınırsız sevgiyi...

Dünyanın en ünlü starlarından biriydi...

Genç kızlar, ona gönderdikleri mektuplarda, kendilerini sunmaya hazır olduklarını söylüyorlardı...

Elvis onları sevmediği takdirde kendilerini öldürmekle tehdit ediyorlardı...

Annesiyle olan aşırı yakın ilişkisinden dolayı duygusal olarak tam olgunlaştığı söylenemezdi Elvis’in...

Aslında hangi erkeğin söylenebilir ki?..

Çok genç ve el değmemiş kadınlara karşı bir eğilimi vardı...

Fakat onu cok iyi tanıyanlar bile, Elvis Almanya’da askerlik yaparken 14 yaşında genç bir kızın büyüsüne kapılınca oldukça şaşırmışlardı...

Priscilla Beaulieu bir asker çocuğuydu...

Almanya’da konuşulan Amerikan Hava Kuvvetleri’nin bir yüzbaşısının kızıydı...

Kendine güvenen ve iyi yetişmiş genç kız, yaşından oldukça büyük gösteriyordu...

Elvis ondan çok etkilendi ve bir buluşma ayarlamayı başardı...

Önceleri, Priscilla Amerika’nın en çekici askeriyle Elvis’in buluşmak istediğine inanamadı...

“Biri bana Elvis Presley ’le tanışmak isteyip istemediğimi sordu...

Ben de bunun bir şaka olduğunu düşünerek ’Olur’dedim...

Bundan sonra hatırladığım şey ise Elvis’in evine doğru yola çıkmış olduğumdu...

Karşımda duruyordu, ayağa kalkmıştı, elimi sıkıyordu...”

***


Priscilla’nın söz ettiği gerçek, Elvis’in dayanılmaz cazibesi olduğuydu..

Elvis genç kıza kur yapmaya başka buluşmalar ayarlamaya, onu çiçeklere ve hediyelere boğmakta gecikmeyecekti...

Amerika’ya döndüğünde Priscilla ’yı yanına almaya karar verdi...

Onu her an görebilmek istiyordu...

Elvis, Priscilla’nın Almanya’da bulunan ailesini arayarak Priscilla’nın Noel tatillerini Memphis’te Elvis ve ailesiyle geçirmesi için izin aldı...

Ailesi kısa bir ziyarete izin verdi; ancak nasıl olduysa Elvis tatilden sonra genç kızı bir daha eve ailesiniin yanına yollamkadı...

Priscilla o günler için şöyle söylecekti:

“Sonunda neyapıp etti ve ben kendimi onun yanında Immaculate Conception Lisesi’ne giderken buldum... Endişelenmiyordum; çünkü Elvis bana hiçbir şekilde zarar gelmeyeceği konusunda ailemi ikna etmişti...”

***


Elvis gençlik rüyası aşkının, bir peri masalına dönüşmesi için elinden geleni yaptı o günlerde...

Okula giderken kullanması için Priscilla’ya önce bir Corvair, daha sonra eflatun rengi bir Chevrolet marka spor araba aldı...

Ne zaman bir konser turnesi veya bir film çekimi için uzakta bir yerlere gitmek zorunda kalsa Priscilla’yı da yanına almaya başladı...

Sinemaya gittiklerinde içerde istediği kadar gürültü yapabilsin diye Elvis sinema salonunu kapatırdı...

14 yaşında tanıdığı ve aşık olduğu Pricilla 21 yaşına geldiğinde “kral için uygun bir kraliçe adayıydı” artık...

1 Mayıs 1967’de La Vegas ’da bir otelde hazırlıksız ve ani bir törenle evlendiler...

Tam dokuz ay sonra çiftin tek çocuğu Lisa Marie Presley doğdu...

Peri masallarındaki güzel prenses gibi Priscilla da yaşadığı sıra dışı hayata gözlerini açmaya başlıyordu...

***


Oysa annesinin çok özel bir bağla yetiştirdiği çocuk, birkaç yıl önce genç yaştaki annesini kaybetmişti...

Uzun bir süre depresyona girmiş, sonra hayata yeniden tutunmuş, ancak gücünü koruyabilmek için sürekli amfetamin kullanmaya, konserlerden sonra sonra uyuyabilmek için de sürekli ilaç almaya başlamıştı...

Elvis eroin ve esrarı kişilik zayıflığın bir simgesi olarak görüyor, onları küçümsüyordu;

Ancak doktorlar tarafından ona yazılan güçlendirici ve sakinleştirici ilaçların, onu yeni ve yasal uyuşturucu bağımlısı haline geldiğinin farkında bile değildi...

Ününün zirvesinde olduğu yıllar bu anne kuzusu çocuğun kişiliği iyice paranoyak hale geldiği yıllar olacacktı...

Elvis o günlerde kendisine hayran olan kalababılkaların onu öldürme planları yaptıklarını düşenecek kadar paranoya içindeydi...

Bu yüzden hem sahnede hem de sahne dısında silah taşıyordu...

Onu gece gündüz kuşatan koruma ordusuna karşın, bir taraftan da kendi savunabilmek için karate dersleri almaya başlamıştı...

Sürekli partiler, yasal uyuşturucu olan antidepresyon ilaçları, çok fazla ünü kaldıramayan sorunlu ve huzursuz hayat onu şişman, hantal ve sürekli sızlanan biri haline getirmişti...

kader ağlarını yavaş yavaş örüyordu...

Elvis’in saldırıya uğrama ve öldürülme takıntısı, bir süre sonra onun hayatının en acı tecrübesini ona vermeye hazırlanıyordu...

***


Kendisinin yanısıra Priscilla’nın da kendini koruması gerektiğine karar verdi ve ders vermesi için Mike Stone adında yakışıklı, genç bir karete hocası tuttu...

Ne kadar ünlü olursa olsun, sürekli paranoyalar içinde bir adam...

Öldürülmekten korkan, huzursuz yaşayan, ilaç alan, depresyondan çıkamayan bir erkek...

Sevgilisine sevgi ve aşk vermekten çok, annesinin ölümünden sonra kendisini tam yönetemeyen bir adam...

Karate hocasıyla genmç karısının arasındaki derslerin nasıl geçeceği belli olmuştu...

Çok geçmeden dersler kontorlden çıktı...

Priscilla hayatında ikinci kez aşık oldu...

Bu konuda Elvis’ei karşı dürüst ve açık olmaya karar verdi...

Elvis’i “Bir başkası için ve daha basit bir yaşam biçimi için onu terk edeceğini” söyledi...

Ne kadar kadınca bir davranış...

Erkekler hep şatafatın kadınları bağlayacağını düşünürler...

Oysa şatafat kadınları çeker başlarda...

Ama kadını şatafat bağlamaya yeterli olmaz...

Kadın kendisine gösterilen ilgi ve seviyle, aşkı hissederek bağlı kalır...

Nitekim genç kadın, Elvis’in Gracelands’teki müthiş malikanesi terkettiğinde şöyle diyecekti:

“ Büyümek istiyorum. bir şeyler yapmak istiyorum...”

***


Elvis, Gracelands’teki evinde neredeyse bir izole ve münzevi bir hayat yaşamaya başladı...

Priscilla ’yı ondan çalan adamdan, Mike Stone’dan intikam almanın yollarını arıyordu...

Öyle kızgındı ki sevilen dizi San Francisco Sokakları’nda aktör Karl Malden’ın oynadığı Mike Stone adlı karakteri gördüğünde silahlarından biriyle televizyon ekranına ateş etmeye kalkışıyordu...

Yardımcıları o televizyon izlerken tetikte bekliyorlardı...

Bir gün ilaçlardan iyice sersemlemiş bir haldeyken korumalarına Mike Stone’u öldürmelerini emretti...

Kendine zarar vermeye eğilimi vardı...

Konsere gitmeyeceği zamanlarda yatağından çok nadir çıkar; anne sevgisinin vediği huzura çoçukluğunun güvenli ve sıcak dünyasına dönüşler yaşardı...

Böyle zamanlarda gerçek dünyadan elini eteğini çekiyor, kullandığı uyuşturucularla acısını hafifletiyordu...

***


Düzenli olarak uyuşturucuya alışık olmayan insanları öldürebilecek dozda uyuşturucu alıyordu ve sonunda 15 Ağustos 1977’de Priscilla ’nın gidişinden 5 yıl sonra, içinde Quaaludes, Seconal, Demerol ve Valium un da olduğu 14 farklı uyuşturucunun garip bir karışımını yuttu...

Ertesi gün banyosunda ölü bulundu..

Kalp krizi geçirmişti...

Annesinin ölümüne ve arkasından onu terkeden biricik karısının ardından kalan yalnızlığa daha fazla tahammül edememişti...

42 yaşındaydı...

Şöyle demişti:

“Çocukken hayaller kurardım...

Çizgi roman okur, kendimi çizgi roman kahramanı olarak hayal ederdim...

Film seyreder, filmdeki kahramanla kendimi özdeleştirirdim...

Aslında kurduğum tüm hayaller bir gün gerçek oldu...

Hem de defalarca...

Çocukluğumda öğrendiğim bir cümle vardı:

Şarkısız bir gün, yaşanmış bir gün değildir...

Yaşamınızda müzik yoksa, arkadaşınız da yoktur...

Şarkısız yolculuk bitmez...

Ben de hep şarkı söylüyorum...

Kendim için sizler için...”

Çok sonraları onu terkeden karısı “Onun tek aşkı vardı... O da annesiydi...” demişti...

“Elveda anne...”

DİĞER YENİ YAZILAR