Çaylı, kahveli, gazeteli sorgu...

Haberin Devamı

Nişantaşı’nda bir restoranda üç kişi oturuyorduk... Cep telefonuma NTV’den mesaj geldi...

“Hrant Dink öldürüldü...”

Öylece kalakaldığımı hatırlıyorum Nişantaşı’nın ortasında...

Kendime bir süre gelemediğimi...

Ermeni kökenli, Ermenice yayınlanan bir gazetenin sahibinin güpegündüz İstanbul’un ortasında Şişli’nin ana caddesinde öldürülmesinin dünyada yaratacağı tepkiler gözümün önüne geliyordu...

Acaba “Ermeni soykırımını yapanlar, şimdi de Ermeni gazeteci öldürdüler” mi diyeceklerdi?..

Türkleri bir kez daha “barbar” ilan edip “Biz dememiş miydik” mi diyeceklerdi?..

Bütün dünya, girmeye uğraştığımız Avrupa, her yerden tecrit mi edilecektik?..

Bu cinayeti bize dünyaya nasıl izah edecektik?..

***


Atina’da, Paris’te bir sürü yerde kalmış, yurt dışında çok uzun zaman gazetecilik yapmıştım...

Dünyanın nasıl tepki vereceğini, Ermeni diasporasının nasıl gürültü kopartacağını, hayatın Türkiye için dış dünyada ne kadar çekilmez olacağını bilebiliyordum...

Kırk beş dakika, bir saat yerimden kalkamadığımı, dalıp dalıp gittiğimi, pek kimselerle konuşamadığımı hatırlıyorum...

İçime fena halde bir sıkıntı girmişti...

Şimdi, o olayın katil zanlısının Emniyet’teki sorgu görüntülerini görüyorum...

Çay servisi yapılıyor tepsiyle katil zanlısına sorguda...

Gazete veriliyor okuması için...

Tanrım bunlar sahi mi, gerçekten oldular mı?..

Bir ülkenin herhangi bir kamu görevlisi, bu kadar kendi ayağına kurşun sıkacak kadar basiretsiz davranabilir mi?..

Suçsuz yere bir insanın katledilmesine, “insanlık” adına üzülmediler diyelim, peki hiç mi kimse düşünmez “Ben böyle yaparak, katil zanlısına bir türlü ya da dolaylı arka çıkarak, bu ülkeye nasıl bu kadar kötülük yaparım diye?..”

Bu mudur vatanseverlik?..

Türkiye’yi dünyanın gözleri önünde yeniden “cinayet işleyen, barbarlık suçlamalarına maruz bırakan” bir ülke haline getirmek midir?..

***


Şimdi “İyi polis kötü polisi oynadık, bunları yaptık ki katil zanlısı çözülsün ötsün, bilgi versin” mi diyecekler?..

Bu fotoğraflar içimdeki sıkıntıyı yeniden ayağa kaldırıyorlar...

Yurt dışında uzun yıllar yaşamayan bir Türk bilemez...

Yıllar yılı, aleyhinize en koyu propagandalara nasıl karşı gelinmeye çalışıldığını, belgelerin nasıl tahrif edildiğini anlatmaya çalıştığınızı kimseler bilemez...

Bu fotoğraflar nasıl izah edilecektir dünyaya?..

Tanrım...

Sen bu ülkeyi onu çok fazla sevdiğini söyleyenlerden koru!..

*****


RAKI, ŞARAP VE VİSKİLİ ŞARKILAR...

Yardımcım Gönül piyasaya yeni çıkacak “40+” isimli derginin, beni kapak yapmak için sorduğu soruları getirdi dün...

Sorulardan biri “Şarap, viski, rakı severdiniz?.. Hangisini tercih edersiniz, hangi markayı seversiniz?..” şeklindeydi...

Onlara tam “Viski ve rakı içtiğim günler tatlı bir nostalji olarak gerilerde kaldılar... Neredeyse sadece tadımlık kırmızı şarap içiyorum...” diyordum ki, Milliyet’ten Ali Eyüboğlu kardeşimin, Günay Gece Kulübü’nün kendi müşteri araştırmasını yayınladığını gördüm...

Gece kulübü müşterisi hangi şarkıcıyı, hangi içkiyle tercih ediyor sorusunun cevapları var bu ilginç araştırmada...

Bülent Ersoy, Muazzez Abacı, Kibariye, Alişan, Demet Akalın, Özcan Deniz, Fatih Ürek dinleyenler ezici bir çoğunlukla rakı içiyorlar...

Eh normaldir...

Abacı’nın ya da Bülent Ersoy’un o muhteşem Türk Sanat Müziği icrasına viski ya da şarap içerek eşlik etmek, pek mantıklı olmasa gerek...

Alişan için bir şey demeye gerek yok zaten, en son Bodrum’un “in” plajlarında yaz günü minderlerin üzerinde dürüm kebap yiyordu...

Onun kendine has ağlamaklı fantezi türü müziğini “brandy” içerek dinlemeyecek heralde kimse...

***


Buna karşın, Ebru Gündeş, Sibel Can ve İbrahim Tatlıses dinleyenlerin önemli bir bölümü rakı, diğer bir bölümü de viski içerek bu sanatçıları dinliyor...

Bu üçlünün fantezi müziğinin hafif oynak ritminde, zengin bir profil çizmeleri de “viski” içiminde etkili olsa gerek...

Buna karşın Nilüfer, Ferhat, Candan’ın müşterisi sanatçılarını şarap içerek dinliyorlar...

Belli ki romantik şarkılar, şarap içmeyi çağırıyor izleyicide...

Candan, Nilüfer ve Funda Arar’da viski içen de çok fazla...

Bu da kentli ve zengin bir izleyici profili demek...

***


Ben bu tabloda esas Emel Sayın’a takıldım...

Emel’i dinleyenler nasıl olup da çoğunlukla şarap içiyorlar bunu anlamış değilim...

Benim bildiğim Emel’in “Karam Aman Aman” la başlayan o güzelim oynak parçaları esasen rakıyla gider...

Haberin sonunda bir de gazino müşterilerinin sağlıklı beslenmesiyle ilgili bir haber var...

Artık kızartmalara dokunmuyormuş müşteriler...

Izgara ya da fırında et veya balık alıyor, karides kalamar gibi kolesterolü bol ürünlere rağbet etmiyorlarmış...

***


Bu tabloya baktığım ve maalesef durumumu hiç iyi görmedim...

Artık ne viski ne votka ne rakı içiyorum...

Bu durumda şöyle ağız tadıyla Günay’da ne Bülent Ersoy, ne Abacı, ne Tatlıses, ne Ebru, ne de Sibel Can’ı izleme şansım yok...

Şimdi 20 yaşında gazeteciliğe ilk başladığım günleri hatırlıyorum da...

Ne havalıydı “gazinolara gidip” rakı eşliğinde mezelerle masaları donatmak...

Rakının verdiği çakırkeyif mutluluklarda, şarkıların sözleri arasında dans raksetmeler...

Hayat ne kadar da değişiyor...

Robin Sharma’nın “Ferrarisini Satan Bilge” sinden, Paulo Coelho’nun iç keşiflere uzanan yolculuklarını anlatan kitaplarından ve elbette Quantum’u adım adım yaşamaya çalıştığımdan beri, “artık içkisiz ve sigarasız mutluluklar” daha çok cezbediyor beni...

Şimdi bir lacivert Bodrum gecesinde olmak vardı...

Ship A Hoy’da dolunayın doğuşunu seyretmek gece 21.00 civarında...

Vangelis eşliğinde, biraz zeytinyağlı, biraz balık biraz şarap refakatinde...

Ustaları artık gazinolarda “içkili mezeli ortamlarda dinlemek istemiyorum” nedense...

Onlar radyolarda, disklerde doğal ortamlarda artık dinlenmeli...

Hayatın huzuru benim için artık çok başka kıyılarda...

DİĞER YENİ YAZILAR