'Kürt analarını okutabilseydik eğer...'

Haberin Devamı

Geçen hafta öğleye doğru medyada etkin görevlerde bulunan, milletvekilliği de yapmış bir dostum telefon etti...

“Bu öğlen müsaitsen bir öğle yemeği yiyelim mi?” diye sordu...

“Müsaitim” dedim, “Göreceğim gelmişti seni... Buluşalım çok birikti beraber bir ufuk turu yaparız...”

Öğle yemeği son zamanlarda yediğim en ilginç yemeklerden biri haline geldi dostumun bir sorusuyla biraz sonra:

“Türkiye’de Kürt sorunu, neden bir Laz sorunu, bir Çerkez sorunu, bir Abaza sorunu gibi bir sorunun çok ötesinde bir sorun hiç düşüdün mü?..” dedi...

Doğrusu bu ya Kürt sorununun varlığını konuşmaktan, bu sorunun neden diğer etnisite sorunlarının üstünde bir yer aldığını düşünmeye fırsat bulamamıştım...

Kürt kökenli vatandaşlar, Laz kökenli vatandaşlardan ya da Abazalardan veya Çerkezlerden sayıca daha fazla oldukları için mi biz Kürt sorununu konuşuyor, Laz veya Çerkez sorununu konuşmuyorduk...

Yoksa kimsenin dillendirmek istemediği mi doğruydu, PKK mı terör yaratarak bu konuyu konuşulur hale getirmişti?..

***


Öyle olsa bile, hangi toplumsal temel ve koşullar PKK’yı yaratmıştı?..

Bugüne kadar bütün ezberleri bozan bir şekilde konuşmaya başladı dostum...

“Benim anneannem Laz’dı ve tek kelime Türkçe bilmezdi..” dedi...

“Ben İstanbul’da Arnavutköy ilkokulunda okurken, ’Türkçe’yi şiveli konuşuyorum’diye sınıftaki çocuklar alay etmişti benimle... Ben de sinirlenip içime kapanmıştım... O ilkokulda tek arkadaşım Rum olan bir çocuktu, çünkü o da şiveli konuşuyordu Türkçe’yi... Erzurum’daki lisede de benzer bir olay geldi başıma... Sonra şiveler normalleşti... Anneannem Türkçe bilmezdi... Ama Cumhuriyet kendi dilini konuşmaya devam edenlere Türkçe’yi de adım adım eğitim yoluyla öğretti... Annelerimize öğretti, yani kadına öğretti... Kadına öğretince, çocuklar da öğrendi... Kendi dilinin yanı sıra herkes için bir eğitim birliği, bir dil birliği, bir kültür birliği oluştu... Benim çocuklarımın kanında da Lazlık var ama Türk milletinin bir üyesi, bütünlüğün bir parçası... Bilinçaltında bir ayrılık duygusu yok...”

***


Çok ilginçti söyledikleri...

Türkçe şivesiyle ilgili dostumun okuldaki yaşadığı zorlukların bir benzerini şimdilerin medya patronu Fettah Tamince de okuldayken yaşamıştı...

Bana bir Bodrum sabahında yaşadığı okul dramını espiriye vurarak anlatmıştı...

Gerçek şuydu ki, 87 yıllık Cumhuriyet farklı köklerden, etnisitelerden gelen insanları ve grupları dil ve kültür birliğiyle tek bir millet çatısı altında toplamaya çalışmıştı...

Dostum en can alıcı sözü en sonda söyledi:

“Kürt analarına zamanında Türkçe’yi öğretemediği için bugün bu sorunları yaşıyor Cumhuriyet....”

Önyargısız ve çok zekice bir saptamaydı bu...

Türkçe öğretmek, bir dil biliği sağlamak, elbette kendi ana dilinin unutulması, yok edilmesi, kültürel asimilasyon desteklemesi için yapılmamalı...

Türkiye’de Kürtler dahil her etnisite kendi dilini rahatça ve özgürce geliştirebileceği zemine ve ortama kavuşmalıydı...

Ama Kürt analarını okutamayan, bir ortak dille bir eğitim, kültür ve dil birliğini sağlayamayan Cumhuriyet iktidarları bugünün sorumluları arasındaydılar...

***


Geçen hafta çok ilginç ve verimli geçen bu öğle yemeğini, çok uzaklarda okyanus ötesinde aniden hatırlayıverdim önceki gün...

New York’ta Birleşmiş Milletler binasının 7 numaralı oturum salonundaydık...

Birleşmiş Milletler Genel Sekreter Yardımcısı da dahil dünyanın dört bir yanından kendi bölgesel giysileriyle katılan konuşmacılar ve dinleyiciler vardı salonda...

Turkcell’in Kardelen projesi Birleşmiş Milletler tarafından örnek proje seçilmişti...

Birleşmiş Milletler şemsiyesinde başka ülkeler Turkcell’in TED İstanbul Koleji’nin destekleriyle gerçekleştirdiği “karı ve toprağı delerek güneşe açılan Kardelen çiçekleri misali, karı ve toprağı delip, okulla ve eğitimle buluşan bizim kızlarımızın” öyküsünü ve kazanımlarını paylaşmak istiyorlardı...

Bir gurur anıydı New York’ta Bileşmiş Milletler binasında Ortadoğu Teknik Üniversitesi üçüncü sınıfında uluslararası ilişkiler okuyan Güleser Çelik’i dinlemek...

Salonda Türkiye’den gelen kadın ve aileden sorumlu bakan Selma Aliye Kavaf, milletvekilleri, BM Genel Sekreter Yardımcısı Rachel Mayanja ve dünyanın dört bir yanından delegeler ve konuklar vardı...

Türkiye 80 yıldır hükümetler tarafından ihmal ettiği bir gerçeği, sivil toplum kuruluşlarının önderliğinde yapmaya başlamıştı...

Turkcell Genel Müdür Yardımcısı Koray Öztürkler, bu topraklarda tam 20 bin okuma olanağı olamayan Kardelen kızını bursla okutmaya başladıklarını söylerken, bunların 8666’sının liseden mezun olduğunu, 2700’ünün üniversiteye girdiğini, 755’inin daha şimdiden üniversiteden mezun olduğunu anlatırken ne kadar gururluydu...

***


Sezen Aksu’nun sesi Birleşmiş Milletler salonunda toplananları ağlatmaya başlamıştı ki bu projeye ilk gününden itibaren bütün ruhunu veren, inisiyatif alan merhume Prof. Dr. Türkan Saylan göründü dev ekranda...

İspanyol belgeselciye kız çocuklarının okutulmasının ne kadar önemli olduğunu anlatıyordu, başındaki kemoterapiden dökülen saçlarını örttüğü bandanasıyla...

Ağlamak böyle anlarda bu boşalma, bir azim, bir anma, bir gurur, bir iyimserlik ve bir umut göstergesidir...

Ağlayan salonda bu duyguların hepsi birden vardı...

Salondan çıktım...

Güneş pırıl pırıl parlıyordu dışarıda...

Pırıltıları denize vuruyordu...

New York’ta güneş sanki Türkiye’nin kaderini değiştirmeye başlayan 20 bin Kardelen kızını karşılamak için açmıştı...

Türkiye değişecekti...

Gelişecekti...

Türkiye öğrenecek, bilgilenecek, eğitilecekti...

Güneş öyle söylüyordu...

Çocuklar güneşi görecekti...

*****


KADIN BAKANIN MÜJDESİ...

New York’ta kadından sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf çok önemli bir müjde verdi...

Amaçlarının 2013 yılında çocuklarımızın yüzde 100’ünün ilköğretim okuluna gitmesi olduğunu söyledi... O zaman Kardelen projesine belki ihtiyacımız kalmayacak, belki de proje sadece çok özel çocuklar için uygulanacak ...

Geçen hafta yemekte derin sohbet ettiğimiz dostumun dediği gibi, eğer Türkiye’deki geçmiş hükümetler yıllar önce, bu eğitim seferberliğini başlatıp, her dilde konuşan Türkiye’de bir Türkçe eğitim dili birliğini sağlayabiliselerdi, bugün yaşadığımız terör sorunlarını bile bu derece yaşamayacaktık muhtemelen...

Ama yazık ki, insanlara ne kendi dillerinde konuşmasına, şarkı söylemesine, kültürünü geliştirmesine izin verdik, ne de bir eğitim dili olarak onlara ve analarına Türkçe’yi öğretebildik...

Bedelini çok ağır ödedik, hâlâ ödüyoruz...

Şu anda ilköğretim çağındaki erkeklerin yüzde 97’si kız çocukların da yüzde 96’sı okula gidebiliyor...

10 yıl önce kız çocukların sadece yüzde 74’ü okullu olabiliyordu...

Farklı kültürlerden, farkı etnisitelerden, farklı kimliklerden bir millet yaratabilmenin yolları vardır...

Kadınlarını ve analarını, milletin ana değerleriyle, eğitim diliyle, kültürüyle beslemekte nakıs kalanlar nakıslığın mukadderatına boyun eğerler...

New York’un o binlerce çiçek açmış gibi görünen, yüzlerce kültürünün arasında tek bir Amerika gerçeğini hissediyorum...

Gece Union Square’den geçiyoruz...

Burası New York’un diğer semtleri gibi ışıltılı ve pırıltılı değildir... Geçmiş işçi mücadelelerinin, demokrasi ve özgürlük kavgalarının ve ölen işçi önderlerinin meydanıdır burası...

John Baez’den bir balad geliveriyor o anda dilimin ucuna...

Biliyorum ki o baladlar ve o mücadeleler olmasa, buralar da bu kadar renkli ve özgür olmazdı..

Nedendir bilmem...

Hep çok heyecanlanıyorum bu şehre geldiğimde...

DİĞER YENİ YAZILAR