Tarkan'ın kokainden yakalanması ve Tatlıses'in kokain itirafı

Haberin Devamı

SHOW Haber’i yönettiğim günlerde, zaman zaman operasyonları yapan polis müdürleri beni ziyarete gelirdi...

Dostça ve samimi konuşurlardı...

Zaman zaman uyuşturucu, kokain operasyonları yapılırdı...

Birçok ünlü isim gözaltına alınırdı, sonra serbest bırakılırlardı...

Biz de onların bazılarını canlı yayına alır, kendileriyle konuşurduk...

Günlerden bir gün cesaretimi toplayıp sordum:

“Bu gözaltına alınan sanatçılar neye göre gözaltına alınıyorlar?.. Çünkü bunlar bir sürü kişinin kullandığını söylüyorlar... ‘Onlara bir şey olmuyor’ diyorlar... Nedir bu işin aslı faslı?..”

Dostum olan birisi şöyle yanıtlamıştı bu sorumu:

“Elbette birçok kullanan var... Ama biz, toplumda örnek olacak kişileri yakalamayı istemeyiz... Çünkü o örneklerin uyuşturucudan yakalanması caydırıcı değil, özendirici olur...

Bunu gören hayranları, fanları, ‘Biz de kullanalım’ der...Onun için bu operasyonlar çok dikkatli yürütülür...”

***


O günden sonra hep izlemiştim...

Ünlüler alınıyordu, ama bütün toplumun rol modeli olacak ölçüde star olanlar bulunmuyordu bu ünlüler arasında...

Hatta İbrahim Tatlıses uyuşturucu konusunu gündeme getirebilmek için “vakti zamanında kendisinin de kullandığını” itiraf etmiş ve bu konuya dikkatleri çekmek istemişti...

Kimse oralı olmamıştı...

***


Şimdi durum değişiyor...

Tarkan’ın uyuşturucudan yakalanıp serbest bırakılması Türkiye’de bu konuda bir MİLATTIR...

Ve biliyorum ki, Balyoz planından generallerin gözaltına alınması kadar önemli bir harekettir...

Türkiye’de şöhreti ve etkinliği yerinde olan önemli bir kesim, bu uyuşturucu kullanımı işine bulaşmıştır...

Bugüne kadar, herkes bu işlerin belirli bir çıtanın üzerine çıkmayacağını tahmin ediyordu..

Oysa Tarkan olayı ve Hüseyin Çapkın’ın “Her şey kontrol altında cereyan ediyor” açıklaması Türkiye’de bu konuda miladi bir değişimin habercisidir... Tarkan olayı, adli ve idari bir takibattır...

Ama Tarkan olayının etkisi bununla sınırlı kalmayacaktır...

Tarkan’ın gözaltına alınması, gücü ve şöhreti yerinde geniş çevrelerde, hissedilir bir tedirginlik ve baskı yaratacak...

Artık sonuçları düşünülmeden kolay kolay “ona buna sallama” dönemi bitiyor bir kesim için Türkiye’de...

“Yarın bana da bir şeyler olur” duygusu, ağızları ve yürekleri mühürleyecektir...

“Eh onlar da bu işleri yapmasalardı... Hiç kimse yasaların üzerinde değil...” demek kabaca doğrudur...

Ama bunun, “şöhretli ve tılsımlı dünyalarda” başka etkilere yol açacağını söylemek bir gazetecilik ve yazarlık borcudur...

Türkiye darbelerin de kokain kullanmanın da suç olduğunun anlaşıldığı bir dönemden geçiyor her şeyiyle...

Ama buna “gerçek demokrasi” diyebilmemiz için, bu standartların herkese şamil olması gerekir...

Bir tarafın kayrılıyor gözüküp, diğer tarafın bütün projektörleri üzerine çekmesi, adalet duygusunu törpüler...

Toplumdaki suçların üzerine eşit, adil ve herkese şamil gidilmeli...


***



SAKIN BU TAKIMI DEĞİŞTİRME MUSTAFA DENİZLİ!..

Mustafa Denizli benim dostum ve arkadaşımdı...

Hal hatır sormanın, sosyal ortamlarda buluşmanın ötesinde bir yakınlığımız, arada bir paylaşımımız vardı...

Birisiyle iki kişi, sadece o ve sen buluşmuşsan, dostluğun dostluk gibi olduğuna inanırım ben...

Çok sık olmasa da, Denizli benim bu kategoriye giren dostlarımdandı...

Gün geldi çok istediği Beşiktaş’a teknik direktör oldu...

Çok istediğini nereden biliyorum...

Bizzat şahit oldum da oradan...

Serdar Bilgili zamanında Beşiktaş’a gelmek için nasıl gözlerinin içinin parladığını, en sevgili dostu Erol Kaynar’ın nasıl canhıraş çalıştığını biliyorum...

Ama olmadı, olamadı o gün...

Tanrı’nın sevdiği kuluymuş ki, iki büyükten sonra, gönlünde tuttuğu renklerin takımını çalıştırmak ve şampiyon yapmak da kısmet oldu ona...

***


Beşiktaş’a geldiği gün, Erol Kaynar’ı aradım, “Hadi üçümüz bir yemek yiyelim... Sen organize et...” dedim...

Yüzüne karşı nezaketten ne kadarını söyledim bilmiyorum, ama Erol Kaynar’a da başka çok sevdiği dostlarına da tek bir şey söyledim:

“Beşiktaş’ta başarılı olmasından başka hiçbir şey arzu etmem... Bunu dostum saydığım kendisi için ve 45 yıldır renklerine gönül verdiğim takım için isterim... Bütün desteğim onunla... Ama bir şey var ki söylemem gerek... Beşiktaş teknik direktörlüğünde hata yaptığına inanırsam, Mustafa dostumdan önce Beşiktaş’ı kollarım... Kimse kusuruma bakmasın...”

Beşiktaş’ı şampiyon yaptıktan sonra, kulüp içinde birileri “Denizli her zaman başlarda iyidir... Sonra cozutur... Almanya’da da öyleydi, başka yerlerde de” dediler, “Hop dedik” dedim:

“Beşiktaş’ı şampiyon yapan teknik direktöre hiç kimse ikinci yıl git diyemez... İster şampiyon yap, ister yapma, o Hoca’nın kredisi olacaktır...”

***


Şimdi bunları niye anlatıyorum...

Anlatıyorum çünkü birinci devrenin bittiği günden beri Beşiktaş’ı yazmıyorum ne spor sayfasında ne bu köşede...

Nedeni belli, ben ilk devrede Nihat başta söyleyeceklerimi söyledim...

Oralı olmadı...

Moskova maçı hariç, yine inat ettiği kadroyu sahaya sürdü...

Dedim ya...

Benim ve Beşiktaşlıların gözünde onun bu sene istediği gibi harcayacağı bir kredisi var...

Ama daha fazla “takıntı” yapmak benim işim değil...

Çünkü gerisi kötü gelecekti...

Sonuçta bir şey var...

“Evet Beşiktaş önemli...”

“Evet Mustafa Denizli’nin bana göre doğruları yapması da önemli...”

Ama bir şey daha önemli...

Bu böyle olmadı diye 20 yıllık dostumla her gün kavga etmemem daha önemli...

Onun için kestim Beşiktaş ve Denizli’nin kadrosu için bir şeyler söylemeyi...

***


Taa bugüne kadar...

Aylardır Beşiktaş’la ilgili tek bir satır yazmayan ben, bugün New York’ta, etrafı gökdelenlerle çevrili otel odamdan Beşiktaş’ı yazıyorum...

Çünkü o inadında eşsiz olan Mustafa Denizli, yaratıcılıkta da eşsiz olduğunu gösterdi ve cumartesi gecesi Kayseri deplasmanına harika bir onbiri, harika bir dizilişle çıkardı...

İbrahim Toraman’ı dörtlü savunmanın önüne, ön libero olarak yerleştirdi, Ernst’le Fink’i de göbek önünden orta sahaya kaydırdı...

Beşiktaş’ı bilmeden Beşiktaş’ı konuşan bazı spor yazarı silüetleri de hemen buyurdular ki “Kadro çok defansiftir... Kayseri maçında iş yapabilir, ama İstanbul’daki maçlarda bu kadro lüks kaçacaktır...”

***


Mustafa güzel cevap verdi, dedi ki:

“Bir kadronun defansif futbolculardan kurulu olması, o kadronun defansif oynayacağı anlamına gelmez...”

Nerede onlarda onu anlayacak birikim?..

Anlamadılar tabii ne dediğini Denizli’nin...

Bilmiyor ki Beşiktaş’ı geçen yıl şampiyon yapan, en önemli gollerin ve asistlerin sahibi savunmanın önünde oynayan Ernst’ti...

Şimdi Ernst kadar olmasa da ona yakın bir de Fink geldi...

Bu iki Alman’ın rahat kaldıklarında, nasıl ceza sahası kenarlarına bir açık gibi süzüldüklerini, ne müthiş asistler yaptıklarını, ara toplarla nasıl buluştuklarını göremiyorlar ki!..

İki Alman’ın ve Ekrem’in rakip alanda yaptıkları presin, Beşiktaş’ın hücum kalitesini nasıl yükselttiğinin farkında değiller ki!..

Nihat’ın, Yusuf’un yapamadığı presi iki Alman yapınca, Kayseri kendi sahasında, kendi yarı sahasından çıkamadı...

Buradan ilan ediyorum:

Mustafa Denizli büyük bir yaratıcılık göstererek bulduğu bu kadro ve dizilişle devam etsin, Beşiktaş kimselere kolay kolay puan vermez...

***


Bu hafta İbrahim Kaş kart cezalısı mı?..

Fark etmez, sağ beke bu sefer Ekrem’i koyar, Toraman yine ön liberoda oynar...

Bu sefer Holosko, Tello sağı ve solu deler...

New York inanılmaz güzel...

Dün buraya Birleşmiş Milletler’in kadın haftasında ödül alacak olan Türkiye’nin medar-ı iftiharı olan projesi Kardelenler’in ödül töreni için geldik...

Birazdan Kardelenler için ödül töreni olacak...

New York’ta güneş açtı...

New York gökdelenlerinin arasında, şehrin göbeğindeki otel odasından Beşiktaş’ı yazmak, garip bir tezat görünebilir...

Oysa hayat hep sevdiğin şeylerin peşinden gitmektir...

O zaman hem sevdiği takımı hem de New York’u aynı anda yaşayabilir insan...

DİĞER YENİ YAZILAR