Faşizmin eski tadı yok...

Haberin Devamı

Ünlü bir şarkıcı ve sinema oyuncusuydu... Oyunculuğun en büyük ödülü Oscar’ı almış, 40 yıl yazarlık ve oyunculuk yapmıştı...

İlk gençlik günlerinde vitrinde görüp aldığım kitabı hâlâ gözlerimin önünde duruyor...

“Özlemin Eski Tadı Yok... Simone Signoret...”

Kendi dönemindeki Fransız etkin sanatçılarda hep görüldüğü gibi, sıkı bir solcuydu...

Ölene kadar 34 yıl evli kaldığı eşi ünlü aktör Yves Montand da Fransız Komünist Partisi’ne üyeydi...

“Özlemin Eski Tadı Yok” diye yazdığı kitapta anılarını toplamıştı...

Genç bir kızın anılarından İkinci Dünya Savaşı’nın karanlık günlerine, çok ünlü ve solcu bir sinema sanatçısının yaşamından solcu bir aydın olmanın zorluklarına, çok ünlü, komünist ve çapkın bir aktör olan kocasının yanındaki kadınlığına, anılarını anlatıyordu Simone Signoret...

Kruşçev’den Andre Malraux’ya, Tito’dan Marilyn Monroe’ya kadar herkes vardı o anıların arasında...

***


Geçmişte yaşanan hayatların, mücadelelerin, özlemlerin artık eski tadının kalmadığını, bugünlerin aynı anlamları taşımadığını anlatan bir kitaptı o...

O kitabın çıktığı yıllar Türkiye’de faşizmin de komünizmin de sokaklarda buram buram estiği yıllardı...

Dün Meclis’te “faşizm tartışmalarını” izlerken, aklıma nedense Simone Signoret’nin o kitabı geldi...

Özlemin Eski Tadı Yok...

Devlet Bahçeli “Siz faşizmi bilirsiniz... Haçlı seferi gibisiniz...” diyor, Tayyip Erdoğan cevaplıyordu:

“Faşizmin teorisyenliğini de pratisyenliğini de iyi bilirler onlar...”

Faşizmi ve sokaklarda her türlü şiddeti yaşamış, arkadaşlarını kaybetmiş, bir sürüsü hapislerde sürünmüş, karanlık dehlizlerin içinden geçmiş bir kuşağın gazetecisi olarak, nedense hep Simone Signoret’nin kitabına referans yapmak geldi içimden...

“Faşizmin eski tadı yok...”

***


Ölümün tadı olmaz elbet, kendisi soğuktur...

Duyulmaz kanlı sokakların feryadı, bir meçhulden kurşunlanan insanların ağlayışı...

Sesleri gelmiyor şimdi gökdelenlerin tepesinden üstünüze çevrilen kalaşnikofların...

Duyulmayacak elbet, okul kapısına dayanan polis panzerinin çıkarttığı ses artık bugün...

Saymayacaklar kurşunları takır takır, vızır vızır...

Gelmeyecek şimdi işkence tezgahlarından geçen onbinlerce gencin sesi muhakkak ki...

Bir acı seda olarak kaldı belleklerde, faşizmin gürültüsü...

Koskoca liderler “faşizm”le ilgili fazla teşbih yapmasalar iyi ederler...

Hatırası iyi değildir...

Esprisi bile hoş değil...

“Özlemin eski tadı yok...” demiş Simon Signoret...

Umarım faşizmin de!..


***



“OĞLUM BENİ TANIMIYOR...”

“Çok az görüşüyoruz... Oğlumu tanımıyorum bile...” demiş Mustafa Balbay, Balçiçek Pamir’le Habertürk’te yaptığı röportajda...

- “Oğlum (Deniz) beni bilmiyor... 20 aylık oldu... Kızım Yağmur ise... Ona çok üzülüyorum tabii... Geçenlerde bir resim çizmiş yollamış... Bir merdivenin en altında ben, en üstünde hakimler... Çok üzüldüm... Karım 10 dakikada bir benimle konuşmasa rahatlamazdı... Şimdi haftada ancak 10 dakika konuşabiliyoruz... Oğlum doğduğunda karıma demiştim ki ‘Hayat nasıl dört dörtlük oldu... Bir kızımız bir oğlumuz var ne güzel...’ Yarın çıksam önce ailemle zaman geçiririm... Ardından avukat arkadaşlarla iki duble rakı... En yakın hüküm en iyi ihtimalle 5 yılda verilir diyorlar... Umarım o zamana kadar tutuklu kalmam... Ya da kalırım bilmiyorum...”

***


Mahkeme sürerken, duygu sömürüsü yapmak değil amacım...

Dava sürecini etkilemek, çıkmayacağı çıkartmak, çıkacağı çıkartmamak da değil... Ama dün Habertürk’te Balçiçek’in Mustafa’yla yaptığı röportajı okurken içim cız etti...

Cız etti, çünkü tanıdığım bildiğim bir meslektaşımın, kardeşimin yeni doğan oğlunu görememesi, kızına cevap verememesi içimi burkmayacak da ne yapacaktı...

Bu işin insani tarafı...

Mustafa benim dostum...

Tuncay Özkan’la pek dost olduğumuz söylenemez...

Ama fark etmiyor...

O bir günden bir güne ortalığa çıkmayan, reklam yapmadan metanetini koruyan ve erkeğinin davalarını hiç kaçırmadan gün be gün takip eden Duygu Dikmenoğlu’nu görünce insanın içinin cız etmemesine imkan var mı?..

***


Ben Ergenekon konusunda, “Ortada hiçbir şey yok ki” diyenlerden değilim...

Ciddi şüpheler, ciddi olaylar, ciddi iddialar var...

Sonuçta hergün suikast planları, toprağa gömülü silahlar ve bir sürü iddialarla uyanıyoruz...

Ancak ve fakat...

Neyleyim ki vicdanım yine de sızlamakta...

Ben bir gazetecinin ne düşünürse düşünsün, şiddeti, suikastı, silahı, bombalamayı, patlamayı, taramayı düşüneceğini düşünmüyorum...

Gazeteciliğin kimyasını, bu mesleğin koordinatlarını, havasını, suyunu biliyorsam, bir gazetecinin bu planların, suikastların, silahların, bombalamaların içinde olmasına akıl erdiremiyorum...

Her olayın bir medya ayağı vardır...

Ama içerdekilere bakacak olursak bu olayın esas ayağı medya gibi görünüyor...

Bu da bana biraz ters geliyor...

Merakla bekliyorum bundan sonraki duruşmaları...


***



FAİLİ MEÇHUL İŞKENCE...

Ben “Öldürülen bir babanın kızıyla bir dönem yakın arkadaşlık ettim...”

Ben öldürülen bir başka gazeteci babanın Abdi İpekçi’nin kızı Nükhet’i çok yakından tanıdım, onunla konuştum, dertleştim, paylaştım...

Ben, yakın arkadaşım Ayşe Önal’ın sayesinde, acılardan acılara gark olan Rakel Dink’in de neler yaşadığını öğrendim...

Ahmet Taner Kışlalı hocamdı, Uğur Mumcu abim, Çetin Emeç müdürüm, Bahriye Üçok aile dostum, Metin Göktepe gazeteci tanıdığım...

Ben faili meçhullerin ailelerinin neler yaşadığını, nasıl bitmek bilmeyen kabuslarla dolu gecelerden geçtiklerini, hep bir yara, hep bir sıkılma, hep bir farklı olmanın acımsı tadında yaşadıklarını biliyorum...

***


Bu ülke Hrant Dink’ten, Abdi İpekçi’ye kendi öz evlatlarının, aydınlarının katillerini ve arkalarındaki kirli tezgahları ortaya çıkarmadan, gerçek bir demokrasiye geçemez...

İnsanların katledildiği ülkelerde, konuşma hürriyetinin adı demokrasi olmaz...

İnsanlar konuştukları, yazdıkları için öldürülüyorlarsa ve niye öldürüldükleri, hangi kirli emellere alet oldukları ortaya çıkartılamıyorsa, demokrasi yaşatılmıyor demektir bu ülkede...

Demokrasi sandık değildir sadece...

Demokrasi, öldürülmemektir, yaşamaktır, özgürce konuşmaktır, kardeşçe haykırmaktır...

Demokrasi insan gibi ayakta kalmaktır...

DİĞER YENİ YAZILAR