Bebeğini aldıran kadın...

Haberin Devamı

Güzel ve akıllı bir kadındı...

Hayatı ve yaşamayı severdi...

Kocasıyla modern çağlarda, kentli yaşamlarda çok görüldüğü ve şarkılarda söylendiği gibi, “Artık hayatımdan çıksan diyorum, bu ikili delilik sona erse...” türü bir ilişkisi olmuş ve sonunda bitmişti...

30’lu yaşlarının başındaydı o adamı tanıdığında...

***


Adam yaşamında kendisine eşlik edecek, beraberlikten keyif alacağı bir partner arıyordu...

O ise yorgun ilişkilerin, yorgun gecelerin, sarhoş birlikteliklerin, istikrarsız beraberliklerin, yarım kalmış heveslerin içinde boğulup kalacağı beraberlikler istemiyor, “kadınlığını, hayatını ve keyfini” yaşayacağı, mutlu bir birliktelik arzuluyordu...

O yaşlarda akıllı ve ne yaptığını bilen hemen tüm kadınların arzulayacağı gibi...

Uzun bir süre çıktılar...

Beraber oldular, beraber yaşadılar...

Zaman zaman tartıştılar, zaman zaman barıştılar ama ilişki aynı yoğunlukta sürdü gitti...

***


Üç yıl kadar geçmişti ki, genç kadın bir gün hamile olduğunu fark etti...

Tedirgindi...

Erkek arkadaşıyla beraberdiler ama “çocuk” gibi bir kararları yoktu...

Sorsa sevgilisi belki “Bana emrivaki mi yapıyorsun?..” diyecek ve ilişkileri tümden bozulacaktı...

En yakın kız arkadaşını aradı...

Ona “Ne yapmalıyım” diye sordu...

Kız arkadaşı ona sordu:

“Çocuğu doğurmak istiyor musun?..”

“Evet” dedi, “İstiyorum”...

“O zaman hemen aldırma çocuğu...” dedi arkadaşı “Hamile olduğunu ona söyle... ‘Uzun zamandır seninle ilişkim var...’ de ve ‘Çocuk yapacaksam bu beraberlikten dolayı senden başka kimseden yapma durumum yok... Onun için bu çocuğu doğurmak istiyorum...’ de bakalım” dedi...

Genç kadın arkadaşının söylediğini yaptı...

***


Beraber olduğu adama hamile olduğunu söyledi ve adam isterse çocuğu doğurmak istediğini anlattı...

Erkeğin daha önceki evliliğinden çocukları vardı ve çocuk yapmaya niyetli değildi...

“Ben çocuk istemiyorum” dedi genç kadına...

Genç kadın müthiş bir çelişki içine düşmüştü...

Uzun zamandır beraber olduğu erkek çocuğu istemiyordu...

Kendisi uzun zamandır o erkekle beraberdi ve bu ilişki sürdükçe başka bir erkekten çocuk yapması ihtimali yoktu...

Beri taraftan çocuğu aldırsa, yaşı her geçen gün geçecek ve bir daha “Çocuk sahibi olacak mı olmayacak mı, bir daha hamile kalacak mı kalmayacak mı” bilemeyecek, muhtemelen halihazırdaki ilişkiyi bitirip yeni bir ilişkiye hemen başlayamayacak, dolayısıyla da fiziksel olarak çok da fazla süresi olmayacaktı önünde...

***


35 yaşındaki kadının düştüğü bu durumu erkekler anlamazdı...

Bunu hissedebilmek için ya kadın olmak, ya da kadınları çok iyi bilen o kadın gibi düşünebilen erkeklerden olmak gerekirdi...

Anne olmak isteyen bir kadın için “anne olmak” önemliydi...

Bebeği kendisinden hamile kaldığı adam istemeyince, ne yapacaktı kadın?..

“Ya ne olursa olsun... Allah kerim...” deyip doğuracaktı...

Ya istemediği halde aldıracaktı...

Ya da adama hoşçakal deyip adamın istemediği bebeği tek başına yetiştirmek üzere doğurup büyütecekti...

***


Neresinden bakılırsa bakılsın, bir kadının hayatının en dönüm noktalarından biriydi ve içindeki sese göre hareket etmeli, daha sonra pişmanlık duymamalıydı...

Genç kadın uzun uzun düşündü...

Bebeği yalnız büyütmesi, kendisi ve çocuk için bir sürü komplikasyona yol açacaktı...

Beri taraftan, erkeği zorlaması “Oldu bir kere... Yapacak başka bir şey yok... Başa geldi, doğuracağım, büyüteceğiz...” deyip ısrarcı davranmak mümkündü...

Topu adama atacaktı...

Adam kendisinin olduğunu bildiği çocuğu anneyle tek başına bırakıp bırakmamak konusunda karar verecekti...

Ve üçüncü şık, erkeğin istemediği çocuğu aldıracaktı...

Genç kadın üçüncü şıkkı tercih etti...

Gitti çocuğunu aldırdı...

Kendisine “Ne yaptın sen?.. Doğursaydın ya nasıl olsa adam çocuğa bakardı!..” diyen arkadaşlarına şu cevabı verdi:

“Bir erkekten bir çocuk yapmak, aslında o erkekle hayat boyu bitmeyecek bir bağ kurmak demek... Kadın ve erkek eğer çocukları olursa, bir daha birbirlerinin hayatlarından isteseler de gidemezler... Her zaman ortada çocuk vardır ve kadınla erkek o çocuktan dolayı birbirine bir şekilde bağlıdır... Birbirlerinin hayatlarının içindedir... Bu çocuğu istemedi... Bütün bir hayat, istemediği bir çocukla o erkeğin hayatında kalamazdım... O erkeğin de bu şekilde bütün bir hayatımın içine girmesine izin veremezdim...”

***


Sevgili olmak, aşk yaşamak bir kadınla erkek arasında çok kutsal bir duygu...

Ama doğan bir çocuk, bir kadınla erkeğin ayrılsalar bile hep birbirinin hayatında olmasını gerektiren zor bir durum...

Kendi çocuğunuzu paylaştığınız kişi o insan...

Onun istemediğiniz her davranışı, çocuğunuzun istenmeyen biçimde etkilenmesini beraberinde getirecek...

Kadın veya erkekten herhangi biri her zaman öteki üzerinde çocuktan dolayı bir hak iddia edecek...

Eski sevgililerin iddia edemediği o hakkı, çocuğunuzun babası veya annesi hep size bir türlü hissettirecek...

Çok ünlü ve playboyvari bir arkadaşımı görmüştüm Nispetiye Caddesi’nde yıllar önce...

Bir pazar günüydü...

Ayşe Nazlı’yla başbaşa yemek yiyorduk...

O da kızıyla gelmişti oraya...

Karısından ayrılmıştı ve o günlerde çapkınlık haberleri çıkıyordu gazetelerde...

“Sorma” dedi, “Haberler çıktığından beri üç haftadır kızımın yüzünü göstermedi bana eski karım... Yeni alabildim... Sen nasıl idare ediyorsun?..”

Kızıyla babasına bakarken arkalarından gülümsemiştim...

Kadın ve erkek çocuk üzerinden birbirleri üzerinde egemenlik kurmaya devam ediyorlardı...

Erkek çocuklarının annesine, kadın çocuklarının babasına, nefes aldırmamaya çalışacaktı...

Tanrım!..

Önlemi alınmamış bir sevişmenin nasıl büyük bedelleri olabiliyordu hayatta?..

Bizim pazar hikâyemize gelince...

Erkek farkında mıdır bilmiyorum ama “kolay kolay yapılamayacak bir fedakârlığı, çok az kadının göstereceği bir asaleti esirgemedi” sevgilisi ondan...

Doğru karardır genç kadının verdiği...

Hayat güzel şeyler yapanları, mutlaka güzel şeylere gebe bırakır...

Hülasa genç kadının hayatı, daha büyük mutluluklara gebedir...


***



ŞUBAT AYINDA DÜNYANIN AŞK ŞEHİRLERİ...

Aşkın şehri olmaz aslında...

O duyguyu çölde yaşasanız, kendinizi vaha bulmuş hissedersiniz...

Soğuk bir kış günü gelse aşk kapınıza “sımsıcak olacaktır bütün vücudunuz...”

Sıcak bir yaz günü aşkınızı görürseniz “burnunuzun üzerindeki donmanın nedenini” bir türlü bulamayacaksınız...

Aşkın şehri olmaz, ama aşkı çağrıştıran şehirler olur...

Ve o şehirlerde bir hüzün, bir yağmur, bir nehir, ıslak Arnavut taşlı sokaklar, gece karanlığında oranja çalan bir ışık hüzmesinin geldiği bir sokak lambası ve elbette kırmızı şarap ile kırmızı güldür aşkı çağrıştıran...

***


Venedik’te üzeri küçük köprülerle süslenmiş kanallar ve gondollar romantizmi sağlarlar...

Casanova’nın evinin önünden geçen bir kanal güzergâhından geçiyorsanız, yazarlık yapan bu çapkın adamın aşklarından ilham alırsınız...

Paris’te aşkı hepten çağırmak istiyorsanız, karanlık basarken bir akşam vakti, Sacre Coeur’a çıkmalısınız... Kiliseden şehre doğru inerken, trabzanlı merdivenlere yansıyan oranj sokak ışıkları, çiseleyen yağmurla ıslanmış Arnavut taşlı sokaklar ve gecenin yalnızlığı size aşkı çağıracaktır...

***


Prag aşkı çağrıştıran dünyanın en önemli şehirlerinden biridir...

Vltava Nehri, onun etrafındaki eski ve özgün mimari, sararmış yapraklar, küçük değirmen ve sonsuz bohem, size Milan Kundera’nın Doktor Thomach karakterini çağrıştıracak ve yakışıklı Çek doktorun Juliet Binoche’la yaşadığı, ölümcül ve nahif aşkın derinliklerinde kendi aşkınızı arayacaksınız... Belki Firenze, belki Budapeşte kim bilir belki de Haliç’te bir yerlerde...

Bu Şubat’ta aşk sizi bir meçhulde beklemekte...

İyi pazarlar...

DİĞER YENİ YAZILAR