Beşiktaş deplasmanındaki Fenerbahçeliler neler yaptılar?..

Haberin Devamı

Ağır Fener’li olduğunu biliyorum, Ferit Şahenk’in...

Tıpkı Türk burjuvazisinin tepelerinde yer alan ailelerin yeni kuşak temsilcileri Ali Koç ve Murat Ülker gibi...

Ancak distrübütörü olduğu Volkswagen nedeniyle organize ettiği Wolfsburg-Beşiktaş maçı için öyle isimleri bir araya getirdi ki, bu isimleri bir arada yakında toplanacak Beşiktaş kongresinde görmek mümkün değil...

Birbirlerine rakip olan iki başkan adayı Serdar Bilgili ve Hasan Arat bu gezide yan yanalar...

Arası her biriyle zaman zaman bozulan, ancak Beşiktaş’taki kongre sihirbazlarından biri olarak bilinen eski genel sekreter yeni Belediye Başkanı İsmail Ünal da aynı gezide, önceki gece aynı masada akşam yemeği yiyorlar, Jandermerie isimli Berlin restoranında...

Dün öğlen Ferit Şahenk’le takımın ve yönetcilerin kaldığı Ritz Carlton Oteli’ne davetliyiz... Kongrede Yıldırım Demirören’le çarpışan Fikret Orman da bizim kafilede...

Ferit Şahenk’le aynı masada oturan Yıldırım Demirören beni görünce “Reha Abi gelsene masaya diyor...”

Sohbet ederken, Hürriyet muhabiri İsmail Er “Bir resim çekelim Başkan diyor...”

Yıldırım Demirören eski rakibi Fikret Orman’ı çağırıyor, “Fikret sen de gel...”

Orman geliyor, arkasından dayanamıyor, Hasan Arat’ı çağırıyor yan masadan, Hasan Arat da geliyor...

Hasan Arat, ben, Fikret Orman, Yıldırım Demirören, Fikret Şahenk yan yana dizilmişken, Başkan Ferit Şahenk’e Beşiktaş kaşkolunu takması için veriyor...

***


Ağır Fenerbahçe’li Şahenk hafif bir tereddüt ediyor, farkındayım o sırada düşünüyor “Şampiyolar Ligi deplasmanındayız... Yanımdaki Beşiktaş’ın Başkanı... Beşiktaş kaşkolu bu ortamda uygundur...”

Yıldırım Demirören bir beyaz şapka getirtiyor...

Şapka bir Fenerbahçe’li için felaket... Sanki nispet yaparcasına üstüne şöyle yazılmış:

“Şampiyonluk bizim... Kupa bizim...”

Sokakta çevirip hangi Beşiktaş’lıya sorsan “Bu slogan kime ithaf olunur?..” diye...

Buna “Fenerbahçe” cevabı vermeyecek bir Beşiktaş’lı bulunmaz...

Ferit Şahenk yakın arkadaşı olan Yıldırım Demirören’e “Yok şapkayı takmayayım... Kaşkol yeterli...” diyor...


***



MAÇA GELMEYEN FENER YÖNETİCİSİ CİHAN KAMER’İ MEDYAYA KİM İSPİYONLADI?..

Öğleden sonra 17’de, Volkswagen’in kafesinde buluşuyoruz...

Almanların birbirinden leziz sosisleri tadılacak, sosis patates, bira keyfi yapılacak...

Volkswagenciler iki tip sosis hazırlamışlar...

İlki Almanların meşhur uzun Frankfurter sosisleri...

Diğeri ise çok daha lezzetli hazırlanan dana sosisi...

Davetli grubunda hatırı sayılır oranda bir “muhafazakar elit var...”

Dikkat ediyorum kimse, kimin dana etinden yapılan sosisi, kimin ise Frankfurter isimli sosisten yediği üzerine en ufak bir tezviratta bulunmuyor...

Dileyen Frankfurter’i dileyen dana sosisini seçiyor...

Ben o sırada Fenerbahçe yöneticisi Cihan Kamer’le oturuyorum...

Otelimiz Berlin’de, maçtan sonra trenle bir saat mesafedeki Berlin’e döneceğiz... Otele varış saatimiz 01.30 olarak görünüyor...

Cihan Kamer, bana bakıp “Ben erken döneceğim Berlin’e... Size iyi şanslar...” diyor...

Maçı canlı izlemeyecek...

Üzerinde durmuyorum...

***


Oysa bir süre sonra iki masa ileride oturan Ayhan Bermek dostumu görüyorum... Bermek hoparlörden yayına başlamış bile:

“Beşiktaş maçına kalmayıp Berlin’e dönen Fenerbahçe yöneticisi kim?..” diye masaya yaklaşan her gazeteciye promo (tanıtım) dönüyor...

Masalarında Ahmet Çalık, Serhat, Berat Albayrak ve bizim Aydın Ayaydın da var...

Bir ara Federasyon Başkanı Mahmut Özgener’e dönüyorum diyorum ki “Yıllar yılı bana etmediklerini bırakmadılar... Az sonra çekip haberleri köpürtüyorsun diye...”

Cihan Kamer bana Berlin’e döneceğini söylemediğinden üstünde bile durmam... Görüyor musun Ayhan Bermek’in yaptıklarını...

Futbol dünyası inanılmazdır...

Sizin başınızdan geçen bir olayı bir süre sonra size anlattıklarında aradaki fark karşısında düşüp bayılırsınız...

Nitekim Cihan Kamer’in de başına aynısı geliyor... Bir süre sonra masalarda şöyle konuşuluyor:

“Aziz Yıldırım Fener yöneticisi Cihan Kamer’in Beşiktaş maçını tribünden izlemesini istememiş...”

Güler misin ağlar mısın?..

Maç öncesi sosis, patates ve bira eşliğinde gırgır gırla gidiyor...

***


Fenerbahçe’nin ağır isimleri Ferit Şahenk, Cihan Kamer ve Hamdi Akın dün özel uçakla Bükreş’e geçtiler, Fenerbahçe’nin maçını izlemeye...

Berlin’den dönme zamanı geldi...

Bu şehir benim hayatımın önemli nirengi noktalarında hep karşıma çıktı...

Berlin’i bırakıp İstanbul’a dönüyorum...

Bir duygu fırtınası var içimde...

Tarif edemiyorum...


***



İLK ARABAM BERLİN’DE ALDIĞIM BİR VOLKSWAGEN’Dİ...

İlk gençlik yıllarında arabayla hava attığımız babamın Mercedes’inden geçip, hayatın meşakkatli yollarında yürümeye başlamıştım...

24 yaşında Yunanistan’da genç bir gazeteci olarak görev yapıyordum...

Bir araba alınması gerekiyordu...

Yabancı gazetecilerin gümrüksüz araba alma hakları olduğundan, meslektaşlarım “en iyisi Almanya’dan ithal ettirmek” diyorlardı...

Bunu duyduğumda, “Benim ithal etmeye ihtiyacım yok... Gider kendim alır kendim getiririm arabayı” dedim arkadaşlarıma...

“Berlin’de okumuşum, oraları bilirim, çevrem, dostlarım en önemlisi okulum var... Gider alırım arabamı kendim... Otururum direksiyona, getiririm arabayı Atina’ya...”

“2000 kilometreye yakın yolu tek başına yapma” dediler meslektaşlarım bana...

“Boş verin bu lafları” dedim, “Berlin benim şehrim... Kendim almak istiyorum oradan arabamı...”

***


Bir insanın dışarılardaki bir kente, bir hayata, bir okula bir evreye aidiyet duyması onu kendinden sayması, onun özgüvenini taşıması ne kadar gururlanılacak bir olaydır...

Berlin’de ilk arabamı bir Volkswagen Golf alıp, termosuma kahve koyarak sabah 8’de yola koyulduğumda ne kadar da gururluydum o genç yaşımda...

2000 kilometreyi Avusturya’nın karlı dağlarını aşarak, tek başıma, arada bir cızırtılı radyo dinleyerek iki günde geçtim...

Önceki gün Volkswagen’in fabrikasını gezerken, her bir Volkswagen’in nasıl yapıldığını bizzat gözlerimle görürken, o günlere daldım gittim...

Bir genç gazetecinin aldığı o ilk arabada “hayatının amaçları, neşesi, umudu ve beklentileri vardı...”

İlk arabam olan Volkswagen benim içimde onu temsil ediyordu...

Şimdi üzerinden 26 yıl geçmişti, fabrikayı geziyordum ve yine Berlin’de kalıyordum...

Ne mutlu bana ki;

50 yaşındaydım ve hala hayatımın amaçları, neşesi, umutları ve beklentileri vardı...

La vaitta e bella, “Hayat Güzeldir” filminin İtalyanca orijinal adıdır...

Yaşamın en zor, en umutsuz günlerinde bile umudunu kaybetmeyenlerin filmidir o...

Yaşasın hayat!..

DİĞER YENİ YAZILAR