Yine bir "Devrim" çağırıyor beni...

Haberin Devamı

Hep Fidel Castro’yla Che Guevara’yı karşılaştırdım içten içe... İki Marksist sosyalist devrimci olarak değil...

İki erkek olarak...

Kim bilir belki Deniz’e (Gezmiş) olan sevgim de, Che Guevara’ya olan sevgimle aynıdır...

Bu adamların fikriyatlarındaki devrimciliğe değil, ruhlarındaki devrimciliğe hayranım ben...

Castro da Che Guevara’yla aynı devrimi yaptı...

İkisi de Küba’nın başına geçti...

Ama Che Guevara bir süre sonra iktidarın konformizminden sıkıldı...

İçindeki devrici ruh, onu Bolivya’ya devrim yapmaya sürükledi...

***

Hangi erkek ya da kaç tane erkek o kadar fedakârlık, o kadar silahlı mücadele, o kadar ateşin altında geçirdiği günlerden sonra en zoru başarmış, tam iktidara gelmişken, sonsuz güce ve kudrete sahip olarak, her istediğini yapılabileceği günleri yaklaşmışken, uzaklarda bir dağda yepyeni bir gerilla mücadelesine başlayabilir?..

Ruhundaki hangi devrimci tetik, hangi huzursuz gerginlik, hangi konformizm düşmanı dinamik, bir erkeği bitmiş ve kazanılmış zaferin arkasından, yepyeni hedefleri zaptetme duygusuna soyundurur?..

***

Tanrı’nın sevdiği bir ademoğluyum ben...

Tanrı’ya karşı yanlış yapmamaya çalışıyorum...

Onun yarattıklarına kötülük yapmıyorum, pislik saçmıyorum...

Olumsuz enerjiler yaratıp kanla, revanla, idamla, kelle almayla sonuçlanacak eylemlerin, tetikleyicisi olmuyorum...

Onun yarattığı evrene kötülük saçmamaya çalışıyorum...

O da beni, “iyilikler vererek” ödüllendiriyor...

***

Ve fakat bir erkek olarak girdiğim her mücadeleden, çıktığım her zaferden ya da yenilgiden, yeni bir kişisel devrimin kıpırtıları uçuşur yüreğimde...

Bu bir ihtiras değil...

Bu dünyaya veya daha çoka sahip olma arzusu hiç değil...

Bu birkaç malım, birkaç mülküm daha olsun, yatım, katım, param, hurim bollansın, her görünülen yerde benden bahsedilsin, Karun kadar zengin, Sultan Süleyman kadar gücüm olsun mücadelesi değil...

Hatta onlardan hiçbiri değil...

Bu çok daha mütevazi, çok daha romantik, çok daha filmatografik çok daha devrimci bir kimyanın, huzursuz bir yüreğin, yarınlarda hep bir umut ve gizem arayan hafif serseri bir ruhun kıpırtılı dalga köpükleri belki de...

***

Alain Delon’un çizdiği film karakterlerini sevdiğim gibi, Che Guevara’nın gerçek karakterini, Deniz’in o genç yaşındaki sonsuz cesur yüreğini sevdim ben...

Fidel’in adı romantik, kendisi ve Castro’su konformist ve antipatikti...

İkisinin arasındaki fark yakışıklılık gibi görülebilir...

Oysa romantik ve karizmatikti aradaki fark...

***

Elli yaşıma yaklaşıyorum şimdi...

Yaşamamın bir dönemeç noktasına...

Sevdiğim bir kadın, bana “baba” diyen iki ayrı anneden iki küçük çocuk ve bana henüz “baba” bile diyemeyen iki dünya tatlısı bebek ile annem ve babam var hayatımda...

Sevdiğim sevildiğim, yazarken ruhumun derinliklerine girdiğim bir köşem var burada...

“Çok Farklı” bir televizyon programı hazırladık arkadaşlarla sizler için...

En keyifli muhabbetleri orada yaptırmaya çalışıyoruz...

Yine de farkındayım ki bir “devrim” çağırıyor beni...

Bu Che’nin gibi Bolivya’da olmayacak belli ki...

Ya da Deniz’in siyasi mücadelesine benzemeyecek elbette ki...

Alain Delon’un, Paris’te Charle De Quelle Etoile’de bir arabanın sürücü koltuğunda bir şafak vakti biten filmi gibi de olmayacak kuşkusuz ki...

***

Ama devrimleri ve devrimcileri gerçek kılan aralarındaki farklılıklar değil, içlerindeki devrimci ruhtur...

O devrimci ruh, Castro’nun konformizmini mahkûm eder...

Keza yeni devrimlerden beslenir, o devrimlerle tazelenir, yeni mücadelelerle gençleşir...

Devrimcilerin fotoğrafları işte bunun için gençtir...

Her yeni mücadele tazelenen bir erkeklik, sonsuzlukları fethetmek arzusunda olan bir özgür yürek demektir...

Hissediyorum, yani kısaca duyumsuyorum ki;

Yeni bir devrim yine beni çağırmaktadır...

Filmatik olarak söylemek gerekirse, “Salute commandante Che Guevera...”

DİĞER YENİ YAZILAR