"O benim sevgilim değil karım..."

Haberin Devamı

Evli erkekleri 14 Şubat sendromu sarmaya başlamıştı ki, çok iyi eğitim almış Batı’lı adam kendisine Sevgililer Günü’nde ne yapacağını soran arkadaşına bomba cevabı yapıştırdı:

“Benim için Sevgililer Günü yok... Ben evliyim... Beraber olduğum kadın, benim sevgilim değil, karım...”

Anladık 1800’li yılların başlarına kadar evlilik için aşk gerekmiyordu...

Sevgili olmadan da evlilik şirket gibi yönetiliyordu...

Bir çeşit çiftleşme, çocuk yapma ve ortak olarak hayatı ve malları yönetme işinin adıydı evlilik...

Oysa 200 yıldan fazla zaman geçti ki, artık evlilikler aşkla başlıyorlar, aşkla sürüyorlar, ilerde sevgiyi dönüştüğü söylense de kadın hala aşkın kıvılcımlarını yakalarım umuduyla, evliliğe sarılıyor...

Bir erkek karısını nasıl sevgili olarak görmez?..

Karısı onun sevgilisi değilse, neden karısıdır o zaman?..

Bir erkek sevgilisi bile olamayacak bir kadınla, nasıl evlenebilir?..

Niye evlenir?..

Evlilik daha mı basit ve sıradan bir şeydir ki, sevgili olamayan kadınla koskoca bir hayat geçirilecektir?..

***


Böyle bir mantık, daha doğrusu böyle bir mantıksızlık olabilir mi?...

Eğer evlendiği kadın pek çok erkeğin düşündüğü gibi “sevgilin değil karınsa” o zaman senin bir hayat boyu sürdürmeyi planladığın evliliğin sevgiyle sürmüyor...

Ya neyle sürüyor peki?..

Sevgi ve aşk dışı nedenlerle?..

Nedir o nedenler?..

Para mı?..

Her istediğin dakika, ya da istediğin saatte yorulmadan cinsellik yaşayacak bir ortam mı?..

Eve geldiğinde yemeğinin yapılı, çamaşırının ütülü, evinin onarımlı ve donanımlı olması arzusu mu?..

Bir erkek nasıl olur da hayatını sevgi ve aşk dışı nedenlerle bir kadınla birlikte yaşamaya zorunlu kılabilir?..

Onu aşksız ve sevgisiz geçecek bir evliliğe kim zorluyor?..

Annesi mi, babası mı, toplum mu?..

Evlenmezse giyotine mi gidecektir?..

***


Evliliği sevgisizse, dışarda niye sevgili edinmektedir?..

Niçin bir erkeğin kafasına sevgili ile evlilik aynı karenin içine girmiyor?..

Bunlar aynı karenin içinde değillerse erkek niye evleniyor?..

Sevgilisi bile olamayan bir kadından, nasıl çocuk istiyor?..

Niye çocuk yapıyor?..

Aşık olmadığı bir kadınla niye 24 saat aynı evi paylaşıyor?..

İnsan saatlerini günlerini aylarını yıllarını mutlu geçirmek istemez mi?..

Sevgili olmadan bir evde geçirilen saatlere, günlere, aylara, yıllara yazık değil mi?..

Bir hayat bu kadar ucuz mu?..

Bu kadar değersiz mi?..

Bu kadar yeknesak mı?..

***


Yine 14 Şubat geliyor ve yine çevremdeki erkekleri afakanlar basıyor...

Yine dışarda sevgililer, içerde evliliklerden oluşan bitmez tükenmez dilema hayatları karatıyor...

Bir insan kendisine ve karşısındaki kadına bu kadar zulmeder mi?..

Hayatı göz göre göre bu kadar rezil eder mi?..

Hadi 14 Şubat’ları geçtim, 365 gün böyle bir manevi işkencenin içinde geçer mi?..

Erkeklerin hayatı okuması ne kadar pisişik?..

Hem karılarını sevgili olarak görmüyorlar...

Hem de karılarıyla aynı evde oturuyorlar...

Hem karılarının dışında sevgililer ediniyorlar...

Hem de bu durumda sevgililerine değil, karılarına ihanet etmiş oluyorlar...

Yazık bir durum...



***




SEVGİLİLER GÜNÜ’NDE GİDİLECEK ŞEHİRLER...

Dün bir tanıdığım “Sevgililer Günü Cumartesi’ye geliyor... Onu Çeşme’ye mi götürsem?..” diye soruyordu...

Kesinlikle Çeşme’ye ve Çeşmeliler’e karşı değilim...

Ancak belli ki arkadaş; gazetelerde “Sevgililer Günü’nde geçireceğiniz en iyi tatil merkezleri arasında birinci sıradaki SPA merkezlerini” görmüş ondan ilham alıp Çeşme’yi işaretlemişti...

Arkadaşlara hatırlatmalıyım ki;

SPA merkezleri insanı, toksinlerden arındırıp, masaj yaptırıp, gençleştirip, huzur buldurup, tazeleyip, yosunlara bulayıp zindeleyip, hormon salgılattırıp cinselliği azdıran yerlerdir kuşkusuz...

Bir Sevgililer Günü de, cinselliği yaşamadan pek geçmez doğrudur...

Ancak Sevgililer Günü cinselliğini, merdivenaltı pornosuyla karıştırmamakta yarar vardır...

Sevgililer Günü’nün cinselliği, bir maisonette yaşanacak erotizmi çağrıştırmalı, merdivenaltı pornografisini değil...

***


Onun için, Bodrum’da sevgilinizle beraber keşfedeceğiniz sokak arası bir taverna, Paris Saint Germain’de arnavut taşlı sokağın köşesindeki güzel tekila içebileceğiniz, küçük bir restoran Meksika, Roma’da gece vakti ışıklarla hafif aydınlanmış loş meydana bakan bir brasserie, ya da Viyana’da kilisenin yakınlarındaki hafif loş kokulu, açık büfeli İtalyan veya Prag’da galeriden bozma sempatik bir restoran...

Sevgililer gününe mum ve gül gerekir ki sevgililer günü gibi olsun...

***


SPA merkezlerin gitmeye karar verenlere tavsiyem odur ki, bu merkezlerde steril ortamda, portakal ve elma suyu karışımlı kokteyllerde, masaj sonrası sevişmeli Sevgililer Günü geçirene kadar, en iyisi Honkong’da masaja gidin...

Hiç olmazsa daha orijinal bir Sevgililer Günü yaşarsınız... Elbette Barcelona, Prag, Paris, Roma hatta Milano, Budapeşte’nin özellikle Peşte kısmı, pek tabii gondolların yaşadığı Venedik, Bodrum, İstanbul, San Fransisko, belki de Portofino, ama mutlaka Posidano...

Bunlar Sevgililer Günü’nde mutlaka gideceğiniz değil, hayal edeceğiniz şehirlerdir...

Evinizde, sokak arasındaki kafede de olabilirsiniz, yanınızda hiç kimse de olmayabilir...

Ama siz bu merkezlerin birinde kırmızı şarabınızı yudumluyor olacaksınız...

Emin olun, SPA Merkezlerine gidip masajla gevşeyenlerden daha mutlu geçireceksiniz o günü sadece hayalinizde olsa bile...

***


Çünkü Sevgililer Günü’nde hayat bazılarının sandığı gibi bir medivenaltı pornografisini çağrıştırmaz...

Bir maisonette yaşanacak erotizm andırır... Onu hayallerde yaşamak bile yeterince uyarıcıdır...

DİĞER YENİ YAZILAR