Çıplak Fotoğraf..Kadının kendini ölümsüzleştirdiği an

Haberin Devamı


30’lu yaşlarında kariyer sahibi kadınlar, tıpkı profesyonel modeller gibi, çıplak fotoğraf çektirmek istiyorlar...” diyor, İsmail Necmi isimli fotoğrafçı genç...

“Şaşılacak bir şey ama, kadınlar sevgililerinden önce kendileri, sonra da diğer kadın arkadaşları için çıplak fotoğraflarını çektiriyorlar... Arkadaşlarını görünce ‘Bu sen misin’ demeleri hoşlarına gidiyor... Bir de sanırım hâlâ gençken ve güzelken bunu belgelemek istiyorlar...”

***


Bir kadının profesyonel olmayan nedenlerle çıplak fotoğraf çektirmesi kendini ölümsüzleştirdiği andır... Kadın, vücudunun çok şeyden önemli olduğunu bilir...

Beynin ve aklın her şeyden önemli olduğuna inansa da, çıplak gerçeğin, ilk çekiciliğinin kendi vücudu olduğunun farkındadır...

Bir erkek, kadın vücudundan etkilenebilir... Bir erkek, kadın vücuduna hayranlıkla bakabilir...

Bir erkek, kadının vücudunu çılgınca arzulayabilir... Ama bir erkek, kadın vücuduna hiçbir zaman kendisininmiş gibi sahip olamaz...

O ayrıcalık sadece kadının ayrıcalığıdır...

***


Kadın, kendisinde en fazla arzulanan şeyin, beyninin olmadığını bilir...

En fazla istenen şeyin “aklı” olmadığının da farkındadır...

Ne kadar havalı ve cafcaflı konuşursa konuşsun, ne kadar akıllı ve zeki davranırsa davransın, ne yaparsa yapsın, bilincinin derinliklerinde yüzyıllardan bu yana gelen genetik kadın kodlanmasında, “vücudunun kendisinin en değerli yerlerinden biri” olduğunu bilir...

Kadın için vücudu hazinesidir...

Onu çıplak bir fotoğrafla ölümsüzleştirmek, kendini ölümsüzleştirmekle eşdeğerdir...

Onun için gizliden gizliye, derinden derine her kadın vücudunun tüm seksapelitisini, tüm çekiciliğini, tüm cazibesini sergilercesine bir fotoğrafla ölümsüzleştirmek ister... Bu bir erkeği tahrik etmekten çok, tarihe ve sonsuzluğa vurulan küçük bir damga niyetinedir...

***


Penelope Cruz, Elegy (Aşkın Peşinde) filminde 30’lu yaşlarındaki muhteşem vücudunu Ben Kingsley’den fotoğraflamasını istediğinde, ertesi günü kanser olan göğsünü alacaklardı...

O an, ne akıl, ne zekâ, ne kariyer hepsini boşvermiş Ben Kingsley’e vücudunun güzelliğini ölümsüzleştirmek için fotoğraf çektirmeye gelmişti...

O vücuda en iyi bakan, onu hoyratça kullanmayan erkek olduğunu bildiği ve profesyonel fotoğraf çekebildiği için...

Yıllar önce, aklın, beynin, zekânın ve entellektüelliğin dünyadaki mimarı feminizmin isim annesi, Simone De Beauvoir’in “ayna önünde çıplak kadınsı çizgilerinin seksi kıvrımlarının ayan beyan göründüğü” fotoğrafı yayınlandığında bir kadının en değerli hazinesinin vücudu olduğunu kavramıştım...

O kadın Simone De Beauvoir bile olsa...

***


20’li yaşlarındayken bilir vücudunun önemini kadın...

Ama 30’lu yaşlarının başlarında vücudunun çok değerli olduğunu fark eder...

Bilincinin derinliklerinde vücudunun eski güzelliğini bir süre sonra kaybedeceğini hissettiğinden, o anı, o vücudu, o en kıymetli hazinesini ölümsüzleştirmek ister kadın...

Kadının vücudunun onun için ne anlam ifade ettiğini bilmeyen erkekler, “benim karım iyi bir anne, akıllı bir eş, zeki bir kadın, entellektüel ve kariyer sahibi bir karakterdir...” derler...

Zannederler ki zavallılar, bunlar bir kadının ruhunu okşarlar...

Kadının ruhu “güzel”liğinin vurgulanmasıyla okşanır... Vücut o güzelliğin vazgeçilmez hazinesidir...

Geri zekâlı olan erkekler “iyi bir yurttaş” olmayla, “güzel bir kadın” olma arasındaki farkı bilmezler...

Hıyarlıkları bundandır...

*****



BİR GS-BJK DERBİSİ ÖNCESİ YAŞANDI BU OLAY...

Hürriyet Kelebek’in yazarı Cengiz çocukken hasta Beşiktaş’lıydı... Aslen hasta Beşiktaş’lı olan Mustafa Denizli, Galatasaray’da Derwall’in yardımcılığına geldiğinde, ona hayran olan Cengiz Semercioğlu Beşiktaş’tan Galatasaray’a döndü...

Sonra yıllar geçti... Bu kez hasta Beşiktaş’lı Mustafa Denizli Beşiktaş’a teknik direktör oldu...

Ama Cengiz, Mustafa Denizli için Beşiktaş’tan Galatasaray’a değiştirdiği kulübünü bir daha değiştirmedi... Artık eski siyah beyaz kaşkollu günleri geride kalmış, çok sevdiği Mustafa Denizli’den dolayı kalbi Galatasaray için çarpar olmuştu...

Yarınki büyük derbi öncesi, hayat beni, Cengiz’i ve Mustafa Denizli’yi gecenin bir saati baş başa bir mekanda buluşturdu...

Beşiktaş’tan Galatasaray’a Mustafa Denizli zamanında geçen Cengiz, bu sefer masada “Yenemeyeceksiniz bizi Hocam... Galatasaray alacak bu maçı 2-1...” diyordu...

Futbol böyle mucizevi bir şeydi işte...

Uğruna takım değiştirdiğiniz adam, eski tuttuğunuz takıma gittiğinde siz gitmiyordunuz, o adamı gördüğünüzde “Yenemeyeceksiniz bizi... Biz yeneceğiz sizi...” diye meydan okuyordunuz...

Çünkü Cengiz geçen yıllar içinde onu Galatasaray’lı yapan Mustafa Denizli’nin çok ötelerinde, Galatasaray’la yaşamış, Galatasaray’da ağlamış, Galatasaray’da sevinmiş, Galatasaray’ı içine işlemişti...

Galatasaray artık onun için Mustafa Denizli sayesinde tuttuğu bir takım değil, bizzat kendisiydi...

Futbolun takım aidiyetinin ne olduğunu anlayamayanlar, bir kulüple bir insan arasındaki o yıkılmaz, görünmez, bir milim taviz vermez bağı bilemezlerdi...

Sevdalandığınız renklerin öyküsünün artık bizzat sizin öykünüz olduğunu anlayamazlardı...

***


Şimdi gecenin bir yarısı masada Mustafa Denizli’yle ben gözlerimizle işaretleşmekteydik...

Cengiz’in duyamayacağı şekilde sessizce konuşmaktaydık...

Ne olur ne olmaz, Cengiz masada öğrendiklerini Galatasaray soyunma odasına yetiştirebilirdi...

Bu korku içimizdeydi...

Taraftarlık paranoyaklıktır...

Birkaç saat önce GS Başkanı Adnan Polat’la sohbet ederken “yenecek gibi görünüyorsunuz” demiştim...

“Derbi maçlar hiç belli olmaz... Kimin kazanacağını kimse bilmez” demişti...

Koskoca adamlar, kulüp başkanları, yazarlar, futbol deyimiyle “totem yapıyor” uğursuzluk getirmesin diye kendi takımının yeneceğini söylemiyorlardı...

Futbol maç öncesi, maç sırası uğur yapılan, tersten sonuç söylemek gibi “totem yapılan” paranoyak, hastalıklı, mazoşist ve dünyanın en keyifli aşkıdır...

Futbol hayattır!..

DİĞER YENİ YAZILAR