Ekonomik Krizde Şık Kadınların Levent'teki Lüks Pazarı

Haberin Devamı

Hepsi de iyi kuaförlerin elinden çıktığı belli trendi saç renkleri ve modelleriyle, skini pantolonların üzerine geçirdikleri deri çizmeleriyle, abiye mantoları ve şık trençkotlarıyla 25-55 yaş arası kentli kadınlar dolaşıyordu Levent Pazarı’nda” diyor, çok yakınım olan bir kadın:

“Sanki podyumda gibiydiler... Pazar yerinin çıkışında ise gördüğüm bir tezgah zinciri(!) beni şoke etti...

Yüksekçe bir yere adeta bir açık mutfak yerleştirilmiş, kadınlar çeşit çeşit gözlemeleri göz önünde hazırlayıp, pişiriyor ve sıcak çay eşliğinde pazar alışverişinden çıkan müşterilere servis ediyorlar...

Tezgâhlarda, ev yapımı sıcak börekler, yaprak sarmalar, turşular taptaze paketlenip satılıyor...

Etiler’de bir kafeyi andırıyor pazardaki bu tezgâh... Alışveriş yapan kadınlar bunun kendileri için hazırlanmış bir catering hizmeti olduğunu söylüyorlar...”

***


Bir zamanlar sosyetenin akın ettiği Ulus Pazarı vardı...

Ekonomik kriz hali vakti yerinde olan insanları de doğanın özüne, orijinale, tazeye ve saf olana yöneltmiş, izlenimler öyle söylüyor...

Hayat sanal olanın, şişirilmiş rakamların, medeniyet diye bize sunulan zırvaların ötesinde doğal ve rengarenk, burjuva bir kadının dört yıl sonra içinden gelen bir sesle, ziyaret ettiği bir semt pazarında edindiği izlenimlere göre...

Onun ağzından, krizlerin insanı özüne, orijinalitesine döndüren o sihirli etkisini dinliyorum:

“Günlük köy yumurtalarını siz seçiyorsunuz... Beş çeşit mandalina arasından istediğim çekirdeksiz, ince kabuklu, şeker mandalinayı seçebiliyorum...

Kıpkırmızı bahçe domateslerinin önünden geçerken, mutlaka bir domatesi alıp tatmamı söylüyor satıcılar...

Kaç kez hafiften sararmaya yüz tutmuş maydanozu marketten almak zorunda olan ben, şimdi rengarenk bir pazar keşfediyorum...

Paris’te bir semt pazarında da böyle hissetmiştim... Bu keyfi bundan böyle mutlaka devam ettireceğim...

Oburluğuma iyi geliyor...”

***


Evet... Hayat yeniden zorlaştı...

Yaşam karşımıza yeni bir sınav dayattı...

İşsizlik arttı...

Maaşlar kısıldı...

Ücretsiz izinler peydahlandı...

İşletmeler küçüldü, bazıları kapandı...

Ama umut azalmamalı...

Bilin ki hayat size kişisel gelişiminiz, kendinizi yenilemeniz, zorluklardan çıkabilecek cesareti gösterebilmeniz, krizi yönetebilmeniz, varlığınızı güçlendirebilmeniz için bir fırsat tanıyor...

Zorluklar insanlara tanınan fırsatlardır...

Yakınımdaki kadın gibi, bir semt pazarına gidin...

Doğanın rengarenkliğini hissedin, yaşamı keşfedin...

Gelişmeye başladığınızı fark edeceksiniz... Çıkarken sarı bir demet kır çiçeği alın...

Mis gibi koklayın onu...

Yaşadığınızı göreceksiniz...

*****


“NASIL HAYATA YORULMADAN DEVAM EDEBİLİYORSUN?..”

Canlı yayın bitti, kıran kırana bir Çapraz Ateş tartışması olmuş, stüdyodan çıktık veda edeceğiz birbirimize...

Döndü “Hayata yorulmadan böyle nasıl devam ediyorsun?.. Sırrı ne bu işin?” diye sordu... Gözlerinin içi muzip muzip gülüyordu...

O anda bilemezdim ki, sevgili dostumun bana hayatta sorduğu son soru bu olacak...

“Kendimi yeniliyorum sürekli...”, “Yapmaktan sıkıldığım şeyleri yapmayıp, hayatımı dönem dönem değiştiriyorum...” dedim...

Gülümsedi...

“Hosçakal...” dedi, “Güle güle...” dedim... Gitti...

Bir daha görmedim onu...

Dün hastanenin önüne siyah siyah arabalar geliyordu...

Siyah takım elbiseli adamlar arabadan iniyor, üzgün ve süzgün bir yüz ifadesiyle hastanenin kapısından içeri giriyorlardı... Matem havası esiyordu...

***


22 yaşında bir Cenevre gecesinde görmüştüm onu ilk...

İsviçre’de bir kadın meslektaşımla kaldığımız muhteşem lüks otelden arabasıyla almış ve eğik tavanların olduğu, kitaplarla dolu dubleks evine götürmüştü bizi...

Arabasını kendi kullanıyor, Türkiye’den gelmiş kendisinden genç iki gazeteciyi otelden almaktan yüksünmüyor, evine eşinin hazırladığı samimi akşam yemeğine götürüyordu onları...

Oysa Cenevre Büyükelçiliği’nde en yetkili müsteşardı o sırada...

Arabaya girdiğinde silahını çıkartıp camın önüne koymuştu...

Leblebi çekirdek gibi Türk diplomatı öldürülüyordu o günler...

Çok entelektüel olduğunu fark etmiştim...

İşte yine bir siyah araba durdu ve tanıdık bir ortak dost daha arabadan dışarı çıktı...

Çok kötü görünüyor, elini ağzına götürüyor, hızla hastanenin kapısından içeri giriyor...

***


Atina’da Türkiye ile savaştan kılpayı dönülmüş, yepyeni bir dönem başlıyordu...

Yeni dönemin yeni Atina Büyükelçisi Turgut Özal’a çok yakın bir isimdi... Cenevre’deki dostum...

Keskin zekasıyla Dışişleri’nde hızla yükselmiş, yedi yıl içinde Türkiye için en önemli merkezlerden birine büyükelçi tayin edilmişti...

Cenevre’deki o unutulmaz akşam yemeğinin, karşılığını verme zamanıydı...

Atina’da muhteşem bir trionun müzik yaptığı, en mükemmel tavernasında şimdi kapanan Myrtia’da onu ve eşini yemeğe davet ettim...

Yunan müziği dinlerken, Yunanlıların dörtyüz yıllık Osmanlı egemenliğinden kaynaklanan paranoyalarını sağlıklı bir şekilde çözecek formülleri soruyor, Cenevre başlayan dostluğun Atina’da sürmesinin şerefine kadehler kaldırıyorduk...

Bir doktor çıktı...

Mikrofonlar var önünde...

Bir şeyler söylüyor...

Böbreğinde kist çıkmıştı diyor...

Kalbinde ve karaciğerinde yetmezlik vardı diyor...

Bir şeyler söylüyor doktor...

***


Bir arkadaşımız öldürüldü o Atina’da Büyükelçiyken...

Üç arkadaşımızın arabasına bomba atıldı... Hepsi yaralandı, ölümden döndü yine o Atina’da sefirken...

Yedi yıldan sonra benim de dönme zamanım gelmişti, veda etmeye gittiğimde “Keşke dönmeseydin...” diye üzüntüsünü belli etmişti...

Yıllar yılları kovaladı...

Bir gün baktım Cenevre’deki arkadaşım, MHP’den milletvekiliğine aday olmuş, polemikler ve tartışmaların göbeğinde entelektüel birikimini ve keskin zekasını konuşturuyor...

Çapraz Ateş’i yapıyordum, programa çağırdım...

Çatır çatır tartıştı...

Çıkarken, “nasıl böyle kendini yenileyebiliyorsun” diye bana soruyordu...

Son sözleri o olmuştu bana...

Doktor mikrofonu oğluna verdi...

Oğlu babasını anlatıyordu... “Yapılabilecek her şey yapıldı... Takdir-i ilahi” diyordu...

“Onu aramızdan aldı...

Türk milletine adanmış bir ömür maalesef bu sabah sona erdi...”

Cenevre’deki dostum ölmüştü...

Cenevre’deki Müsteşar, Atina’daki Büyükelçi, Meclis’teki Millekvekili Gündüz Aktan Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu...

Bir Cenevre gecesinde, yemek bitmiş kahveler içilmiş gece 24’ü geçmiş kalkmaya hazırlanıyorduk...

“Ne olur bir taksi çağıralım ve öyle gidelim” demiştik...

Silahını almış, beline sokmuş, arabaya binmiş ve “Mümkün değil sizi yalnız otele göndermem” demişti...

Türkiye, vasatın çok üstündeki bir zekasını, ortalamanın çok üzerindeki bir insanını, kültürel vasatisinin çok yükseklerindeki bir entelektüeli kaybetti...

Türk milletine adanmış bir ömür dün sabaha karşı sona erdi...

Hoşçakal Gündüz Aktan...

DİĞER YENİ YAZILAR