Gazete Vatan Logo

PKK cemaatten ne istiyor?

Milliyet Gazetesi yazarı Kadri Gürsel'e göre Kürt hareketi için Gülencilerle bir yumuşama ya da barışı cazip kılan özellik Gülen Hareketi’nin yeri geldiğinde AKP’den ayrı ve bağımsız hareket edebilmesi.

Milliyet Gazetesi yazarları Aslı Aydıntaşbaş ve Kadri Gürsel bugünkü yazılarında Abdullah Öcalan'ın Gülen Cemaati'ne uzattığı 'zeytin dalı'nı değerlendirdi.

Aslı Aydıntaşbaş'ın yazısı

Haftanın en merak edilen siyasi kulisi CHP kurultayı ise, en anlaşılmaz siyasi gelişmesi de İmralı’da Abdullah Öcalan’ın bir anda Fethullah Gülen cemaatine çiçek atan sözleriydi.

Olay şöyle gelişti. Geçen pazar Abdullah Öcalan’ın avukatları, Yalova’ya gidip Zaman yazarı Hüseyin Gülerce’yle uzun bir görüşme yaptı. Gerçi Öcalan’ın avukatları son yıllarda belirli aralıklarla kamuoyunda öne çıkan yazarlarla bir araya geliyor; hem kendi pozisyonlarını anlatıyor hem de Kürt sorunu çözümü için nabız tutuyor.

Ancak bu sefer durum farklıydı. Hüseyin Gülerce, sıradan bir yazar değil, Türkiye’de ciddi bir siyasi güç haline gelen Gülen hareketinin en tepesindeki isimlerdendi. Her ne kadar Gülerce “gazeteci kimliğimle görüştüm” dese de, Zaman yazarının cemaat hiyerarşisinde sık sık Pensilvanya’ya gidip bizzat Fethullah Gülen’le görüşebilecek konumda olduğu gerçeği gözden kaçmadı.

“Cemaat siyasi parti gibi”

Buluşmanın hemen ardından, aylardır cemaatle ilgili sert ifadeler kullanan Abdullah Öcalan’dan sürpriz bir çıkış geldi. Cemaati “Gerek Türkiye’de gerek Ortadoğu’da önemli aktör” olarak tanımlayan, hatta “bir siyasi parti işlevine sahip” diyen Öcalan, Gülen hareketi için “Türkiye’nin hatta Ortadoğu’nun demokratikleşmesinde rol alabilirler” dedi. Ardından beklenmedik ve bir o kadar da muallak bir ittifak önerisi ortaya attı: “Oldukça dinamik güçleri var, biz de dinamik bir gücüz. Bu iki dinamik gücün karşılıklı anlayış göstermesi ve dayanışma halinde olması durumunda Türkiye’de birçok temel sorun çözülecektir. Bu dayanışma sadece Türkiye’yi değil Ortadoğu’yu da etkileyecektir.”
Tuhaf. Tüm Türkiye haftalardır CHP ve BDP’nin de içinde yer aldığı bir “sol blok” tezini tartışmışken, bu ittifak da nereden çıkmıştı?

Öcalan’ın çıkışını daha da ilginç kılan, uzunca bir süredir Güneydoğu’da PKK tabanı ve Gülen cemaati arasında devam eden adı konmamış örtülü savaştı. Doksanların sonlarından itibaren Güneydoğu okulları, yurtları ve alternatif sivil toplum yapılanmasıyla varlık göstermekte olan Gülen cemaati, son açılım süreci ve referandumda “evet” için yürüttüğü kampanyayla bölgedeki siyasi profilini iyice yükseltti.

Cemaat PKK hedefindeydi

Bundan rahatsız olan PKK, Gülen hareketini Güneydoğu’da kendisine rakip görüyor, bu siyasi rekabet üst düzey PKK ve BDP’lilerin demeçlerinden sokak eylemlerine kadar hissediliyordu. Fırat News gibi PKK’ya yakın medya kuruluşları, son dönemde düzenli olarak bölgedeki “cemaat” üyelerinin isimlerini afişe ediyordu. Kürt hareketi içinde, KCK davası “cemaatçi polislerin işi” olarak anılıyordu. Bölgede Samanyolu, Zaman, Aksiyon gibi yayınlara tepki vardı. Hakkari’de cemaate yakın bir imamın infaz edilmesi, başka illerde tehdit ve araba kundaklamalar, işin rekabet ötesine şiddete dökülebileceğinin resmiydi. Bismil’de PKK tarafından 5 Kasım’da bir cemaat evi basıldı.
Bu siyasi kutuplaşmanın ne kadar keskin olduğunu, geçen ay Brüksel de PKK’nın Avrupa sorumlularından Zübeyir Aydar’la yaptığım röportajda da gördüm. Aydar, PKK’nın imamın öldürülmesiyle ilgili olmadığını vurgulasa da, cemaat konusunda netti: “Şiddet demiyorum ama onlarla siyasi mücadelemiz devam edecek.” Örgütün iki numaralı ismi Murat Karayılan da bir süre önce benzer açıklamalarda bulunmuştu.

İmralı’dan devlet talep etti

Peki bu ortamda Abdullah Öcalan neden bir anda cemaate gül atmış, hatta bir adım ileri giderek ittifak önermişti?
İki nedeni var. Öncelikle İmralı’da Öcalan’la görüşen devlet yetkilileri, Güneydoğu’da mütedeyyin kitleyle PKK yandaşları arasında bu tarz bir tırmanıştan rahatsız. Seçim sürecinde bu gerilimin sokak çatışmalarına ya da masum insanlara yönelik şiddet eylemlerine dönüşebileceği korkusu var. Öcalan’a bu yolda bir çağrı yapmasının toplumsal gerilimi düşüreceği, yaklaşık 40 gün önce kesilen görüşmelerin yeniden başlamasında da etkili olacağı hissettirildi.

PKK liderinin başka sebepleri de vardı. Öcalan, önümüzdeki süreçte anayasanın değişmesi, Kürtçe eğitim, yeni vatandaşlık tanımı gibi siyasi taleplerinde sadece devletle diyalog yoluyla bir yere gelemeyeceğini, bu talepler konusunda Türkiye kamuoyunun ikna edilmesi gerektiği düşüncesindeydi. Kendisine yakın isimlerden anladığım kadarıyla güçlü bir medya ayağı ve siyasi nüfuzuyla Gülen cemaatini kamuoyuna ulaşmak için makul bir aracı olarak gördü.

Ancak Öcalan’ın teklif ettiği birliktelik, hiç de kolay gözükmüyor. Tam tersine Öcalan’ın hafta ortasındaki açıklamasından bu yana hem cemaatin için hem de PKK tabanı fokur fokur kaynıyor.

Cemaat açısından PKK, en son ittifak yapılabilecek yer. Cemaatin Kürt sorununa bakışını, en iyi özetleyen, Kürt tiplemeleriyle tepki çeken Samanyolu televizyonundaki “Tek Türkiye” dizisi.

Cemaate yakın duran tek tük liberal entelektüelleri bir kenara bırakırsanız, Gülen hareketinin bugünkü yönetim eliti, sadece muhafazakar değil aynı zamanda milliyetçi ve devletçi reflekslerle yoğrulmuş bir siyasi kültürden geliyor.
Zaten 2009 yerel seçimleri öncesinde Öcalan’ın avukatları ve Gülen cemaati önde gelenleri arasındaki (avukatların talebiyle gerçekleşen) benzer bir buluşma da bu yüzden son derece soğuk geçmiş, cemaati pek ikna etmemişti.

Taban tabana zıtlık

PKK tabanında durum farklı değil. Evet Güneydoğu’da PKK’ya sempati duyanlar arsında mütedeyyin bir kitle var; ancak hem PKK hem de BDP’nin üst yönetiminde etkin olan, laik sol gelenekten gelen, muhafazakar yapılanmalara kuşkuyla bakan genç nesil. Kürt hareketindeki yönetim eliti de Gülen hareketini devletin bir uzantısı olarak görüyor, Öcalan’ın çağrısının Güneydoğu’da AK Parti’yle mücadelelerinin zayıflatacağını düşünüyor.

Tablo böyleyken henüz bırakın ittifakı, bir diyalogdan söz etmek için bile erken. Öyle görünüyor ki, Öcalan’ın açıklaması, hem Kandil hem de cemaat cephesinde çok tartışılacak.

İmralı’da devletle temasın önümüzdeki günlerde yeniden başlaması bekleniyor.

Kısa vadede tansiyonun düşmesi, hem devlet hem de diğer kesimlerin işine geliyor. Öcalan’ın çağrısı, PKK tabanı ve cemaat mensupları arasında tırmanan gerilimi bir nebze düşürmüş olacak. Seçimlere kadar kan dökülmemesi, herkesin işine geliyor.

Ancak iki taban arasında uzun soluklu bir kimyasal uyum, bugünkü kutuplaşma ortamında zor gözüküyor.

Kadri Gürsel'in yazısı

PKK-Cemaat barışı için şartlar fevkalade


PKK’nın kurucu lideri Abdullah Öcalan’ın, Gülen Hareketi’ni tanımlarken belirli bir kategoriye yerleştirmekte güçlük çektiğini görüyoruz. İmralı’da avukatlarına cemaatle ilgili olarak konuşurken şu nitelemeleri yapmış:
“Ben kendilerini bir tarikat-cemaat olarak görmüyorum. Hatta tek başına ne bir tarikat ne de bir cemaattir. Biraz sivil toplum örgütü, hatta bir siyasi parti işlevine sahip olduğunu düşünüyorum. Rolü önemlidir. Bana göre daha çok Türkiye ve Ortadoğu’da bir sivil toplum örgütüdür. Sivil toplum örgütleri gibi toplumun demokratikleşmesinde, aydınlatılmasında herhangi bir siyasi çıkar beklemeden rol alabilirler. Hatta Ortadoğu’nun bir siyasi partisi gibiler.”
Gördüğünüz gibi Gülenciler Öcalan’ın gözünde ne tarikat, ne de tek başına cemaat; ama hem sivil toplum örgütü ve hem de bir siyasi parti...
Öcalan’ın cemaat tahlilini okuduktan sonra, bir durum hakkında fikir yürütebilmek için onu önce mutlaka temel bir kuramsal kavram ya da kategoriye oturtma ihtiyacı hissedenlerin verecekleri peşin hükmü tahayyül edebiliyorum: Öcalan’ın kafası 11 yıldır tecrit koşullarında yaşadığı için biraz karışmış, sağlıklı düşünemiyor!
Peki, Gülen Hareketi’ni çözümlemeye çalışan biri için, dışarıdan bakıldığında Öcalan’ınki gibi kafası biraz karışmış gibi görünmek, tam tersine bir sağlık işareti olmasın sakın?
“Karışık” olan Öcalan’ın kafası değil de bizatihi o “cemaat/parti/sivil toplum örgütü”nün kendisidir belki.
Gülen Hareketi’ni modernitenin kavramlarıyla tanımlamaya kalkışınca karşımıza “hem şu, hem bu” ya da “ne öyle, ne de böyle”lerden oluşan bir dizi çıkıyor.
Kürt Hareketi ile Gülen Hareketi arasındaki ilişkilerde bir yumuşama ve anlayışın gelişme şartlarını fevkalade uygun hale getirebilen de işte bu uzayıp giden, “ne şu, ne de bu” dizisinin işaret ettiği gerçekler...
Mesela, Gülen Hareketi bir siyasi parti değil ama iktidarda...
Tanımlanmış bir siyasi iktidar perspektifi yok ama siyasetin içinde.
Kendisini devletle bağlı görmüyor ama devletin de içinde.
Bir siyasi hareket ise hiç değil; mamafih, bir sosyo-politik İslami hareket...
Ulusaşırı (transnasyonal) nitelikte ama Türk orijinli ve Türk unsurlu.
Ne modern, ne de geleneksel.
Ne şeffaf, ne de gizli.
Ne merkezi, ne de adem-i merkeziyetçi...
Dolayısıyla... Gülen Hareketi bir siyasi parti olmadığı için Kürt çoğunluklu illerde BDP’nin doğal rakibi değil.
Bir İslami hareket olduğu için bu illerdeki potansiyel yayılma alanı öncelikle gelenekçi ve muhafazakâr toplumsal kesimler, yani AKP seçmeni ve Hizbullah tabanı, Kürt hareketininki değil.
Netice itibarı ile Gülen Hareketi ile Kürt hareketinin sandıkta ve tabanda birbirleriyle doğrudan rekabete girmeleri mümkün değil.
Buna karşılık Gülen Hareketi doğu ve güneydoğuda devletin emniyet, adliye, mülki idare, diyanet ve eğitim şubelerinde güçlü. Ve bu gücün AKP iktidarının siyasi iradesinden göreceli olarak bağımsız hareket etme potansiyeli mevcut. Çünkü AKP ve Gülen Hareketi siyaseten özdeş olmadıkları gibi, yapı olarak da türdeş değiller. Aralarındaki fiili koalisyon ilişkisi, biyolojide farklı türlerin birbirlerine yekdiğerinde bulunmayanı sunarak devam ettirdikleri bir ortaklaşa yaşam formu olan “mutualistik simbiyoz”u anımsatıyor.
Kürt hareketi için Gülencilerle bir yumuşama ya da barışı cazip kılan özellik işte bu; yani Gülen Hareketi’nin yeri geldiğinde AKP’den ayrı ve bağımsız hareket edebilmesi.
Hele seçimlerden önce daha da değer kazanan bir özellik bu...
Öcalan’ın dayanışma teklifinin Kürt hareketi açısından samimiyet teyidi, cemaatin doğu ve güneydoğudaki faaliyetlerini engellemeye çalışmamak olacaksa...
Cemaatten buna vermesi beklenen cevabın, KCK operasyon ve dava süreçlerinde Kürt Hareketi üzerindeki baskıyı en aza indirmek olacağını tahmin etmek zor değil.

Haberin Devamı