Gazete Vatan Logo

Özür dilemenin zamanı gelmedi mi?

Prof. Dr. İhsan Doğramacı, YÖK yüzünden sürekli eleştirildi Türkiye'ye kazandırdıkları hep gözardı edildi.ARTIK YETER!

Başlarken...
Çok eleştirildi. Her yaptığı büyük tartışmalara neden oldu. İsmi tüm dünyada büyürken o Türkiye'de kendisine savaş açanlarla boğuştu. Bu savaş neredeyse 50 yıl sürdü. Yıllarını ve trilyonlarını Hacettepe'ye, Bilkent'e harcadı. Erzurum, sonra da Trabzon'daki tıp fakültelerinin açılmasına o öncülük etti. Kayseri, Samsun, Sivas, Eskişehir'deki üniversiteler onun sayesinde kuruldu. Iraklı bir Türkmen olması nedeniyle Erbil'de Türk okulları açtı, pek çok Türkmen'in burada okumasını sağladı. Sonunda tüm bu hizmetleri eleştirenler tarafından dahi benimsenerek 'Hocabey'in hakkı Hocabey'e teslim edildi.

Ama yine onun kurduğu bir de YÖK vardı ki, 24 yıldır tartışması bitmedi. Türban ve imam hatip çekişmesi yüzünden alevi hiç sönmeyen YÖK konusu ne zaman masaya yatırılsa onun adı anıldı, onun adı ne zaman gündeme gelse YÖK akla geldi. Oysa 'Hocabey'in en övündüğü ne uluslararası ünü, ne kurduğu üniversiteler, ne de aldığı nişanlar, ödüllerdi. İki hafta önce 91 yaşını bitiren İhsan Doğramacı için en büyük başarısı YÖK. O bunu bir 'devrim' olarak nitelendiriyor: "Atatürk'ün devrimlerinden sonra eğitimdeki en önemli ve tek devrim YÖK'tür!" diyor.

Yani hangi cepheden bakarsanız bakın İhsan Doğramacı bir fenomendir ve Türkiye'de bir "İhsan Doğramacı olayı" vardır. Biz dört gün sürecek bu dizi-röportajda Türkiye'ye mal olmuş bir hayatın özde ne için yaşandığını anlamaya ve aktarmaya, mevcut bilgileri tazelemeye çalıştık. Her ne kadar İhsan Doğramacı, "Hayatımda ilk kez bu tip bir röportaj verdim" dese de elimizdekilerin çok az olduğunu biliyoruz. Buna rağmen umarız İhsan Doğramacı'nın dünyasından içeri bir adım atabilir; 91 yılın yolculuğuna çıkmak için merak uyandırabiliriz.

* Yapmayı çok istediğiniz başka bir şey kaldı mı?
Aa çok şey var, daha yeni başlıyorum.

* 91 yaşında?
Ama ben her 20 senede bir kilometreyi sıfıra indirir, yeniden başlarım. Yeniden çalışmaya, yapmaya...

* En son '20' ne zaman bitti?
3 Nisan'da bitti (Bu görüşmeyi doğum gününden iki gün sonra yaptık), dün (4 Nisan) yeni bir 20 yıla başladım. (Kahkahalar atıyor.)

* Bu 20'şerlik dilimler ayakta kalmanın yolu mu, yaşama sevinci mi, hırs mı, doyamamak mı, nedir?
Bir kere ben milliyetçiyim. Milliyetçiyim dediysem de yanlış anlaşılmasın. Hayatım boyunca asla etnik ya da din gruplarına ilişkin bir ayrım yapmadım. İnsanların kökenleri neyse, odur. Ben de bütün farklı kökenleri aynı düzeyde Türk vatandaşı kabul ettim. Benim milliyetçiliğim yurtdışında kaldığım günlerde gelişti. Oradan bakınca Türkiye'yi Afrika devletleri ya da gelişmemiş ülkelerle aynı kefede görmek beni kahrederdi. O halde bir vatandaş olarak "Ne yapabilirim" diye düşündüm. Çünkü karşımda Almanya örneği vardı. İkinci Cihan Savaşı'nda mağlup olmuş, fabrikaları sökülmüş bir devletti. Ama diplomaside, devlet yönetiminde, kültürde, ekonomide, teknolojide birinci sınıf bir kadro hâlâ duruyordu. İşte o kadrolar kısa sürede Almanya'yı zirveye taşıdı.

* Türkiye'de 'birinci sınıf' hiç olmadı mı?
Elbette oldu ama yetersizdi. Onun için ben hep "Ne yapabilirim" diye kendi kendime düşündüm. Ben bir hekimdim. O zaman önce daha çok tıpla ilgili olarak Hacettepe'yi kurdum ve oradan birinci sınıf elemanlar çıktı.

* Bu arada 'birinci sınıf insan' tanımınız nedir?
Dünyada aynı kategoride olan insanların üzerinde olmak! Bu yüzden bir de Bilkent'i kurdum, çünkü ABD'deyken en başarılı üniversitelerin devlet üniversitesi olmadığını gördüm. Ama özel üniversiteler de bazı ülkelerdeki gibi para kazanma amacında olmayan üniversitelerdi. Çünkü zaten öğrencinin harcı bir şeye yetmez. Eğer eğitim işine girdiyseniz diğer kaynaklar bulup aktarmanız gerekir.

* Mucidi olduğunuz konu da bu zaten. Nedir o 'diğer kaynaklar'?
Amerika'daki Johns Hopkins ve Stanford gibi en iyi özel üniversiteleri hep gelip aileler kurmuştur. O diğer kaynaklar, zengin ailelerdir. Ama bunu bizde yapabilmek için önce Anayasa'nın değişmesi gerekiyordu. Bu yüzden 1982 Anayasası'na vakıf üniversitesi kurabilmek için gerekli olan iki maddenin konmasını önerdim. 1984'te de üç vakfımız Bilkent'i kurdu. Ve bakın ne oldu? Amerika'da 3 bin 500 üniversite var. Orada mastır ve doktorayı geçmek için merkezi sınav yapılır. Aynı anda, aynı sorular sorulur. Bilkent kuruluşundan beri buraya da girmiştir. Ve en başta gelen 25 üniversite ilan edilir. Biz o listenin başta gelen üniversiteleriyle eş değerdeyiz. Bu her sene böyle gidiyor. İşte benim milliyetçiliğim bu: Birinci sınıf insan yetiştirmek. Bu amaç için çalışmak, bu amaç için yaşamak...

* Peki Bilkent'ten çıkanların hepsine kefil olur musunuz? Kesin birinci sınıflar mıdır?
Benim kefil olmamın bir önemi yok, dünya onlara kefil olmuş durumda. Herkes başarıyı kendine yontabilir ama dünya da buna işaret ediyor. Bu bir şeyin daha işareti. Demek ki biz kafa olarak onlardan geri değiliz.

* Bilkent'ten öyle bahsediyorsunuz ki Hacettepe unutulmuş galiba?
Olur mu, Hacettepe'yi de çok seviyorum. Aslında ben Türkiye'deki bütün üniversiteleri çok seviyorum. Bakın 1954'te Demokrat Parti'den bana milletvekilliği teklifi geldi. Özür diledim ve "Yapacağım başka işler var" dedim. Çeşitli vesilelerle bu tekrarlandı, hepsinde aynı şeyi söyledim. 1965'te ise bütçe onaylanmayıp, İnönü Hükümeti istifa edince Sadettin Bilgiç bizzat gelip "Sizin isminiz üzerine anlaştık" dedi, Başbakanlık önerdi. Ona da yanıtım hayır oldu. Yine dönemin Başbakanı Özal ilk kabinesini oluştururken bana Dışişleri Bakanlığı teklif etti. Onu da "Başladığım işi bitirmek istiyorum" diye nazikçe reddettim. Döndüğümde kendimi listede görünce Kenan Evren'e "Bunu yaptığınız gün istifa ederim" dedim.

* Vahit Halefoğlu oldu, değil mi?
Onu ben önerdim. "Benim yerime o olsun" dedim. Hatta havaalanında karşılaştık, kendisine "Tebrik ederim, Dışişleri Bakanı oldun" dedim, o ise daha bilmiyordu bile.

* Ya cumhurbaşkanlığı teklifi?..
Artık onu şimdi söylemem. Zaten bunlar da hiçbir zaman hiçbir gazeteciye tarafımdan söylenmemiş şeylerdir. Şunu alıp sesli şekilde okur musunuz lütfen... (Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün bir kitap için kendisine atfen yazdığı metni okutturuyor.)

* "Her siyasi krizde adı başbakanlık veya başkanlık için..." Başkanlık mı?
Okuyun lütfen...

* "...geçerdi. Ama biz gazetelerde hep bu teklifleri reddettiğini okurduk."
Gidip yaşayanlardan ayrıntılarını öğrenebilirsiniz.

* Peki neden hep ret? Aslında siyaset de idealistlere uygun değil mi?
Benim için hayır. Çünkü bugünkü sistemde en yüksek düzeyde olan bir politikacının bile özellikle eğitimde devrim yapması kolay değildir.

* Atatürk?
Atatürk 1933'te yapmış. Ondan sonraki de benim dönemimde yapıldı. Ben birinci sınıf insan yetiştirmek için bu işe soyunmaya karar verdim. Herkesi karşıma almanı, bir devrim yapmam gerekiyordu. Çünkü devlet sisteminde, devlet mevzuatında özgür bir üniversite kurma imkanı yoktu. Bugün vakıf üniversiteleri özgürdür.
Çünkü mütevelli heyetleri kendi kararlarını kendileri verir. Ve bunda ilk örneği ben verdim. Bilkent daha yeni kurulduğu günlerde, 1986'daki Türkiye birincisi geldi, burayı tercih etti. Bugün 1 milyon 800 bin aday, 77 (artı 15) üniversite var. Büyük bir yarış. Bu yarıştaki ilk 100'ün yaklaşık yarısı Hacettepe ve Bilkent'e giriyor. Kalan yarısı da o 75 üniversiteye dağılıyor. Demek ki en iyi beyinler Hacettepe ve Bilkent'e geliyor. Ve ÖSYM'yi de Hacettepe'de ben kurdum.

* Bir de YÖK var ama YÖK tarihi boyunca pek iyi anılmadı. Sizce insanlar mı anlamıyor yoksa YÖK'te yanlış bir şey mi var?
Ne diyorum: Türkiye'de iki büyük devrim olmuştur. Biri Atatürk'ün 1933'teki yüksek öğrenim devrimi, biri de YÖK'tür. Benim tarihimde Hacettepe, Bilkent bir yanadır. Benim en büyük ve başlıca başarını YÖK'tür.

* Bağışlayın ama anlamak için soruyorum: Nesi büyük başarı?
O zaman şunu okuyun da dinleyelim. (Bütün Dünya dergisinin özel İhsan Doğramacı sayısı için kendi yazdığı metni okutuyor.)

"1980'de yükseköğretim çağında bulunan 4 milyon gencin yüzde 6.3'ü üniversitelere, yüksekokullara ve akademilere devam ederken, bugün 6 milyon olan genç nüfusun yüzde 33'ü üniversitelere devam etmektedir. Araştırma düzeyi ve üst düzey bilimsel yayınlar, uluslararası bilimsel araştırma sıralamalarında Türkiye 44'üncüyken 19'unculuğa yükseldi."

* Bu YÖK sayesinde mi oldu?
Tabii ki.

* Peki sizce hiç mi yanlışı yok?
Bir yanlışı var, zaten o yüzden 1992'de istifa ettim. Çünkü 1992'de kabul edilen yeni kanunla, üniversite yöneticilerinin tüm öğretim üyelerince aday gösterilmesi kuralı kondu. Başta İngiltere ve ABD olmak üzere gelişmiş Batı ülkelerinde adaylar öğretim üyeleri tarafından seçilmezler. 1992'den önce bizde de yoktu, YÖK önerir Cumhurbaşkanı atardı.

* Bunun nesi yanlış?
Çünkü bu sanıldığı gibi demokrasi değildir. Demokrasi halkın seçtiğidir. Hoca belli bir ücret alan, saygın bir görevlidir. Ona "Seni yönetecek kişiyi sen seç" nasıl denir?

* Tamam, siz hep bu tip bir seçimin üniversite içinde hizipleşme ve kırgınlıklar yaratacağını savunursunuz. Peki o zaman 1992'den beri üniversitelerde yaşanan seçim yanşları hizipleşme mi?
Hem de nasıl. Bütün üniversitelerde çıkan kargaşalara bakın. İstanbul Üniversitesi'nde kim bunu dedi, o onu aldı, bu bunu yaptı tartışmalarına bakın. Van 100. Yıl'daki hadiseler? Hepsi bundan. Hiç karşı seçim kampanyalarına katılan hocalar sonra uyum içinde çalışmaya devam ederler mi? Dünyada bunun bir örneğini ben bilmiyorum.

* 92'de bu yasayı kimler önerdi?
Söylemeyeyim. (Bunu zaten bilenler biliyor diye ısrar edince devam ediyor) Sayın Erdal İnönü ve Sayın Türkan Akyol'un önerileri üzerine o günkü hükümet. O zaman ben Sayın Başbakan Süleyman Demirel'e gidip böyle bir kanunun Meclis'ten geçmemesi için ricada bulundum. Demirel, "Bir yanlış varsa ileride düzeltilir" dedi. Ben düzeltilemeyeceğini söyledim ve ertesi gün istifa ettim. Sayın Cumhurbaşkanı Özal'ın ısrarına rağmen de kararımdan dönmedim.

8'inci dili İtalyanca'yı 89 yaşında öğrendi...
* 3 Nisan 1915'te Osmanlı topraklarındaki Erbil'de doğdu.

* İlkokul naklinin nedeni biraz alışılmadık: Lozan Antlaşması. Çünkü o yıl Musul vilayeti İngiliz mandasına bırakılınca Türkçe eğitim yasaklandı. O da Beyrut Amerikan Koleji'ne gönderildi.

* Çocukken Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu romanının etkisiyle günlük tutmayı, Fuzuli'nin etkisiyle de şiiri sevdi.

* Bağdat Tıp Fakültesi'nde 3 yıl okudu.

* Bugün birçok öğrencinin karşılaştığı 'denklik' sorununu o, YÖK'ten yıllar önce yaşadı. Öğrenimine devam etmek için 1936'da İstanbul'a geldi. Bağdat'taki 3 yılı burada sayılmayınca yeniden sınava alındı. Ama sınavda gösterdiği basan sonucu beşinci sınıfa denk bulundu ve tıbbiyeyi normalden erken bitirmiş oldu.

3 çocuğu var
* O sıralarda aile dostlarının kızı ve kendisinden 10 yaş küçük olan Ayser Hanım'la evlendi ve 3 çocukları oldu.

* 1940-47 yılları arasında Harvard ve Washington üniversitelerinde çalışmalar yaptı. Amerikan Pediatri Akademi üyesi seçilmesine karşın Türkiye'ye döndü.

* 50'li yıllarda üniversite yönetimi tarafından 'azılı bir komünist' diye fişlendi. Sebebi gecekondulardaki hastaları ücretsiz muayene etmesi, bedava ilaç ve yiyecek dağıtmasıydı. Aydın Menderes'in çocuk doktoru olması sayesinde Başbakan'a ulaştı ve hakkında bir araştırma yapılmasını istedi. Sonunda gerçek ortaya çıktı: Fişlemenin nedeni akademik kıskançlık.

Haftada 3 gün spor
* İngilizce, Almanca, Arapça, Farsça, İbranice bilen Doğramacı 61 yaşında Fransızca öğrendi. 6 ay sonra da Paris Üniversitesi'nde Fransızca ders verdi. İtalyanca öğrenmeye ise 89 yaşında başladı. Geçen perşembe akşamı Polonya Dışişleri Bakanı'nın şerefine verdiği yemekte Lehçe konuşarak davetlileri şaşırttı. Son 3 aydır ise Çince'yle ilgileniyor.

* Haftada 3 gün spor yapıyor. Fenerbahçe taraftarı.

* Lakabı 'Hocabey'!

* Hali hazırda dünyanın çeşitli yerlerinden 'kabul ettiği' (Her kurumun ödülünü, unvanını kabul etmiyor) 11 nişanı, 10 büyük ödülü, 23 fahri doktora unvanı var.

* Dünya Sağlık Örgütü'nün 1946'daki Kuruluş Yasası'nda imzası bulunup, hayatta olan tek kişi. Ve UNICEF'in merasim salonunda iki dönem başkanlığının bulunması nedeniyle iki portresi bulunan tek yürütme kurulu başkanı.

* Eski Azerbaycan Devlet Başkanı Haydar Aliyev üç metreyi aşkın bir Doğramacı heykeli yaptırıp, hediye etti. Doğramacı, "Ancak ben ölünce dikersiniz" dediği için heykel depoya kaldırıldı. Ancak Aliyev'in ısrarı üzerine depodan çıkarılan heykel Bilkent'in bahçesine dikildi.

Doğramacı için ne dediler?
Zekası ve kararlılığıyla herkesi kendine hayran bırakan 'şayanı hayret insan'
* Prof. Dr. Andrzej Sokolowski (Polonya): Ülkenizi nasıl sevmeniz gerektiğini Doğramacı'dan öğrenebilirsiniz.

* Süleyman Demirel (9. Cumhurbaşkanı): Bu
bir abide adamdır. Bir büyük hekim, bir büyük insan, bir büyük eğitimcidir. Hepsinin üstünde de büyük bir vatanperverdir.

* Prof. Dr. Manuel Castello (İtalya): O, pediatri dünyasının papasıdır!

* Prof. Dr. Y. T. Lee (1987 Kimya dalında Nobel Ödülü sahibi): Bu üniversiteye atanmaktan
büyük şeref duyuyorum. Bilkent'in sadece Türkiye'ye değil, dünya biliminin kalkınmasına katkıda bulunacağına inanıyorum.

* Prof. Dr. Lawrence R. Klein (1980 Ekonomi Bilimleri Nobel Ödülü sahibi): Bilkent Üniversitesi, dünyanın en önde gelen bilim kurumlarıyla boy ölçüşecek durumdadır.

* Frederico Mayor (Eski UNESCO Genel Direktörü): Prof. Doğramacı hayırsever, hayal gücü sahibi, enerji dolu ve azimlidir. Dev eserleri ile hepimiz için örnek ve ilham kaynağı olmaktadır.

* Dr. Heinrich Rohrer (1986 yılı Nobel Fizik Ödülü sahibi): İhsan Doğramacı bu müessesede ileri bilimsel anlayışı başlatmıştır. Bu müesseseye zaman zaman gelmek ve başarılarını izlemekten memnunluk duyacağım.

* Prof. Dr. Herbert Simon (1978 Ekonomi Bilimleri Nobel Ödülü sahibi): Doğramacı'nın Bilkent mucizesi ile mensubu olduğum Carnegie Mellon Üniversitesi'nin işbirliğinde büyük yarar görmekteyim.

* Anne-Marie Lizin (Eski Sosyalist Enternasyonal İkinci Başkanı): Heyecanı ile ülkesini sevdiren bir prens! Bir tek adam Türkiye'yi açıklamaya yetiyor. Yaptırdığı bu muhteşem konutunda, en yüksek ülküsünün ortasında oturmaktadır: Zeka ve felsefe içinde...

* Prof. Dr. Niilo Hallman (Eski Uluslararası Pediatri Kurumu Başkanı): Samimi arkadaş, tecrübeli lider ve çocuk hekimi, fevkalade bir ekonomist olan Dr. Doğramacı ile ve 25 yıldan fazla çalışmanın önemini daha iyi değerlendirmeye başladım. İyilik timsali eşi ile kendilerini tüm dünya çocuklarına adamış olmalarına hayranım.

* Dr. James Sayre (Hacettepe'de çalışma arkadaşı): Ofisinde 4-5 kişi ile konuşurken, iki sekretere, iki ayrı dilden iki ayrı yazı yazdırabilirdi. Bu 'şayanı hayret insan'da, uzak görüşlülük, algılama, enerji, cesaret, kararlılık, gayesini iyi tayin etme, mükemmel zeka, iyilik ve yardım etmede hudutsuzluğun mükemmel bir birleşimi vardır.

* Kofi Annan (BM Genel Sekreteri): Prof. Doğramacı, siz Birleşmiş Milletler'in her ülkede bulmayı umduğu türden örnek bir dünya vatandaşısınız.

* Hikmet Çetin (Eski Dışişleri Bakanı): Prof. Doğramacı kendine sürekli ulaşılacak yeni hedefler belirler. Ve önüne çıkan engelleri sabır, kararlılık ve sonsuz bir azimle alt eder. Bunları yaparken de anlayış ve nezaketi elden bırakmaz.

Tek zaafı klasik müzik
Doğramacı'nın henüz genç bir doktorken gitmekten kendisini alamadığı tek bir yer vardı: Cebeci'deki Devlet Konservatuarı. Liszt'in 1. Piyano Konçertosu en sevdiği eserdi. Aynı salonda hiçbir temsil ve konseri kaçırmayan bir başka isim ise İsmet İnönü'ydü. Mimar Sinan Üniversitesi Konservatuarı'nın Müzikoloji Bölümü'nün kurulmasını sağlayan Doğramacı, müzik adamı olmadığı halde Sevda Cenap And Müzik Vakfı'ndan altın madalya alan tek isim. Başta Adnan Saygun olmak üzere ünlü kompozitörlerin adına besteler yaptığı Doğramacı için Azerbaycan'da da "Şairler Vicdanında Doğramacı" adlı etkinlikler düzenleniyor.

Görevleri say say bitmiyor
"Doğramacı hangi görevlerde bulundu?" sorusunun yanıtı uzun: Ankara Üniversitesi Rektörü (1963-1965), ODTÜ Mütevelli Heyet Başkanı (1965-1967), Hacettepe Üniversitesi Rektörü (1967-1975), Tıp ve Sağlık Bilimleri Milli Konseyi Başkanı (1974-1981), YÖK Başkanı (1981-1992), Uluslararası Pediatri Kurumu Başkanı, UNICEF Yürütme Kurulu Başkanı (2 dönem), Dünya Sağlık Örgütü'nde çok sayıda görev, Uluslararası Çocuk Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi, Uluslararası Çocuk Konulan Araştırma Merkezi Onursal Bilim Danışmanı, Uluslararası Tıbbi Araştırma Merkezi Onur Kurulu Üyesi, Uluslararası Yükseköğretim Konferansı Onursal Başkanı, İslam Tarih, Sanat ve Kültürü Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi, Türki Ülkeler Pediatri Cemiyetleri Birliği Kurucu ve Onursal Başkanı. Yer sığmayacağı için burada kesiyoruz. Şimdiki görevleri ise şöyle: Bilkent Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı, Türkiye ve Uluslararası Çocuk Sağlığı Merkezi Başkanı, UNICEF Türkiye Milli Komitesi Onursal Başkanı, Uluslararası Pediatri Kurumu Onursal Başkanı.

İşte olay kapağın öyküsü
YÖK'ün 4'üncü yılında, dönemin efsane dergisi Nokta öyle bir kapak ve öyle bir "YÖK Dosyası" hazırladı ki, YÖK karşıtlığının sembolü haline geldi. Kapağın hazırlandığı dönemde Nokta'nın yazı işlerinde görev yapan gazeteci Arda Uskan, kapağın hazırlanış öyküsünü şöyle anlatıyor:

Öyle bir kapak olmalı ki
"YÖK'ün 4'üncü yılıydı ve Doğramacı ağır eleştirilere hedef oluyordu. Ama yine de çok güçlüydü ve dokunulmaz gibi görünüyordu. Haber toplantısında konu açıldı. Olumsuzlukları gözler önüne seren bir kapak yapmaya karar verdik. Ama bu öyle bir kapak olmalıydı ki... Biz konuşurken, görsel yönetmen Salih Memecan çizdi..."

Uskan, Memecan'ın konuşmalar sırasında çizdiği eskizi kendisine getirip gösterdiğini, "Dört ayrı fotoğraf çekeriz, sonra üst üste montajlarız" dediğini ve bundan sonraki gelişmeleri şöyle anlatıyor:

Hepsi kızdı, Arıklı güldü
"Doğramacı, İstanbul Üniversitesi'nin üzerine oturmuştu. Pantolonunu indirmişti, poposu ortadaydı. Oturduğu üniversite binası alafranga tuvalet gibi görünüyordu ve ihsan Doğramacı onun üzerine büyük abdestini yapıyordu. Kendimi tutamadım, güldüm, 'Ciddi misin?' diye sordum Memecan'a. 'Ben ciddiyim ama Adil Bey kabul etmez... Şimdi göstermeyelim, yarın Ercan Arıklı ile ikisi Ankara'ya gidiyor, bir çaresini düşünürüz' dedi."

Hepsi kızdı, Arıklı güldü... Nokta'cılar ertesi sabah kapağın taslağını Ankara'ya gönderdiler. Prova baskı yöneticilerin önüne getirildiğinde yaşananları Uskan anlatıyor: "Adil Özkol bu kadarını beklemiyordu doğrusu. Ercan Arıklı kahkahalarla gülmeye başladı. Hıncal Uluç karşı çıkanlardandı ama Hilmi Yavuz kıyameti kopardı. Ne de olsa o günlerde üniversitede öğretim üyesiydi. "Bunu bu şekilde yayınlarsanız o hafta dergiden imzamı çekerim" dedi.

Dava açtı, kazandı...
24 Mart 1986 Pazartesi günü bütün gazetelerin birinci sayfasını Nokta'nın olay kapağı süslüyordu. Doğramacı'nın çok öfkelendiği, yaptığı açıklamayla belli oldu: "Bunu yapanları hapse attıracağım, bu yayını yapan şirkete öyle bir tazminat ödettireceğim ki, bir daha böyle bir terbiyesizlik yapamayacaklar."

İhsan Doğramacı ceza ve tazminat davalarım birlikte açtı. Noktacılar, mahkemeye sağlam bir savunma göndermek için Stern, Figaro, Panorama gibi uluslararası dergilere, buna benzer bir kapak yapıp yapmadıklarını sordu. Yanıt olumsuzdu.

Mahkemede savunmayı Adil Özkol üstlendi. Dava sonunda hapis cezası çıkmadı ama Gelişim o günün parasıyla 10 milyon TL tazminat ödemeye mahkum oldu.

Haberin Devamı