Gazete Vatan Logo

Oral Çalışlar kızdı: 'Can Dündar'ın zihnindeki seçmen'

Can Dündar ile Oral Çalışlar arasında seçim polemiği… Dündar AK Parti’ye oy verilmesini ‘efendiköle’ benzetmesiyle açıklarken Çalışlar, “Halka kızmak yerine 'Nerede hata yaptık' diye sorsunlar” dedi.

Yerel seçimler yaklaşırken gündemin en popüler konularından biri de seçim anketleri. Manipülasyonlar, oy oranı sonuçları gibi nedenlerle bugünlerde tartışmalara konu olan anketler, köşe yazarları Can Dündar ile Oral Çalışlar arasında da bir polemik başlattı.

Can Dündar, dün Cumhuriyet gazetesindeki ‘Köle niye efendisine oy verir?’ başlıklı köşe yazısında Konda’nın anketini gündemine almış; insanların çoğunun yolsuzluk olduğuna inanmasına karşın, yine çoğunluğun AK Parti’ye oy vermek istemelerini eleştirmişti. Bu çelişkili durumu açıklarken de efendisinin emrine giren, ona hayranlık duyan köle benzetmesini yapmıştı.

Oral Çalışlar ise bugün Radikal’deki köşesinde Dündar’a, ‘Can Dündar’ın zihnindeki seçmen’ başlıklı bir yazı yazarak göndermede bulundu.

“Seçim sonuçlarına öfkelenen ‘halkçı’lara önerim şu: Halka kızmak yerine 'Nerede hata yaptık' diye sorsunlar.” diyen Çalışlar’ın yazısı şöyle:

Can Dündar, kamuoyu anketlerindeki sonuçlara isyan etmiş. Seçmenlerin, yolsuzluk iddialarına rağmen hâlâ AK Parti’ye oy vermesini, ‘kölelerin’ bilinçsizliği olarak değerlendirmiş.

Can’ın Cumhuriyet’teki yazısında yer verdiği şu cümleyi uzun uzun düşündüm: “Köleler, efendilerinin hırsızlığını görecek bilince kavuştukça değişecek haramilerin düzeni.”
Yazının başlığı da ‘Köle efendisine neden oy verir?’ şeklinde.

Bu bakış açısı, solun ve muhalefetin ‘genel yaklaşımı’nı, güzel özetliyor. ‘Solculuğun amentüsü’ olarak kabul edilen iki deyim var: ‘Halka inanmak’ ve ‘halka güvenmek’. Solculuk, bireyin kendisini ‘halkçı’ olarak tanımlamasından geçer... Ancak halkla ayrı düştüğünüzde, ‘madalyonun öteki yüzü’, su üstüne çıkar. Halkı ‘sadaka peşinde koşan ahmaklar’ olarak görmek, kitleleri ‘uyandırılması gereken bilinçsiz sürüler’ diye küçümsemek, işten bile değildir.

Tarihsel fotoğrafa bakarsak: Ülkemizdeki solcular, hemen hemen hiçbir dönemde, halkın ciddi bir desteğini alamamışlardır. ‘Çok partili rejim’e geçtiğimizden bu yana, solun (1977 dışında) halkın desteğini alan bir başarısından söz etmek zor. ‘Halkın güvenini kazanamamak’, ‘halkın desteğini alamamak’, öyle travmalar yaratır ki ‘halka sövmek’, ‘devrimci eylem’ haline gelebilir.

ÖNCÜ STALİN

Stalin tarafından teorize edilen ‘öncü parti teorisi’, bir anlamda, bu güvensizliğin ifadesidir. Stalin’e göre, ‘Leninist parti teorisi’nin esası; ‘öncü partiyle, geri halk kitlelerinin bilinçlendirilip uyandırılması’dır. Bu nedenle, tek parti yönetimi gereklidir ve bu parti, ‘proletarya diktatörlüğü’ yoluyla ‘halk adına’ egemenlik kurar.

Benzer bir deneyimi, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında, Türkiye yaşadı. Tek parti yönetimi ve ‘geri halk’ın ‘öncü parti’ tarafından eğitilip değiştirilmesi düşüncesi, bu topraklara da egemen oldu.

Türkiye’deki ‘sol hareket’in ve ‘kurucu ideoloji’nin arka planında, işte böylesine köklü bir tarihsel anlayış yatıyor.

HALK TARAFINDAN BAKINCA

1946’da başlayan çok partili dönem, kaybedenler açısından tam bir hayal kırıklığıdır. Seçim kaybetmenin derin çaresizliği, halka güvensizlik sendromunu kışkırtır, temel reflekse dönüşür.

Bir de meseleye halk tarafından bakalım: 1950 seçimlerinde; halk, CHP yerine DP’yi tercih etti. Bir ‘devlet partisi diktatörlüğü’ yerine, seçimini, yeni şeyler vaat eden, daha liberal politikalar öneren bir partiden yana yaptı. 1954, 1957 seçimlerinde de benzer bir tablo ortaya çıktı.

‘Halka güvenmeyenler’; 27 Mayıs 1960’ta ordunun müdahalesine destek vererek, kanlı bir darbenin işbirlikçileri oldular. Halk ise kendisine tanınan ilk olanakta, yani 1961 seçimlerinde, tercihini, darbecilerin karşısında durarak ifade etti. 1965 seçimlerinde de 1969 seçimlerinde de halkın seçimi, darbecilerden yana olmadı.

12 Mart 1971’de, yeniden darbe geldi. Halk bu kez darbeye açıktan karşı çıkan Ecevit önderliğindeki CHP’yi seçti. 1977 seçimlerinde, darbe aleyhtarı Ecevit’in CHP’si tarihinin en yüksek oyuna (yüzde 42) ulaştı. 1983’te Özal, 1995’te Erbakan, 2002’de Tayyip Erdoğan’a yönelik tercihler de bir ‘şuursuzluğun’ değil, bilinçli bir tercihin ürünüydü. Halkın hemen her dönemdeki ‘genel tercihleri’; var olan seçenekler arasında, ‘daha akla yatkın’ sayılabilecek tercihlerdir. 1946’dan bugüne kadarki seçimlerin genel bir analizini yaptığımızda, önümüze çıkan ‘fotoğraf’ bu.

Halkın bu tercihlerini ve seçimini anlamakta güçlük çeken bir kültürün içinde yetiştim. Her kaybedilen seçimden sonra, halkı neredeyse ‘suçlu’ ilan edebilen; bazen de faturayı halka kesmek yerine, ‘seçimlerde hile olduğu’ teorilerine sapılan bir ortamdan söz ediyorum. Şu da ayrı bir gerçek: ‘Halka güvensizlik’, sadece Türkiye’deki ‘sol’un sorunu değil. Dünyanın birçok yerinde, sola benzer eleştiriler yapılıyor.

Seçim sonuçlarına, halkın tercihlerine öfkelenen ‘halkçı’lara önerim şu: Halka kızmak yerine, kendilerine “Biz nerede hata yaptık?”, “Halk neden bizi tercih etmiyor” sorularını sorsunlar.

Haberin Devamı