Adalet yürüyüşü öncesi ve sırasında hükümet tarafından gelen sert tepkilerin etkili olmadığını görmek zor değil.
Sürekli olarak “FETÖ’cüler, teröristler” suçlamasının kullanılması 16 Nisan referandumunda da etkili olmamıştı. Hükümet tarafı sert bir propaganda yöntemiyle 16 Nisan’da yüzde 60’ın üzerinde evet bekliyordu, olmadı.
Her farklı görüşe FETÖ’cü veya terörist denmesinin bir faydası olmadığını en başta Ak Partililer görüyordur.
Her farklı sese “vatan haini” denilmesinden halkın haz etmediğinin 16 Nisan’da belli olmasına rağmen Ak Parti’nin gerginlik hattında durmasının açıklaması kolay değil.
Bir Ak Parti sözcüsünün, CHP genel başkanını “halkı isyana teşvik” ile suçlaması da ancak teşhis sıkıntısı gösterir.
Türkiye’de bir yargı sorunu olduğunu Türk halkı Kılıçdaroğlu söylemeden önce de biliyordu.
Türkiye’deki yargı sorununun FETÖ operasyonlarıyla derinleştiğini, bazı kısımların kangrene döndüğünü de Türk halkı gayet iyi biliyor.
Türk halkı 27 Mayıs öncesindeki yargıyı da yaşadı 27 Mayıs sonrasındaki yargıyı da yaşadı. 12 Mart’taki yargıyı da yaşadı, 12 Eylül’deki yargıyı da yaşadı. 28 Şubat’ta askerden talimat almakta beis görmeyen yargıyı da izledi.
Adalet yürüyüşünün finali bu yazı yazılırken yapılmış değil. Ama final nasıl olursa olsun toplumda önemli bir iz, hatta izler bıraktığını gösterdi.
Yürüyüş devam ederken yapılan çeşitli tartışmalar adalet kavramına epeyce uzak olduğumuzu da gösterdi.
Geçen yılların darbe operasyonlarının devletin temel direği yargı kurumunu da nasıl yerle bir etmiş olduğunu da çıplak gözle görebildik.
9 Temmuz günü, yani dün Maltepe mitingi ile gerçek bir başlık açıldı.
Bu başlığın, adalet ve demokrasi ikilisinin bir diğer yanında da 15 Temmuz duruyor.
15 Temmuz gecesi demokrasiden geriye kalan bir parçaya tutunmaya çalışırken vahim bir çöküşün kıyısından döndük. 9 Temmuz’un adaleti ile 15 Temmuz’un demokrasisi yan yana getirdiğimiz zaman toplumdaki hareketin katlanacağını da görebiliriz.
Siyasetteki tıkanmanın bir kısmını adalet yürüyüşü açmış oldu. 15 Temmuz dersini iyi öğrenmişsek, toplumun biraz daha ferahlamasını sağlayabiliriz.
Bu ferahlamanın ucunda da kaçınılmaz olarak topluma nihai soruyu sormak vardır.
Kılıçdaroğlu’nun adalet yürüyüşü İstanbul’a yaklaştıkça, beklendiği gibi katılım artıyor. Batı basını da yürüyüşe ilgili göstermeye henüz başladı. Acaba onlar da mı CHP’den böyle bir performans beklemiyordu?
Nihayet final yaklaşıyor, pazar günü Maltepe’de bir miting yapılacak ve adalet yürüyüşü sona ermiş olacak.
Sonra ne olacak? Ülkesinde adaletin doğru dağıtılmadığını düşünen insanların görüşleri dikkate alınacak mı?
En azından kısa dönemde kimse böyle bir umuda kapılmasın. Bu sonuca şuradan varıyoruz: Cumhurbaşkanı Erdoğan, adalet yürüyüşünün sembol ismi CHP milletvekili Enis Berberoğlu’yla ilgili yargı sürecinin sonunda mahkumiyet çıkacağını söyledi. Anlaşılan mahkemenin kararını Yargıtay da onaylayacak ve bu, şimdiden biliniyor.
Erdoğan bu sözleri G-20 için Hamburg’a giderken gazetecilere söyledi, ama o sırada ana konu Avrupa Birliği’nin bizi kapı dışına koymak için harekete geçmesi olduğundan diğer konular gerilerde kaldı.
Bu arada Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da son dönemin gözaltıları, tutuklamaları ile ilgili bazı rakamlar verdi ama bu uygulamalarla ilgili herhangi bir düzeltme ihtiyacından da söz etmedi.
Adalet yürüyüşü pazar günü sona erecek. Katılım ne kadar yüksek olursa, katılanlar ve destekleyenler o kadar mutlu olacak, sonra herkes evine gidecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan net bir ifadeyle her türlü tartışmayı kestiği için iktidar partisi tarafından herhangi farklı bir ses de duyulmayacak.
Bu arada Meclis’in üçüncü partisi olan HDP’nin genel başkanlarının tutukluluk hallerinin devamına da alışmaya başlayacağız.
Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile müzakereleri durdurma kararı “tavsiye” niteliğinde,
Avrupa Birliği’nin yetkili organlarında görüşülecek, ondan sonra kesin karar çıkacak.
Dün Avrupa Parlamentosu’nun kararına şaşırmış gibi yaptık, adetimiz üzere sert bir tepki verdik.
Aslında en iyi Ankara biliyor ki ortada bir sürpriz yok, epeydir beklenen bir karar var.
Önümüzdeki birkaç gün tepkilerimize devam ederken, bize verilen ve tutulmayan sözleri sıralayacağız.
Ama tam üyelik başvurusu yaparken ve bu başvuru kabul edildiği zaman imza attığımız taahhütlerin ne kadarını yerine getirmiş olduğumuzdan hiç söz etmeyeceğiz.
Son birkaç yıldır Avrupa Birliği de tek tek Avrupa ülkeleri de hükümetleri de sivil toplum örgütleri de demokrasi arızalarımızı yüzümüze söylüyorlar.
Biz hiçbir eleştiriyi kabul etmiyoruz, her eleştiriyi düşmanca görüyoruz ve Avrupa Birliği ailesinde yer almayı bekliyoruz.
Turgut Özal öncesinde ekonomiyle ilişkimiz sürekli şikayet üzerineydi. Sürekli şikayet ederdik ama ülkemizin ve kendimizin ekonomik durumunun gelişmesiyle ilgili fazla bir fikrimiz yoktu.
Özal, ekonomiyi bir anlamda siyasetin önüne çıkarırken veya siyasetin birinci maddesini ekonomi yaparken büyüme ve zenginleşme ile tanıştık.
Bugün ise ekonomi siyasetin ilk maddeleri arasında gelmiyor. Anlaşılan ekonomiyle ilgili şikayeti olan yok.
Son rakamlar Türk ekonomisinin geçen yıl yüzde 3 dolayında büyüdüğünü söylüyor. İşsizlik rakamları ise artıyor. Ekonomi büyürse işsizlik azalır diye öğretirler okullarda.
Son birkaç yılın siyasi gelişmelerinin hepsinin ekonomi üzerinde olumsuz etkisi olduğunu biliyoruz.
Ortadoğu krizi ve terör, güney komşularımıza yaptığımız ihracatı olumsuz etkiledi.
Rusya krizinin ardından turizmin yaşadığı sıkıntı halen çözülmüş olmadığı gibi, Avrupa ülkeleriyle süren atışma ve gerilimlerin buradan gelen turist sayısını da etkilediğini turizmciler söylüyor.
Yabancı yatırımcıların gelmediğini de TÜSİAD birkaç kez ifade etti. Olağanüstü Hal rejimi ile yönetilen bir ülkeye kimsenin parasını getirmeyeceğini açıkça söylediler, ama bunun tartışması bile yapılmadı.
15 Temmuz’un yıl dönümü yaklaşırken içinden çıkamadığımız “negatif enerji” sarmalına katkıda bulunma hevesleri de bayağı çoğaldı.
Birkaç yıldır negatif enerji sarmalı içinde yaşıyoruz ve bundan nemalananlar da kendilerini gizlemiyorlar.
15 Temmuz’da negatif enerji darbe girişimi olarak zirveye vurdu, ama pozitif enerjisiyle sokağa çıkan halk tarafından püskürtüldü.
Bu pozitif enerjinin yaygınlaşmasını hepimiz gözümüzle gördük. Türk toplumunun “kolektif aklı” askeri darbe kavramını tarihe gönderdi.
Ancak şunu da açık yürekle belirtmeliyiz ki 15 Temmuz ertesindeki birçok uygulama pozitif enerjiyi geliştirmek yerine negatif enerji birikimine neden oldu.
Tekrar pozitif enerji hattına dönebilmemiz için hiçbir komplekse kapılmadan gerçek bir envanter çıkarmak zorundayız.
Şu anda bu envanterin başında da darbeyle terörle ilişkisi olmamış, neden tutuklandığı bile doğru dürüst açıklanamayan gazeteciler, yazarlar, bilim insanları olmak zorundadır.
Her haksız tutuklama negatif enerjiyi katlar. Her haksız işten atma yüz binlerce insanı korkutur.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun adalet yürüyüşü şimdiden siyaset sahnesinde önemli değişiklikler yarattı.
CHP’liler, CHP’ye oy verenler ve vermeyi düşünenler için Kılıçdaroğlu artık liderdir.
Ama Kılıçdaroğlu’nun 2019 başkanlık seçiminde Erdoğan’ın karşısına aday olarak çıkıp çıkmayacağı sorusunun halen bir cevabı yoktur.
16 Nisan referandumu ertesinde adalet yürüyüşü ile partisini de önemli ölçüde toparlamış görünen Kılıçdaroğlu’nun adaylığını CHP camiası isteyecektir.
Geçen cumhurbaşkanı seçimine “şerefli ikincilik” rızasıyla katılan muhalefet 16 Nisan etkisiyle seçimi kazanmak için çalışacaktır.
Bugün erken gibi görünse de, cumhurbaşkanı seçimi eğer ikinci tura kalırsa, HDP’lilerin de eski MHP’lilerin de Erdoğan’ın karşısındaki adaya oy verme eğiliminde olacağı bellidir.
CHP, referandum kampanyası sırasında da devam eden adalet yürüyüşünde de bu destekle hareket etmeyi başarmıştır.
Dolayısıyla CHP yönetimi 2019 başkanlık seçimi için de aynı stratejiyle hareket edecektir.
Alman hükümetinin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyareti dolayısıyla aldığı kararlar düpedüz “siyaset yasağı”dır.
G-20 toplantısı için Hamburg’a gelecek olan Türkiye Cumhurbaşkanının diğer konuklar gibi önemli bir konuk olduğunu belirten Alman yönetimi, Tayyip Erdoğan’ın bu toplantı dışında herhangi bir faaliyet yapmasını “uygun bulmuyor”.
Bu ifadelerden birçok anlam çıkarılabilir. Eğer Hamburg’da yaşayan Türkler bir izinsiz gösteri girişiminde bulunursa tatsız olaylar çıkabilir, Cumhurbaşkanı Erdoğan bizzat suçlanabilir.
Kuşkusuz şu anda Erdoğan’ın G-20 toplantısına katılmaması fikri de değerlendiriliyor, tartışılıyordur.
Ankara, Alman hükümetinin tavrını “şartlı kabul” gibi alabilir ve bu şartı kabul etmeyi reddedebilir. Cumhurbaşkanlığından yapılan ilk açıklama böyle bir eğilimin düşük ihtimal olmadığını gösteriyor.
Alman halkı 70 yıldan fazla bir süredir ağır bir travmayı atlatmak için uğraşıyor. Erdoğan’ın Nazi suçlaması bütün Almanlar için ağır bir durumdur.
Almanya’yı yönetenler Türkiye ile kriz yaşamak istemediklerini sürekli tekrar ederlerken Erdoğan ve Nazi krizini farklı bir noktaya çektiler.
Dünyanın en önemli yirmi liderinin bir araya geleceği Hamburg toplantısına, Alman hükümetinin koyduğu koşullar dolayısıyla katılmamak kolay bir karar değildir.