‘Tophane’ye farklı bir katkı

Haberin Devamı

Tophane’deki saldırı üzerine düşünmeye devam edeceğiz. Bülent Korman dostumuz da bu olay ve süren tartışmalar üzerine biri Fransa’dan diğeri İstanbul’dan, iki gözlemini yazmış.

Gönderdiği mektubu aynen aktarıyorum:

***


Sevgili Okay,

Fransa’dan bir “Tophane vakası” anlatmak istiyorum sana.

Fransa’da okur-yazar burjuvalar da vardır, bilirsin. Belle-Óle onların adası.

Belle-Óle, Fransa’nın Brötanya bölgesindeki küçük adalardan biri ve belki de en güzeli. Bir yanı Brest Körfezi‘nin kıyılarına bakıyor. Diğer yanı ise Atlantik Okyanusu‘na.

Sessiz sakin, her türlü abartıdan, gösterişten uzak bir yer. Topu topu beş bin kişi nüfusu.

Sabahları pazarlar, ada balıkçılarının tezgahları kuruluyor, günlük alışveriş bitince kahvede bir tek atılıp küçük sohbetler yapılıyor, öğle sonralarında uçsuz bucaksız ve sessiz sedasız kumsallarda denize giriliyor ve sonra herkes evlere kendini hayatına çekiliyor.

Başkan Mitterrand‘ın onu çok sevdiği, fırsat buldukça da adadaki asude hayata kaçtığı biliniyor.

Claude Monet de bir süre yaşamış orada. Ünlü okyanus kıyıları resimlerini o adada yapmış, Pembe küçücük evi bugün de korunuyor. Sarah Bernhardt bir başka Belle-Óle tutkunu. Adada küçük bir müzesi de var ve orada gömülü.

Adanın yazarı-çizeri bugün de bol. Mesela gene oralı olan aktör Laurent Terzieff‘in çocukluk arkadaşı Gerald Musch hiç terk etmemiş adayı. Hâlâ ada resimleri yapıyor, orada sürekli sergiler açıyor. Küçük lokantalarda Paris’ten tatile gelmiş ünlü tiyatro oyuncularına rastlanıyor.

Belle-Óle‘de ortalıkta polis göremiyorsun. Sadece birkaç da taksi var adada. Ben bu yaz onlardan birinin sahibiyle, doğma büyüme adalı Julio ile ahbap oldum.

Julio bana bundan birkaç yıl önce adaya onun kafasına göre “Punk” diye adlandırdığı bir grubun dadandığını anlattı. Kadın-erkek ortalarda gezinmeye, kumsallarda yatıp kalkmaya, ‘kendi meşreplerince’ biraz gürültülü bir biçimde eğlenmeye başlamışlar.

Benim anladığım, ada ahalisi onların adanın yaşamına uymayan davranışlarını pek sevmemiş.

Ve bir gece adanın balıkçıları onları Julio‘nun deyimiyle “topluca denize bırakmış.”

Peki n’oldu, tekrar geldiler mi, diye sormuştum; hayır, dönmemişler. Sonrasında olay büyüdü mü, bilmiyorum.

Bunu sana Tophane’de yaşanan can sıkıcı olaydan, anında gerginliği artıracak “Madımak tahlilleri”ne geçmekte hiçbir beis görmeyenlere belki duyurabilirisin diye yazmak istedim.

Orada olan biten için “dağdan gelip bağdakini kovmak” mealinde karşıt yorumlar yapanlar da var. O kadar ileriye gidilmese de, ben o “bağ”a girmeden bir “destur istemeyi bilmemek” ihtimalinin olanlarda payı olabileceğini görenlerdim. Evet, destur almayı bilmek diye bir şey vardır ve daha sonra gereksiz irilikte yorumlara yol açabilecek bazı olumsuzlukları başlangıçta çözebilir.

Ayrıca bu adap (tasavvuf) bize özgü bulunup da küçümsenmesin. Görüyorsun, okyanusta bir Fransız adasında da buna ihtiyaç var .

Bir de şunu hatırlatmak isterim:

Evet Tophane’de sonuçta hiçbir şekilde hoş görülemez bir şiddet teşebbüsü yaşandı ama hemen aynı dönemde ressam Su Yücel ile üniversite öğretim görevlisi Neşe Özdilek, Tepebaşı’nda, “2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti” kapsamında şahane bir etkinlik de gerçekleştirdi. Orası da Türkiye’de bir yerdi.

Tarlabaşı’nda yaşayan Çingene, Kürt, Türk, Afrikalı kadınlar, Tophane’de sergi açanların gece gezmeye gelemeyecekleri mahallelerini üzeri rengarenk resimlendirilmiş teflerle, çamaşır iplerine astıkları kendi yaptıkları resimlerle bir güzel bezediler.

Kimse de çıkıp Su Yücel‘e, “Hoop! Sen burada bizim karılarımıza neler öğretiyon lan?” diye diklenmedi. Hem de daha da ‘karışık’ bir mahallede. Çok şükür.

Ama ne yazık ki, Tophane olayının üzerine mal bulmuş mahribi gibi atlayan medyamız da, “Adsız ve Damsız” adlı bu güzellikten okurlarını -geçtim manşetleri, köşe yazılarını- birkaç satırla olsun haberdar etmedi.

Bizim sanat merakımız henüz körpedir ve biraz böyledir.

DİĞER YENİ YAZILAR