Gazete Vatan Logo
Magazin Obi Wan Kenobi’nin sesi olmak

Obi Wan Kenobi’nin sesi olmak

1987 yılında yayın hayatına atılan Blue Jean, kuruluşundan bugüne geçen 28 yıl içinde binlerce gencin hayatına eşlik etti, yerli ve yabancı müzik konusunda 1 numaralı başvuru kaynağı oldu. Blue Jean, yeni sayısından itibaren logosundan boyutuna, içeriğinden tasarımına kadar her yönüyle değişerek yeni sürümüyle okuyucularının karşısına çıktı. Derginin 28 yıllık gençlik ve müzik içerikli çizgisi, Ocak sayısından itibaren kültür&sanat ve lifestyle konularıyla zenginleşti. Yeni Blue Jean’in ilk sayısında kapak konusu “Star Wars” efsanesi. Dergiye konuk yazar olan Yekta Kopan ise Star Wars anısını kaleme aldı.

Obi Wan Kenobi’nin sesi olmak

YEKTA KOPAN

Lafı uzatmayacağım. Bilen biliyor zaten. Konumuz, “Star Wars”. Önce “4-5-6” seslendirildi elbette. İşte o üçlüde Luke Skywalker’ı konuşmuştum. Sonra, yıllarca beklenen “1-2-3” geldiğinde, Ewan McGregor’un oynadığı efsanevi Jedi ustasını da benim seslendirmemi istediler. Hikâye bu kadar basit aslında. Ama bir de hikâye içinde hikâyeler var. Öncelikle seslendirme sürecini anlatayım. Zordu. Cidden zordu. Türkiye’deki ekiple birlikte Amerika’dan gelen ve George Lucas’ın “kankası” olan bir seslendirme yönetmeni, önce bana saatlerce Jedi olmak ne demektir, Obi Wan’ın Qui-Gon ve Anakin’le ilişkisi nedir, Ewan McGregor rolüne hazırlanırken nasıl bir süreçten geçmiştir konularında bilgi verdi. Lucas’ın yarattığı o kurmaca dünyaya inanmadan stüdyoya girmek olanaksızdı anlayacağınız. Neyse ki, ergenliğimden ruhuma girmiş bir konuydu ve zorlanmadım. Aslında ben karakter olarak Jedi şövalyelerinden çok C3PO’ya yakınım ama olur o kadar...

Bir yanda duygusal sahneler, bir yanda aksiyon... Üstelik Lucas Film’in korsan kayıtlara önlem amacıyla gönderdiği özel kayıt görüntüleri. Nasıl görüntüler mi? Bütün ekranı kaplayan bir “Lucas Film” yazısı, puslu ve özellikle karlı, hatta kimi sahnelerde oyuncunun sadece ağzının göreceği şekilde karartılmış görüntüler. Klima sesi olmasın diye havalandırma yapılmayan stüdyo koşulları. Boşuna zor demedim. Sonuçta iyi bir iş çıktı ortaya. Amerikalı ekip benden, ben onlardan memnun kaldım. Hatta Lucas’ın kankası bana bir isim bile taktı. Ne olduğunu söylemem, o kadar da özelimiz olsun artık. Buraya kadarı yazının girişiydi. Dedim ya, zaten bilen biliyor.

Haberin Devamı

CANNES’DAKİ KARŞILAŞMA

Gelelim yıllar sonrasına... Kaderin güzel bir oyunuyla, Cannes’da yaşadığım bir olaya... Cannes Film Festivali deyince, burada hep partiler-eğlenceler falan filan geliyor akla. Oysa gazeteci için hiçbir zaman işin gerçek yüzü o değildir. Nereye giderseniz gidin, it gibi çalışırsınız. Masa başında yenen bir öğün, bütün gezinin tek güzel anısıdır. Benim için de Cannes Film Festivali yıllarca böyle geçti. Sabahtan akşama, ağır bir çantayla koşturdum durdum.

Haberin Devamı

Ama bir yıl... Bir kere... “O partilerden” birine katıldım. Kimlerle birlikte olduğumu anlatmayacağım. Buraya hava basmaya gelmedim. Sadece genel atmosferi anlamanız için gecenin ev sahipliğini Al Pacino ve Robert DeNiro’nun yaptığını söylemekle yetineyim. Neyse... Bütün bu ünlü isimlerle bir sohbetim olamayacağından, bir köşede hayranlıkla sağa-sola bakarken onu gördüm. Tam yanımda; yanında arkadaşları, elinde şarabı, ayakta dikilmekte olan Ewan McGregor’u. Hani saçma sapan kendine güven krizlerine girilen anlar vardır ya. İşte o anlardan birini yaşadım. Belki yapacak daha iyi bir işim olmadığından, belki çevremdekilerin ününden sıkıldığımdan aldım şarabımı, gittim Ewan McGregor’un yanına ve o efsane cümleyi söyledim: “Ben sizin Türkiye’deki sesinizim!”

Kısa süreli bir şaşkınlık... Benim açıklamalarım... Onu konuştuğum filmleri arka arkaya saymam...

Konuyu anlar anlamaz heyecanlanması... Bir anda ışıldayan yüzüne yerleşen gülümseme... Karısı Eve Mavrakis’i ve annesi Carol McGregor’u yanımıza çağırması... “Bu beyefendi benim Türkiye’deki sesimmiş” demesiyle karısının çocuklar gibi sevinmesi... (Evet haklısınız, bir ara benimle kafa bulduklarını bile düşündüm. Ama o kadar içten insanlar ki anlatamam. Samimiyetle sevindiler. Bu “tesadüf” onları benden çok heyecanlandırdı.)

Haberin Devamı

JEDİ’LER BİRBİRİNİ TANIR

Sonra beklenmedik bir şey oldu. Eve, kocasının arkasına geçmemi istedi. Ewan dudaklarını oynatırken, ben arkadan Türkçe olarak seslendirme yaptım. Başka biri dese asla oynamayacağım oyunla, ilkokul çocukları gibi mutlu olduk.

O kadar ünlünün arasında cep telefonumu çıkartıp fotoğraf çektirmeye utandığımdan ne yapacağımı bilmezken, Eve birlikte bir fotoğrafımızı çekmek istediğini söyledi. Daha ne isterim? Fotoğraftaki “pişmiş kelle” gülüşümden duygularım anlaşılıyor zaten. Biraz sohbet, biraz kahkaha... Mutluluk dilekleri, kadeh tokuşturmalar... Öylece bitti. Partinin girişindeki “happy hour” benim için gerçekten de “mutluluk saati” olmuştu. Tam ayrılırken, birbirimize tahmin ettiğiniz şeyi söyledik. Ne de olsa ikimiz de kısa süreliğine de olsa ergenliğe dönüp, kendini Jedi şövalyesi olarak hisseden iki adamdık. O bana “May the force be with you!” dedi. Ben de ona “Güç seninle olsun!”

Haberin Devamı

Ayrı dillerde konuşuyorduk ama aslında dilimiz aynıydı. Jedi’ler birbirini tanır!