Dış politikada kendi kendine gelin güvey olmak

Soğuk Savaş yıllan boyunca safı ve statüsü belli olan Türkiye, dış politikayla pek ilgilenmezdi

Haberin Devamı

Soğuk Savaş yıllan boyunca safı ve statüsü belli olan Türkiye, dış politikayla pek ilgilenmezdi. Durum artik öyle değil. Körfez Savaşı, Orta Asya, Irak Savaşı ve PKK'nın üstesinden gelme mücadelesi derken, uluslararası ilişkiler konusunda 40 yıllık bir kış uykusuna yatmış olan Türkiye birdenbire uyanmak zorunda kaldı. Hazırlıksız ve biraz şaşkın.

AKP hükümetiyle birlikte son 2 yıldır sürdürülen AB'den müzakere tarihi alma çabası ise adeta "dış politika nedir ne değildir"! öğrenme seferberliği ilân etmemize neden oldu.

Meselâ, ulusça öğrendik ki Avrupa Konseyi ile OECD üyesi ve Berlusconi ile samimi olmamız, buyur edilmemiz için yeterli değilmiş. Fransız usulü bir laiklikten dem vurmamız da Fransa'nın iltifatına mazhar olmamıza yetmiyormuş. Ayrıca AB ülkeleri de meğerse yekpare bir bütün değilmiş. Her birinin Türkiye'ye ilişkin kendi çıkar hesabı varmış. Derken, görmeye başladık ki soykırım iddialarına dayanan Ermeni sorununun uluslararası bir orkestrasyonla gündeme getirilmesinin ardında da sadece kin tutan diaspora Ermenileri yokmuş. Cephe gerisinde Türkiye'yi sıkıştırmayı göze alan bazı "dost" devletlerin de payı varmış.

Kaş yapayım derken
Ama Kürt sorunu dipdiri ortada dururken ve terörün yeniden hortlaması ihtimali en yetkili ağızlar tarafından dillendirilirken bir de bu soykırım meselesini çözmesi gereken hükümet ne yapıyor? Sun Zi'den Clausewitz e ve siyaset pratiğiyle de Atatürk'e kadar gelmiş geçmiş tüm stratejistleri çileden çıkaracak bir şekilde yeni cepheler açıyor. Ermeni sorunu konusunda Türkiye'ye karşı ılımlı bir tutum izleyen ve daha önemlisi, Öcalan'ı Türkiye'nin teslim almasını sağlayan ABD ile de ihtilâfa düşmeyi başanyor.

Hükümetin son dış politika girişimleri, AB'ye adaylığımız konusunda bile lehimizde baskı yapması için başvurduğumuz ABD nezdinde Türkiye'nin mecra değiştirdiği kuşkusunu yaratıyor. "Nereden çıkti bu İran ve Suriye aşkı?" dedirtiyor.

Anladık, halkımız gibi ve onunla aynı zamanda dış politika öğrenmeye çalışan yönetenlerimiz, Kuzey Irak'ta Kürt siyasetinin muhtemel etkilerini bertaraf etmek için bu konuda benzer endişeler besleyen İran ve Suriye'den medet umuyor. Bu tür bir yakınlaşmanın aslında amaca hiç de hizmet etmeyeceğini kestiremeden. Bölgeyi tanzim ve tertip etmeyi aklına koymuş olan ABD'yi ifrit edeceğini düşünmeden.

Daha da önemlisi, böyle bir üçlü ittifakın Türkiye'nin Kürt kökenli insanları için ne kadar incitici olduğunu ve onlan yurttaşı olduklan devletten soğutacağını da hesaba katmadan.

Ama olsun, biz devam edelim karanlıkta ıslık çalmaya: Türkiye'den kimse vazgeçemez. ABD sinirlenmişmiş, Suriye sevdamızı AB de tasvip etmiyormuş, mühim değil. Bizde bu jeopolitik durum varken herkes kırar bacağını oturur aşağı. Biz derin bir strateji izliyor, ince diplomasi yapıyoruz.

Nasihat verme merakı
Cumhurbaşkanımızın Suriye'ye gitmesi Büyükelçi Edelman'ın çıkışından sonra bir zorunluluktur. Öğüt falan vermek için değil. Onurumuzu korumamız için!

Ama bakınız, sayın Baykal bu konuda ne demiş: "Cumhurbaşkanımızın Suriye ziyareti bölge barışına katkı sağlayacak(mış)." Ankara'nın değerli gazetecisi Fikret Bila ise Türkiye'nin Suriye ve İran'a kıymetli telkinlerde bulunarak "müdahaleyi önlediğini" ve "bu konuda ABD'nin de AB'nin de çok önünde" olduğunu yazıyor.

Anlaşılan, her ikisi de Sayın Kürşat Tüzmen'in iki ay sonra bombalanacak olan Bağdat'a 350 kişilik bir kafileyle iş bağlantilan kurmaya gittiğini hatırlamıyor. Bakanın ise Saddarn'la baş başa kapanıp ona nasihatte bulunduğunu da.

Manzara o ki, biz ülke olarak dış politika stajyeri gibi davranıyoruz. Kendi çalan kendi oynayan ve kendi kendine gelin güvey olan bir ülke tablosu çiziyoruz. Bakalım nereye kadar?

DİĞER YENİ YAZILAR