Sarı Turuncu sonbahar kokan kitaplar

Hem eş, hem sevgili olan, kimileri çocuk da doğuran bu kadınlar aşkı da, mesleklerini yaşadıkları gibi tutkuyla yaşamışlar. Erkekleri, seksi, adrenalin ve macerayı, tehlikeyi, zeka oyunlarını, hatta harbi çok sevmişler.

Kitap seçimlerim mevsimin renklerinden, kokularından etkileniyor olmalı ki, yine sarı turuncu kitaplar seçmişim okumak için. Kapaklarından bahsetmiyorum kitapların, içerikleri sarı turuncu, kokuları sonbahar. Benim, insanlarla olduğu gibi, objelerle de böyle; renk, zaman dilimi, koku üzerine sınıflandırmalarım vardır. Bugün, yeni okumuş olduğum ve masamda okunmayı bekleyen aynen bu tarife uygun sonbahar kokan kitapları paylaşacağım sizinle. Bahçeyi sarıdan kızıla, kahverengiye bir renk yelpazesi içinde kaplayan yapraklar savrulup gittiğinde, ağaçlar soyunup uykuya yattıklarında da kış kitapları gelip, sırasını alacak hayatımda.

Yeni okumayı bitirdiğim kitaplara tanışıklık duygusuyla ve sayfalarında buluşmamız için karşılıklı sabırsızlıkla bekleştiklerimize de heyecanla bakıyorum. Benim için yeni bir kitabın kapağını açmak ve sihirli dünyasında kaybolmak üzere yolculuğa çıkmak çok küçüklüğümden, daha okuma-yazma bilmediğim zamanlardan bende yer etmiş bir duygu. Kitaba karşı bu heyecanı hiç kaybetmedim bugüne dek.

Haberin Devamı

Bu kitaplardan ilki, hikâyesini sizinle geçenlerde paylaşmış olduğum; Maxim Gorki’nin de senelerce hem resmî tercümanlığını yapıp, hem de sevgilisi olmuş Mura’nın hakkında yazılmış bir diğer kitap. Diğer ikisi de isimleri farklı, hayatları farklı ama ortak noktaları ajanlık olan diğer iki kadının hayatını anlatıyor. Yıllar içinde gizli arşivlerin açılması veya kahramanı bizzat tanımış olan kişilerin anılarının daha rahat paylaşılması sayesinde, belli bir tarihten önce çok gizli yaşanan bu hayatlar artık bize çok daha yakın. Arşivlerin açılması, gizliliklerin büyük bir kısmının ortadan kalkması, bu esrarengiz ve tehlikeli hayatların sahiplerini daha sıcak bir duyguyla, kişisel özellikleri ve insanî yönleriyle de tanımamızı sağlıyor. Oysa, bu gizemli insanların çoğu yaşarken ve daha sonra da uzun müddet en yakınları tarafından dahi bilinmeyeek şekilde esrarengiz hayatlara sahipler.

Haberin Devamı

KIan Fleming’in ‘Miss Moneypenny’ karakterine hayat verdiği söylenen Vera Atkins, II. Dünya Harbi’nde İngiltere’nin ‘Özel Operasyonlar’ının başına kadar yükselmiş ve Nazi işgâline karşı direnişi organize etmiş bir kadın. Alman işgâli esnasında Fransa’ya sızdırılan dört yüzden fazla erkekli, kadınlı genç ajanın seçilip yetiştirilmesinde ve yönlendirilmesinde başrol oyuncusu. 1945’te harp bittiğinde de, düşman hatları gerisinde kaybolmuş ajanlarının akıbetlerini öğrenmek ve ortaya çıkarmak üzere gizli çalışmalarına devam ediyor.

Polonyalı bir aristokratın ve çok zengin Yahudi bir annenin kızı olarak dünyaya gelen Christine Granville ise savaşın patlamasıyla birlikte İngiltere’ye kaçtığında istihbarat teşkilâtınca görevlendirilen ve arka arkaya birbirinden tehlikeli gizli görevlerle yükselen bir başka kadın casus. Cesareti, ataklığı ve kıvrak zekâsıyla, sevgililerinden biri olan diğer bir ajan da dahil olmak üzere hem kendinin, hem diğer casus arkadaşlarının hayatını defalarla Gestapo’nun infazından kurtarabilmiş. Ne enteresandır ki; ölümü yine bir başka meslektaşının, saplantılı bir gizli ajanın elinden olmuş. Harbin en acımasız ölüm yolculuklarından kurtulabildiği halde sulh zamanı, 1952’de Londra’nın South Kensington bölgesinde bir otel odasında bir devir âşığı olduğu erkek tarafından, mektuplarını iade etmediği için hayatına bıçak darbeleriyle son verilmiş. Hayatına mâlolan mektupları eski sevgilisi katiline kendisinin söylediği gibi gerçekten yakmış mıydı, yoksa saklamış veya bir başkasına saklanmak üzere vermiş miydi, bu bilinmiyor. Ama ölümüne sebep olacak kadar önemli oldukları bir gerçek.

Haberin Devamı

Bu kadınların harp esnasında gizli görevleri dolayısıyla dolaştıkları ülkelere, aştıkları sınırlara baktığınız zaman, cesaretlerinin boyutunu harita üzerinde çok daha net görebiliyorsunuz.

Ayrıca, böylesine tehlikeli boyutlarda çalışan gizli ajanların kendi halinde, sessiz, içine kapanık insanlar olmasını, dikkat çekmeyecek kimliklerde yaşamış olmasını beklersiniz, değil mi? Ama, bu kadınların hiç biri öyle değil. Hepsi karizmatik, cesaretleri, ataklıkları ve olağanüstü etkileme güçleri, cazibeleriyle her girdikleri yerde, her sohbetlerinde dikkatleri üzerlerinde toplayan ve hayranlık uyandıran ve dimağlara nakşolan kadınlar. Ayrıca dişiliklerini de doya doya yaşamışlar. Hepsinin, sadece görevlerini yerine getirmek maksadıyla beraber oldukları değil, yürekten sevdikleri, âşık oldukları ve hâtta bir çoğunun da onları kurtarmak uğruna kendi hayatlarını tehlikeye attıkları erkekleri var.

Haberin Devamı

Hem eş, hem sevgili olan, kimileri çocuk da doğuran bu kadınlar aşkı da, mesleklerini yaşadıkları gibi tutkuyla yaşamışlar. Erkekleri, seksi, adrenalin ve macerayı, tehlikeyi, zekâ oyunlarını, hâtta harbi çok sevmişler. Zira sulh zamanının gereği görülen kuralların savaşla beraber esneklik kazanması onları kanlarında akan çılgınlıkları yapmak için daha hür kılmış. Kimi; uğruna ölümü göze alarak çalıştığı memleketine ve/veya ideolojiye yürekten inanmış ve bu inançları uğruna verdikleri gizli ve bir o kadar da ateşli mücadeleyle hem o memleketlerin, hem kendileriyle beraber daha nice insanın hayatını etkilemişler, değiştirmişler.

Şu arada, acı dolu tarihinin tekrarlanıp durmasından dolayı tekrar okuduğum bir kitap da Kırım Harbi’nin 150’nci yılı sebebiyle Vehbi Koç Vakfı tarafından 2006 yılında bastırılmış olan kitap. Hem Osmanlı tarihinde önemli bir dönemeç yaratması, hem de ‘ilk modern’ savaş kabûl edilmesi bakımından çok derin incelenmesi gereken bu bu savaş döneminin maalesef kendi kaynaklarımızda unutulmaya yüz tutmuş olmasının ardından kapsamlı bir şekilde ele alındığı bu kitap belki de dede topraklarımı anlattığı için bir kez daha itinayla okuduğum bir belgesel zenginlik.

Bina Berberova’nın doksan sayfalık kısacık bir kitap içinde muhteşem bir psikolojik dünya işlediği ve elimden bırakamadan okuduğum ‘The Accompanist’ (Eşlikçi) çok sevdiğim sonbahar tadındaki Çehov hikâyelerini anımsattı bana.

Orhan Karaveli’nin detaycı, yorumcu dünya görüşüyle yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da yaşadığı diplomatik gazetecilik tecrübelerini birleştirdiği kitaplarını büyük bir tat alarak okuyorum. Karaveli ustanın yaşadığı mekânlar, tanıdığı insanlar, başından geçenler, çevresindeki veya düşüncelerindeki herkesi ve her şeyi de içine alarak devirlere şahitlik yapan masalsı gerçekleri, acısı, hüznü, keyfi ve heyecanlarıyla buluşturuyor okuyanı. ‘Berlin’in Yalnız Kadınları’nı takiben ‘Tevfik Fikret ve Halûk Gerçeği’, ‘Ali Kemâl “belki de bir günah keçisi’, ‘Sakallı Celâl’, ‘Ziya Gökalp’i Doğru Tanımak’ ve ‘Görgü Tanığı’ kâh hatırlayarak, kâh öğrenerek, kâh bir kez daha daha iyi anlamak üzere düşünerek okuduğum kitaplar... hepsi de sonbahar renklerinde, hepsi de sonbahar kokuyor...

Hepinize sonbaharın bunlar gibi ve diğer renklerini keşfetmenizi diliyorum. Sevgiyle kalın.

Sarı Turuncu sonbahar kokan kitaplar

DİĞER YENİ YAZILAR