Ölüm üzerine bir demleme

İnsanoğlu, nasıl, nerede, ne şekilde, ne biçim yaşayacağıyla ilgili kurgulayarak, plânlayarak, düşleyerek, umud ederek yaşar da, nedense ölümüyle ilgili hayâl kurmaz hiç. En iyi ihtimâlle bir başkasının ‘son’undan etkilenerek, “Allah elden ayaktan düşürmeden alsın”, “Üç gün yatak, dördüncü gün toprak” “Allah çektirmeden alsın” gibi o en son anla ilgili temenniler duyarız.

Çok bilinçli bir şekilde plânlı, programlı intiharını gerçekleştirenler de var, melelâ benim Kurt Seyit dedem gibi ama konumuz onlar değil. Neden, ölümü için aşağı yukarı nasıl arzu ettiğine dair bir kurgulama yaratmaz insanlar, neden o bilinmez gün, bilinmez an için bilinçaltına bir tablo yerleştirmezler? Ölümden korkudan belki. Belki ölüm hayâli kurulmayacak kadar itici geldiğinden. Belki düşünülmedikçe gelmeyeceğine inanıldığından. Ama er, geç gelecektir... Doğduğumuz anda tek kesin bilinen şey; öleceğimizdir. Aradaki zaman diliminde yaşanacaklar ise değişkendir, belirsizdir. Bu kadar kesin olan şeyin; yani ölümün ne zaman hayatımızı noktalayacağının ise bu derecede bilgimiz dışında olması ironik gelir bana.

Haberin Devamı

Yıllar önce kendi ölümümle ilgili bir senaryo yazmıştım. Yüzüncü yaşımı kutladığım gün olacaktı günlerden. Sağlıklı, aklı başında, hâlâ hayat dolu, enerjik, hâlâ üretken bir yüzüncü yaş. Yüzüncü romanımı yeni bitirmiş olacaktım. Ülkem huzura kavuşmuş olacaktı benim yüz yaşıma kadar, dünya huzurda olacaktı. Tabi ki günlerden 30 Nisan. Pırıl pırıl, ılık, tatlı esintili bir bahar günü. Erguvanlar doldurmuş olacaktı Boğaz tepelerini. Çocuklarım, sevdiceğim, torunlarım, onların çocukları, hepsi etrafımda olacaktı. Hepsi hayatta, sağlıklı ve sevgi dolu kocaman bir aile... Onlarla kocaman bir masanın etrafında kahkahalarla bezenmiş bir yemek yiyecek, pastamı üfleyip, şampanyamı içip, dansedip sonra akşamüzeri şöyle biraz uzanmaya yatak odasına çekilecektim. Dantel geceliğimi giyip, önce kız torunlarımı çağırıp inci kolyelerimden birer tane armağan edecek, unutmamaları için espriyle bezenmiş vasiyet gibi hayat dersi verecektim. Onlar çekildiğinde de huzurlu bir uykuya dalacaktım... ve bir daha uyanmayacaktım.

Haberin Devamı

Ölüm üzerine bir demleme

Bu kurgu o kadar hoşuma gitti ki; hayâlimde canlandırdığımdan yıllar sonra ‘Sır’ romanımın birinci bölümünde kahramanım Hüma’nın ölüm sahnesini aynen bu detaylarla süsleyip yazdım. Ama içine ne kadar kendimi yerleştirmişsem, o zamanlar henüz yaşım kırk dokuz olmasına rağmen, okurlarımın büyük bir çoğunluğu; “Hüma siz misiniz yoksa?” diye sorardı, hâlâ daha da yeni okuyanların kaçınılmaz sorusudur bu. Ben de her defasında gülerek cevaplarım: “Nasıl Hüma olabilirim? Yüz yaşında değilim henüz. Henüz ölmedim de...” Ama şaka maka, gerçekten hayâlim gerçekleşir de yüz yaşında böyle ölürsem kimseyi inandıramam artık Hüma’nın ben olmadığıma.

Olan şu ki; ‘Sır’da ölen ben olmasam da aslında o son benim istediğim son olduğundan, Hüma’yla bütünleşivermiştik demek ki.

Bilemem tabii, kader dediğimiz aslında çoktan belirlenmiş ama bizim yaşayana kadar bilmediğimiz bilinmezimiz bana nasıl bir ölüm getirir.

Haberin Devamı
DİĞER YENİ YAZILAR