Gençlerimizin kanında boğuluyoruz

Devlet ricali, partililer, politikacılar ne derlerse desinler, Türkiye’yi nasıl tarif ederlerse etsinler; aklı selim sahibi, duyarlılığı olan, bağımsız Cumhuriyetin ve milletimizin var oluş sebeplerine ve amaçlarına vakıf ve inanmış insanlar gerçekte ne olduğunu görüyorlar. Olan şu: Gençlerimizin kanında boğuluyoruz...

Kimi yöneticilerin, politikacıların, din adamlarının, entel kadronun, sanatçıların düşmana ihtiyaç bırakmayacak bölünmemiz, parçalanmamız, birbİririmize düşman olmamız üzerine hesapları var gücüyle işlemeye devam ediyor. Bir ihtimal sonunda muvaffak olurlarsa da bu sefer birbirini yemeye devam edecekler. Yesinler, bitirsinler birbirini, hiç bir şikayetim olmaz. Ama şimdilik; vatandaşlarımızı din, mezhep, köken kavramlarıyla ayırır ve birbirine düşman ederken, yaşamı ve idealleri bu zorlanmak istenen ayırımcı yaptırımlarla sınırlamak istemeyen, ideallerinin özünde; insana, yaşama, tabiata, diğer canlılara, hür düşünceye, hür ifadeye, birbirini incitmeden farklılıkları konuşarak uzlaşmaya, ülkemizin ancak bu inançla huzur bulacağına inanan geçlerimizi kurban etmek üzerine yoğunlaşmış durumdalar. Kendilerinin el birliğiyle yarattığı kamplaşmanın ürünü karşıt gruplardan birbirine misilleme oluyormuş da kan dökülüyormuş senaryosu da çok büyük hesaplarla işleniyor belli ki.

Haberin Devamı

Herkes anında kendisine göre bir diğer tarafı suçluyor

Millet zaten öylesine kafa karışıklığına, ayrılmışlığa, bir başkasına göre “diğeri” olmaya şartlanmış ki; artık herkes kendini birilerinden korumaya veya birilerine saldırmaya hazır hissediyor. Bir terör saldırısı, cinayeti olmasın; anında herkes kendisine göre bir diğer tarafı suçluyor. Saldırıyı, cinayeti üstlenen olduğu zaman, onun temsil ettiği mezhep veya kökenden olan herkes aynı derecede sorumlu tutuluyor, nefret söylemleri bütün o guruba yönlendiriliyor. Burada sade, kendi halindeki halktan bahsediyorum. Politik ve dinsel baskılar ve yönlendirmeler olmasa, kendilerini isyan ettiren ve galeyana getiren pusular, cinayetler, gözaltılar olmasa, kendi hallerinde yaşayıp, kimsenin ne dinden, ne mezhepten olduğuna, ne lisan konuştuğuna aldırmayacak insanlardan bahsediyorum. Yoksa artık günlük hayatımızın içine, şehirlerimize, mahallelerimize sızmış terör unsurlarının misillemesi değil söylediğim.

Haberin Devamı

İşin enteresanı şu anda Türkiye’de ilk bahsettiğim bir “diğeri”ne nefret duymak üzere kanlı olaylarla galeyana sürüklenen sade kesim isyanını dile getirmek için sokağa çıksa, ellerinde bayraklarla barışçı bir söylemle adalet ve kardeşlik çağrısında bulunmaya kalksa cezalandırılmak için her fırsat kollanıyor. Şehit oğlunun acısından hükümete isyanını dile getiren baba suçlu oluyor. Kayıp çocuklarını arayan analar sürüklenerek götürülüyor. Toprağının yeşilini, denizinin mavisini korumak isteyen köylü dayak yiyor.

Diğer taraftan kendi inandıkları (nı söyledikleri) şekilde dine uymayanların kellesini kesip, bedenlerini parçalayan ve bunu dindarlık diye empoze etmeye çalışan İslâmi teröristlerin İstanbul gibi dünya merkezinde bir şehirde meydanlarda açıkça toplanması, namaz kılıp cihada çağrı yapması engellenmiyor. Kendileri vahşetin temsilcisi olarak görünmekten çekinip de deolojisi itibarıyle terör guruplarıyla aynı kafa yapısını paylaşan ve sözde “dinî” söylemleriyle teröre taşeron yetiştiren ve onları cesaretlendirip teşvik eden, maddi imkan sağlayan kaynak gruplar da var. Hükümetin kontrolunda olması gereken dinî kurslarda bu terör örgütlerine katılması için küçücük çocuklarımızı, gençlerimizi cihat çağrısıyla teröre piyon yapan sözde hocalar hiç bir yetkiliyi rahatsız etmiyor.

Haberin Devamı

Millet ve bayrak kavramlarının unutturulmaya çalışılması da bu ayrımcılığı, başkalaşmayı rahat körükleyebilmek için çok büyük bir adımdı. Tabii T.C., T.C. bayrağı, andı kutsallığını yitirdiği için din ve mezhep insanları çok daha kolay bölüyor. Çünkü insanların tutunacağı, bağlanacağı ve ortak paydada buluşabileceği manevi değerlerle; toprakla, vatanla, ortak vatanseverlik inancıyla bağları koparılırsa geriye sadece din kalıyor ki; bu hainlerce dağılma sürecini hızlandıracak silaha dönüşüyor.

Haberin Devamı

Kobani’nin acılı çocuklarına oyuncaklar götürüyordu gençlerimiz. O yaralı, acılı çocukların yuvalarının duvarlarını boyayacaklar, onların kan, barut kokulu dünyalarına renklerle biraz huzur vereceklerdi. Kollarında taşıdıkları oyuncaklarla belki kendileri bile oynayamamışlardı minikliklerinde. Ama şimdi savaş mağduru kardeşlerinin yüzünü güldürmek istiyorlardı. Güle, oynaya gidiyorlardı, mutlu yürüyorlardı, insanlık için, dünya için iyi bir şey gerçekleştireceklerine inançla...

Böylesine hassas bir yolda neler olabileceğini nasıl atlamıştı istihbarat? Hemen ardından şehit askerimiz, polislerimiz... Devlet Baba (bir zamanlar Devlet Ana derdik) haydi isthbarat kaynakların çalışmadı, koruyamadın, bari yas ilan etseydin. Bu gençler bu ülkenin umutlarıydı... en azından bizlerin, yani bir diğerlerinin umutlarıydı...

DİĞER YENİ YAZILAR