Anıların dayanılmaz ağırlığı

Yeni romanımın yeni bölümünü yazmak üzere masamda yayılmış mektupların, telgraf kâğıtlarının, fotoğrafların arasında aslında bana ait olmayan anıların ağırlığı altındayım... Ülkemizin basiretsizlik ve kifayetsizlik örneği siyasetini izlemekten yorgun, bıkkın, ne zamandır yazmakta olduğum hikâyenin acılarını, ıstıraplarını, hüzünlerini yaşamayı tercih ettim ve kahramanlarımın dünyasına döndüm yine. Ara sıra, her ne kadar yılmasam da, sorumlu bir vatandaş ve sanatçı olmanın duyarlılığının ülkemde pozitife bir değişiklik yaratamayacağı çaresizliğini hissetmiyor değilim. Böyle zamanlarda roman yazmak benim en mükemmel kaçışım ve tedavim oluyor. Bitmiş, geçmiş zamanların, tarihe gömülmüş devir ve karakterlerin dünyasına yaptığım yolculuklar; keyifli, huzurlu iseler rahatlatıyor, hicran ve trajediyle yoğrulmuşlarsa kendi zamanım ve ülkem adına şükran hissi ile teselli yaratıyor, “Beterin de beteri var. Allah beterinden korusun.” dedirtiyor. Zaten zorluklar, yıkımlar karşısında en büyük direnç kaynağım hep kendi aile geçmişimin hikâyeleri ve ceddimin çok daha korkunç ve zor yıkımlarda, kaotik ve trajik durumlarda sarsılmaz vakur dayanıklılığı olmuştur. İşte, şimdi yine benzeri bir duygu ihtiyacında, sahiplerinin her birinin çok uzun zaman önce bu dünyadan göçtüğü bir yaşanmışlığın şahidi ve delili olan evraklarla yolculuktayım.

Haberin Devamı

Kahramanlarımdan birinin 1916 yılında sahiplendiği kahverengi timsah derisi kaplı bir kutunun içindekilerle konuşmaktayım nice zamandır. Daha doğrusu onları dinlemekteyim, merakla, heyecanla, bazen gülümseyerek, bazen gözyaşıyla...

Romanımın satırlarında kadın kahramanımın hatıralarını sakladığı kutuyu açtığını yazarken masamın üzerindeki kutu da kendiliğinden açıveriyor kapağını. Ortalığa gizemli bir masal zamanın aşk ve hasret kokusu yayılıyor. Henüz on sekizinde taze gelin Barones Valentine’in kocası topçu yüzbaşısı yakışıklı Baron Konstantine Clodt von Jurgenzburg ile yazışmaları karşıma çıkıyor. Kahramanlarımın bu mektupları yazarken ve aldıklarında okurlarken benim şu anda bildiğim kaderden ne kadar bî haber olduklarını düşünüyorum da bilmem kaçıncı kez onların hayatlarına bu kadar derinden vâkıf olmamın kaderin o bilinmez yolculuklarından biri olduğuna bir kez daha inanıyorum.

Haberin Devamı

Bolşevik İhtilâli’nin ve 1. Dünya Harbi’nin birbirine kaynayan kaosu içinde...

Bolşevik İhtilâli’nin ve 1. Dünya Harbinin birbirine kaynayan kaosu içinde Kırım’ın Alupka’sında bir pansiyona sığınan Barones Valentine ile yine Kırım’ın Cankoy’unda birliğinde cepheye çağrılmayı bekleyen kocası arasındaki yazışmalar âşık, genç çiftin her doğan gün o gün buluşabilecekleri ümidiyle mesajlaşmalarını ve bir diğerine olan hasret ve sevgilerini dile getirirken, yokluk, hastalık, sadece bir adım ötedeki ölüme inat nasıl bir umutla ve hayâllerle yaşadıklarını okumak hayata ait dersleri sessizce, mürekkep lekeleri arasında vermeye devam ediyor. Mektuplarından birinde; “... süt ve hamurla besleniyorum” diyor Baron Clodt,

Igor Severean yüzyılın başında Rusya’da ‘Dekadans’ akımına bağlı popüler bir şair ve 1. Dünya Savaşı’nın en kanlı günlerinde bile hayata, umuda dar yazdığı şiirler sebebiyle çok eleştirilmiş. Ama genç baronun mektuplarından öyle anlaşılıyor ki; ölümün nefesi ensesindeyken dahi onu hayata bağlı tutan iki şey var; biri cephenin uzağındaki aşkı; karısı Valentine, diğeri barınakta avucunda tutup okuyabildiği şiir kitabındaki yaşamı çağrıştıran dizeler.

Haberin Devamı

Elimin altındaki eski zaman kokulu kutuya bakıyorum ve neler değişti diye soruyorum: Neredeyse hiç bir şey. Savaş, vahşet, tatminsiz, doyumsuz devlet adamları, arsız politikacılar, milletini esir alan veya esir vermeye hazır siyasetçiler, “Kan! Savaş!” çığırtkanları ve hâlâ güzel ve sade kalan şeyleri anlatıp yaşamı hatırlatmaya çalışanlar... Nitekim Igor Severean’ı kan gölünün ortasında niye kan yazmıyor diye eleştirenlerin benzerleri bugün de yaşamakta. “Bunca ölüm, vahşet varken nasıl hâlâ sevgiden, aşktan söz edersin?” diyenleri duymadım değil bugüne dek. Bunları düşünürken kutunun en dibindeki ipek mendili açıyorum. İçinden Rus Çarlığı’nın Melitopol’daki 1. Tank Bölüğü, 3. Birlik’inden Yüzbaşı Baron Clodt’un dağılmış apoleti, üniformasından üzerinde yer yer çamurlar kurumuş parçalar, topçu birliğinin arması, isminin baş harfleri ve Çarlık kartalıyla işlenmiş mineli brövesi, kokartları...

Haberin Devamı
DİĞER YENİ YAZILAR