Çanakkale’yi anlamak

Bir 18 Mart’ı daha geride bırakırken milletçe Çanakkale’yi ne kadar anladığımızı sorgulamadan edemiyorum. Çanakkale’nin omuzlarında tarihin nasıl bir hikâyesi, sırtında nasıl acı bir yükü, topraklarında kimlerin kanı, parçalanmış bedeni olduğunu yüreğinde hissederek anlayan, o günleri görmese bile damarlarında hisseden, yaşayan ve anan kaç kişi vardır... Evet, hamasi nutuklar hâlâ atılıyor, adı kutlama ise kutlamalar yapılıyor ama gördüklerimin, duyduklarımın hiç biri bence Çanakkale Savaşı Destanının hakkını verecek düzeyde değil. Gittikçe azalan bir coşkuyla kutlanıyor, devlet büyüklerimizin Çanakkale destanıyla ilgili ifadeleri tarihi salt dinselleştirmek üzerine yoğunlaşıyor.

Çanakkale’de yazılan destanın ardında yatan, ana sebebi, başlangıcı olan; Mustafa Kemâl’in askeri dehası, taktik kabiliyeti, cesareti, azmi, milletinin de, düşmanının da ruhunu görecek kadar ileri zekâsı ve hepsinden önemlisi bağımsızlığa olan sarsılmaz tutkusu son zamanlarda sanki neredeyse hiç yokmuş sayılırken İngilizlerin büyük devlet adamı, politikacısı Sir Winston Churchill’in şu sözleri, milletinin anlamaktan uzaklaştığı büyük Atatürk’ü hatırlatsın isterim. O burnundan kıl aldırmayan, iddialı, gururlu, mağrur Churchill demiş ki:

Haberin Devamı

“Şu anda mağlubiyeti bütün damarlarımda hissetmekteyim. Çok üzgünüm! Oldukça mutluydum, umutluydum. Daha düne kadar Çanakkale bizimdir! diyordum. Çünkü savaşı kazanmak için; askeri, parayı, cephaneyi, her şeyi hesaplamıştım. Hepsinde çok üstündük. Mutlak yenecektik. Yalnız bir şeyi hesaba katmamışız: MUSTAFA KEMÂL’İ. Bağrımda İngiliz gururu olmasa, Türkleri alnından öpmek, onları ayakta alkışlamak isterdim.”

Çanakkale’yi anlamak

Gebe dağlar Türk doğururken

Düşmanı olan generaller, komutanlar tarafından bile savaş meydanındaki dehası hayranlıkla övülen Mustafa Kemâl’in askerlerinin can siperane, gözü kara, ölümü yoldaş bilerek savaşmaları kadar tabii bir savunma cesareti olamazdı.

Çanakkale’den günümüze kalan nice anı notlarından birinde, General Hamilton’un 25 Nisan 1915’de yazdığı şu satırlar 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemâl’in emrindeki Mehmetçiklerimizin akınlarını şöyle tarif ediyor: “Gebe dağlar Türk doğurmakta devam ediyor. Bizim mevzilerimizin en yüksek ve en merkezi yerine birbirini kovalayan dalgalar halinde yükleniyorlar.” Evet Çanakkale’nin gebe dağları bir yandan Türk doğururken, bir taraftan da gencecik fidanlarımızın parça parça bedenlerini yutuyor, onların kanıyla sulanıyordu.

Haberin Devamı

“Ölüme karşı nasıl bir direnme? Bunu sözle veya kalemle anlatmak mümkün değil...” demiş Mülâzımevvel Hasan Dursun hatıratında. “Ön hatlar devamlı olarak eriyor, geriden taze, daha bıyığı bitmedik ihtiyatlar alelacele ön hatlara süzülüyordu...” ve Dursun bu süngülü saldırı esnasına bir şarapnel patlamasıyla sol tarafında kavurucu bir sıcaklık hisseder. Hücum şevkiyle bir kaç adım daha atar ve kendini kaybeder. Gözünü açtığında sol kolu artık yoktur ve henüz yirmi yaşındadır. “Ben çok şanslıydım, döndüm. Aslan gibi ne kıymetler gitti, ne babayiğitlere kıyıldı.” diye yazar notlarında.

Haberin Devamı

1915’de üç lise; Galatasaray, Darüşşafaka, İstanbul Erkek Liseleri mezun veremez. Evlâtlarının hepsi cephede şehit düşmüştür. Yüzbinden fazla öğretmen, mülkiyeli, tıbbiyeli ve Türk Ocakları’ndan yetişmiş aydınımız erir yine Çanakkale Cephesinde.

Savacı Tepesi’nin akif komutanı

Van’ın Yörükoğulları’ndan Bayramoğlu Akif’de henüz on yedisinde Kuleli Askeri Lisesi talebesidir. Çanakkale’dedir arkadaşlarıyla birlikte. Eriyenlerin yerine gönderilen küçücük fidanların bölük komutanı olduğunda on sekizindedir. Bölüğüyle birlikte can siperane, kelle koltukta savundukları Savacı Tepe’sinin adını alır yıllar sonra soyadı kanunu çıktığında. Sadece bir tepenin değil, o tepede kanını dökmüş, canını vermiş nice arkadaşının, askerinin hatırasını taşır isminde, öğretmen albaylıkla sürdürdüğü hayatınca.

Hasan Dursun “Kolsuz hayat nasıl olacak?” derken, komutanının kendisine fotoğrafından âşık olmuş kızıyla evlenir ve Cumhuriyet döneminde otuz iki sene devlete hizmetinde ülkeler dolaşır.

Kaderin garip cilvesi, Mülâzımevvel Hasan Dursun’un cepheden arkadaşı Akif de bir ev ziyaretinde Dursun’un kızkardeşi Saadet’e abayı yakmış, güzeller güzeli Saadet de karşılıksız bırakmamıştır bu aşkı. Büyük bir şans eseri her ikisi de Çanakkale’den sağ dönen iki arkadaş akraba olurlar böylece. Bir 18 Mart daha geride kaldı. Akif Savacı’nın adına yazılmış ferman, onun Kafkas tören kılıcı ve üniformalı fotoğrafı duvarda, Kurt Seyit’in cepheden fotoğrafı ile yan yana, hâlâ canlı, evimizde yaşamaktalar. Sevdiceğimle beraber dedelerimize dualarımızı gönderiyor, cetlerimizde bu toprakları, bağımsızlığı bize hediye eden büyüklerimiz olduğu için gözlerimiz yaşlı, gurur doluyoruz.

Haberin Devamı
DİĞER YENİ YAZILAR