Ali Özgentürk’ün yeni filmi!

Haberin Devamı

Filmin hikâyesindeki karakterler; mahallenin iç geçirilen çok güzel, çok genç ve gelenekleri hiçe sayan hoppa ebesi, ecdadının katillik-canilik sicilini gizlemeye uğraşan, şehrin egemeni olmuş belediye başkan adayı, üç kızın annesi tren kondüktörü, Çin’e giden kocasının bir gün dönüp geleceği umudunu beyaz yalanlarla diri tutmaya çalışan genç kadın, üniversitede öğrencilerine “adaleti aşkla aramanın”; kirlenmeyi, yalanı, dolanı, hırsızlığı, soygunu, haksızlığı, katilliği önleyeceği inancını aktaran üniversite doçenti, gelenek ve yasalar istiyor diye değil kendisi istediği için hamile karnında taşıdığı çocuğu doğurmaya kararlı kocasız kız, oğlunu trafik kazasında istemeyerek kendi öldürüp hayatını sağ kalan torununu uzaktan görebilmeye adamış babaanne...

Çocuk oyuncu...

Savcı oyuncu...

Polis müdürü oyuncu...

Filozoflaşmış eksantrik mirasyedi oyuncu ve diğer bütün oyuncuların canlardığı karakterlerin psikolojisinin seslerle, renklerle buluşturulması...

Ortasından Porsuk Nehri geçen Eskişehir kentinin dekor olarak kullanılıp; köprülerin, müze binalarının, tarih kokan eski evlerin, caddelerin, parkların, parklardaki ağaçların, meydanlardaki heykellerin de renkler ve seslerle olağanüstü güzel uyumlandırılması...

İşte sinema bu!

Senaryonun kurgusu!

Seslerin hikâyeyle uyumu!

Renklerin dekorla kucaklaşması!

Osmanlı dönemindeki “Kadı Defterleri”nde geçen bir cinayet olayından yola çıkıp, günümüze bağlanan “Yengeç Oyunu” filmi, insanın bilinç dışındaki “adalet arayışına olan ihtiyacı” sinema diliyle uyarıyor, uyandırıyor. Film, izleyicisine “adaleti aramak” küllenebilir, küllendirilebilir fakat yok edilemez gerçeğini anlatıyor. Galası Eskişehir’de Anadolu Üniversitesi’nde yapıldı.

Ekran sahteciliği yok.

Kaba propaganda yok.

Telkin yok. Küfür yok.

Şiddet, kan, ölüm yok.

Cinsel iştahı tahrik yok.

Küfürle boşalım yok.

Ama iyi bir sinema var.

Çok iyi bir sinema!

Işıklar sönüp gösterim başlayınca beyaz perde karşısında pasifleşip bir tür “hipnoza” uğrayan seyirciyi, düştüğü yalnızlıktan kurtaran bir film. Akan her karede seyirciye şu şiddetli uyarımı veriyor: Büyük şehirler kurmuş olun; görkemli gökdelenleriniz, plazalarınız, hızlı trenleriniz, süpersonik uçaklarınız; çok lüks pahalı evleriniz, yatlarınız, kotralarınız, bilgisayarlı, cep telefonlu hayatınız olsun, arkanızda size inanıp yüksek oylar yağdıran halk, iki dudağınız arasından çıkacak tek kelimenize göre hareket edecek emniyet müdürleri, jandarma komutanlarımız da bulunsun; adaleti arama duygunuz körelmiş, körleştirilmiş, küllenmiş, küllendirilmiş ise siz bir hiçsiniz.

Bu filmde şöhret yok.

Ünlü oyuncu hiç yok.

Dizi filmlerinden fırlamış, çok tanınan, arkasından milyonları sürükleyen aktörler-aktrisler bulunmuyor. Ali Özgentürk, oyuncularını isimsiz-şöhretsiz yeteneklerden, Eskişehir’deki 2 konservatuarın son sınıf öğrencilerinden seçmiş.

Bu filmde:

Oyuncular iyi.

Hayal ve gerçek.

İki kuma gibi.

Birbirlerini kıskanırlar, çekemezler; hasetlik de duyarlar, fırsat bulduklarında biri öbürünü yok etmeye girişir.

Ali Özgentürk yeni filminde hayal ile gerçeği; kurgunun gücü, renklerin, seslerin büyük uyumu ve isimsiz-şöhretsiz oyuncularının yüksek oyun gücüyle buluşturmuş. “Yengeç Oyunu” nu izleyince seyircinin, yeniden yerli rejisörlerin “hayal ile gerçeği uyumlandırmasından” çıkma Türk sinemasına neden bu kadar yüksek ilgi duymaya başladığını daha iyi anlayabiliyorum.

DİĞER YENİ YAZILAR