Yaşanmış ve iyi yazılmış bir aşk hikayesi!

Haberin Devamı

Deniz feneri ışığında fakir fukara ve garip guraba için toplanan yardım paralarını (bağış) dişleyen “sadaka soygunculuğunun” Almanya’da suçüstünde yakalanmasının ışıklı rüzgarı Türkiye’ye doğru geliyor. Bu rüzgar, Türkiye’ye ulaşınca şimşekler çaktıran fırtınaya dönüşecek ve kendini çınar zanneden söğüt ağaçlarını da kökünden sallayacak.

Sarsacak.

Halk aptal değil.

Gerçeği görecek.

Biz de yazmaya devam edeceğiz. Bugün de Pazar. Bu topraklarda sadece “sadaka soygunculuğu” yapılmıyor, sadece “şişirme aşk romanı” da yazılmıyor. Bu topraklarda yaşanmış ve iyi yazılmış nice aşk hikayesi var. Onlardan biri de müzisyen Hacı Saddulah Ağa’nın bir Çerkez güzeline olan aşkıdır.

İşte aşk.

İşte anlatım.

***

“Çavuş Mülazımı olarak Enderun’a girip oradaki muallimlerden musiki tahsil ederek çavuş olduktan sonra Saray’da yapılan küme fasıllarına, mehtaplı gecelerde Boğaz’ın münevver sahilleri arasında saltanat kayıklarındaki ahenk ve zemzemeye iştirak ederek nice zamanlar padişahın (III Selim) musahipliğinde bulundum.

Beyhan Sultan (III Selim’in kız kardeşi) bir gün kendi saraylılarını yetiştirmek, onlara musiki talim ettirmek için biraderinden bir usta rica ettiği zaman, Sultan III Selim Efendimiz Hazretleri, musiki bilgim yanı sıra sert ve namuslu mizacım hesabiyle hakkımdaki itimade binaen olsa gerek hemşiresi Beyhan Sultan’ın Harem-i Hümayunu’nda bulunan cariyelere musiki talimine bendenizi göndermişti. Böylelikle haftada bir-iki gün Arnavutköy Akıntıburnu’ndaki Beyhan Sultan Sarayı’nın yaldızlı kubbeli, içinde esrar ve evham dolaşan loş divanhanelerinin birinde musiki meşkleri yapılır, narin vücutlu, ürkek edalı, ipek şalvarlı Çerkez güzelleri karışıma dizilirlerdi. Geçtiğim eserleri billuri sesleriyle okurlar, o yüksek kubbeleri derin ve ilahi terennümleriyle doldururlardı. Sonra ders bitince adeta vahşi ve güzel bir gazel sürüsü gibi sarayın sessiz derinliklerinde kaybolurlardı.

***

Yine bir gün hep beraber yükselen billuri ahengin bir köşesinde kırık bir ses, sanki ağlayan bir name işittim. Bu sesin kaynağını bulmak için o tarafa çevrilen nazarlarım, bana bakan baygın, şuh iki ela gözle karşılaşmasın mı? Bu gözlerde musiki ile birleşerek konuşan öyle hürmetkar ve meftun bir mana, öyle ümitsiz bir iştiyak titriyordu ki neye uğradığımı şaşırarak derhal gözlerimi başka bir tarafa çevirmiştim, fakat olan olmuştu. Genç saraylı da ümitsiz aşkını ifşa eden o güzel gözlerini mahçubiyetle kaçırdığı halde bu renkli nurlardan akan cazip seyyalenin büyüsünden kurtulamamıştım. Ancak kuytu köşelerdeki sık kafesler arkasında gizlenmiş meraklı gözler bu masum sırrımızı pek çabuk ele verdi.

Böylelikle Beyhan Sultan, bu aciz kulunu derhal sarayından uzaklaştırdı, derslere son verdi. Hiddetini teskin edemeyerek başımın vurulması için padişaha rica ve ısrara başladı. Padişah efendimiz de gazaba gelerek idamımı ferman buyurmuşsa da idam hükmünün infazında acele edilmemesi uygun görülmüş, hapishaneye konulmuştum....”

***

Aşk hikayesi böyle akıyor...

Sonunda ne oluyor?

Aşığın başı vuruluyor mu?

Çerkez kızına mı kavuşuyor?

Ben yazmayayım.

Anlatım lezzetini tam olarak yansıtamamaktan korkarım. Siz çok lezzetli yazılmış ve yaşanmış bir aşkı okumak isterseniz Emine Çiğdem Tugay ile Mehmet Selim Tugay adlı iki araştırmacının yazdığı “İzzetabad Kasrı-Akıntıburnu’ndan Akıp Geçen Zaman” adlı kitabı bulun, Müzisyen Hacı Sadullah Ağa’nın aşkını okuyun... Edebiyatta cinsellik okumak istiyorsanız Anadolu topraklarının yetiştirdiği halk şairi Karacaoğlan okuyun. Porno kalıpları zorlayan edebiyat yüklü cinsellik okumak istiyorsanız Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Nasrettin Hoca Hikayeleri’ni bulun.

Edebiyat amigoluk sevmez.

DİĞER YENİ YAZILAR