Mutsuz İstanbulluyu kim tedavi edecek?

Haberin Devamı

Yerel seçimler yaklaştığı ve yeni belediye başkanlarımızı seçme arifesinde olduğumuz bu günlerde şunu düşünmeye başladım...

Koca bir şehir ki neredeyse herkes mutsuz. Herkes öfkeli, herkes sinir krizinin eşiğinde. Sıradan bir İstanbullunun hal ve davranışlarını listeleyip Amerikalı bir psikiyatriste göstersen “çok çok acil ‘öfke kontrolü’ ve ‘antidepresan’ tedavisine başlaması gerekiyor” diye not düşer. Harbiden normal değiliz. Hiçbir zaman olmadık ama artık iyice ayyuka çıktı. Avrupa’da aynı şekilde çalışsalardı, İstanbullu taksicilerin hepsinin ehliyeti “öfke kontrolü yapamadığı” gerekçesiyle bir daha geri vermemek koşuluyla alınırdı.

Bir şehrin yaşanılır olmasının elbette en önemli koşulu alt ve üst yapısının düzgünlüğüdür. Avrupa’da bu taksicilerin hemen hemen hepsinin ehliyetleri “aşırı öfkeli davranış” nedeniyle alınırdı evet ama oradaki hiçbir taksici de bu çıldırtıcı trafikle boğuşmuyor. Güzergâhı üzerinde illa ki gözlerini ve ruhunu dinlendirebileceği bir yeşillik, bir açık alan oluyor. Günde 12 saat aralıksız, üstelik çok az bir kâra çalışmıyor..

Ancak yine de şunu söyleyeyim: Sebepli veya sebepsiz karşındakine düşmanca davranmak “bulaşıcı” bir şey ve İstanbul bu “salgın hastalıktan” kıvranıyor durumda. Öfkeli ve egoist olmak bir İstanbul tarzı oldu. Her hangi bir aksaklıkta söze “kavga” ile başlamak normal kabul edilir oldu. En şık, en lüks, en pahalı restoranda veya mağazada bile, dünyanın parasını veriyor olsan bile alıp alacağın her yeri dökülen gecekondu bir nezaket. O da ilk anlaşmazlıkta anında buhar olur gider. On binlerce AVM’miz, sevimsiz suratsız yardımsevmez “maaaalesef haaanfendi”ci tezgahtarlarla dolu. Bir önceki müşterinin dedikodusunu iş arkadaşıyla bağıra çağıra yapar, senin bundan alınabilme ihtimalini ise hiçe sayar.

Ve bu “kavgalı hal hastalığı” sınıf ayrımı da yapmıyor. Eğitimli eğitimsiz, zengin fakir, dindar, dinsiz, kadın erkek, yaşlı genç herkesi pençesi altına almış durumda. Sadece trafikte değil! Her an, her yerde, her koşulda. Cenazede kavga edebilen insanlar olduk. O derece.

***


Peki ne yapmalı?

New York, 90’lara kadar dünyanın en kaotik şehriydi. Suç kol geziyordu. Geceleri sokağa çıkmak için insanın aklını peynir ekmekle yemiş olması gerekiyordu. Şehir bilhassa 90’lı yıllarda yaşanılmaz bir yer haline gelmişti. Sokaklar çöp yığınlarıyla doluydu. Her yerde porno ilanları vardı. Fuhuş almış başını gidiyordu. Uyuşturucu gayet rahat satılan ve kullanılan bir şeydi. Havası kirli, suyu kirli, insanı kirli, bakımsız bir şehirdi. Ve en kötüsü herkes herkesten şüpheleniyor, herkes herkesi düşmanca görüyordu.

1994’de belediye başkanı Giuliani oldu. İlk olarak polis gücünü anormal bir şekilde arttırdı ve suçla mücadele etti. Şehri temizledi. Hem suçtan, hem çöpten, hem dilencilerden, hem uyuşturucudan, hem bakımsızlıktan, hem vandalizmden... Şehrin birçok yerinde “kentsel dönüşüm” başlattı. Çok eleştirildi ama New York 2000’lerde gelindiğinde başka bir şehir oldu. ABD’nin en güvenli büyükşehirlerinden oldu.

Ancak mesele sadece bu değildi. Şehirdeki bu muazzam değişime insanlar da katkıda bulundu. “Daha nazik, daha dostça, daha güler yüzlü bir şehir yaratalım” kampanyaları başladı. Kamu spotları, reklamlar bu fikir üzerinden yürüdü. 2001’deki korkunç saldırı ve İkiz Kulelerin yıkılışından sonra da “dayanışma”nın ne kadar önemli olduğu çok daha iyi anlaşıldı.

Başımıza böyle bir felaket gelsin demiyorum. Allah Korusun. Ancak bu yaz Gezi ile beraber bir aycık bile olsa çok farklı, çok nazik bir İstanbul olabileceğini gördük.

Demek istediğim şu: Bu şehrin yollara, mollara, rahat bir trafiğe ihtiyacı var elbette ama daha çok ihtiyaç duyduğu “nezaket”. Bir belediye başkanı da keşke bunu vaat etse...

DİĞER YENİ YAZILAR