12 Eylül’de ne yapıyordun?

Haberin Devamı

Hayır, bu soruyu birbirimize sormadık. Ne yaptığımız, nerede olduğumuza dair benim kuşağın vereceği cevaplar gayet önemsizdi zira. Ne yapıyordun? İzmir’deydim, ilkokuldaydım, sabah annem, “kalk, darbe oldu!” diye uyandırdı, anneme “darbe ne?” diye sordum. Sonra? Sonra tipik bir İzmir kalenderliğiyle, kolunun altına ekmek koyan herkes “sorarlarsa ekmek almaya çıktım derim” diyerek sokağa çıkma yasağını bir güzel deldi. Ama İzmir’de “hemşerim, nereye?” diye soran da olmadı zaten..

Bu kadar. Sonra öğrendik. Yarım yamalak. Bazılarımız ise hiç öğrenmedi.

Elimde 3 adet 12 Eylül kitabı var. Tam da bugüne sakladım yazmak için. Çünkü bugün o günün 30. yıldönümü.

Haşim Akman “Otuz Yıldır 12 Eylül, Yaşayanlar Anlatıyor” diye bir çalışma yapmış. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Nefes kesici! Daha “Unutmak için hatırlamak: İfade-i meram” başlığını verdiği önsözünü okurken bir anaforun içine girdiğimi hissettim. Sanki dün olmuşçasına canlı anlattığı (sıkı ve aktif bir solcu olarak) kendi 12 Eylül hikâyesiyle anında kitaba mıhladı beni.

Tam 20 kişiyle konuşmuş Haşim. Yirmi 12 Eylül tanığıyla. Sol cenahtan Türkiye Komünist Partisi (TKP), Türkiye İşçi Partisi (TİP), Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Devrimci Yol, Devrimci Sol, Kurtuluş, Türkiye İşçi Köylü Partisi (TIKP), Türkiye Devrimci Komünist Partisi (TDKP), Türkiye Komünist Partisi Marksist Leninist (TKP-ML) ve Birikim çevresi ile sağdan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Ülkü Ocakları, İslamcı hareketten de Milli Türk Talebe Birliği’nin (MTTB) o günlerdeki temsilcilerine çok mühim sorular sormuş. 1- Neden oldu?, 2- Önlenebilir miydi?, 3- Günümüzün sorunları 12 Eylül ürünü müdür? 4- Keşke yapmasaydık dediğiniz bir şey var mı?

Bu isimlere ilaveten (beni daha çok ilgilendiren) 12 Eylül!den sonra gelişen kadın hareketine girmiş Haşim Akman. Filiz Koçali ve Ayşe Düzkan çok çarpıcı tespitler yapmış.

Fakat Sırrı Süreyya Önder’in anlattıkları çok yürek yakıcı. Kürt sorunu (veya Türk sorunu demek daha mı doğru?) nasıl başlamış pek güzel anlıyor insan.

***


İkinci kitap tek başına bir 12 Eylül kitabı değil. Mine Söğüt, “Darbeli Kalemler” adı altında 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri müdahalelerinin hemen ardından anlı şanlı kalemlerin yazdıkları makaleleri derlemiş.

60 darbesinden sonra yazılanları okumak doğrusu beni hayli sarstı. Aziz Nesin dahil, yazarların bu denli “mutlu” olması hakikaten şaşırtıcıydı. Menderes’in yazılarda aktarılan diktatöryel tavrı ve ona duyulan büyük nefret ister istemez günümüzle bir bağ kurmama neden oldu. Bugün darbe olsa, virgülünden, noktasına tıpa tıp aynı yazılar çıkacaktır bazı kalemlerden. Çıkıyor da..

Fakat yazıları okumaya devam etmek gerekiyor. 60 darbesinde mahcup davranan kalemler 71 darbesinde pek cevvalleşmiş. 1.sini pek onaylayan kalemler 2. ve 3.lerde farklı yazmış. Bugün darbeye bütün kanıyla karşı olanların ise 12 Eylül’ü öpüp başlarına koyduklarını da görüyoruz. “Darbeler karşı olduğuma yapılıyorsa iyidir, bana karşı yapılıyorsa kötüdür” anlayışında gram oynama olmamış.

***


Üçüncü kitap ise Akın Bodur’un “Dört İdam. Bir Tanık” kitabı. Önsözünü okurken anladım ki Akın’la hemen hemen yaşıtız. Ekmek almaya çıkmış o da o gün.

Akın, 12 Eylül’ü çok daha noktasal incelemiş. Adana’da dört mahkumun idama giden sürecini 28 yıl sonra konuşan bir idam gözlemcisinin tanıklığında incelemiş. Kimdir bu 4 genç, neden idama mahkum oldular ve... Tüm çirkin çıplaklığıyla infaz...

Bilmek gerekiyor. Haşim’in dediği gibi: “Unutmak için hatırlamak”

DİĞER YENİ YAZILAR