Kürt kediler, Çingene kelebekler

Haberin Devamı

2010 yılına girdik ve İstanbul artık bir adet kültür başkentinden biri. Kültür başkenti olmak ne işe yarar, yenilen içilen bir şey midir, koyunlara bir faydası var mıdır bilen var mı? Basın toplantılarına katılan basın mensupları dışında anladığım kadarıyla pek yok. Televizyonlarda bir tanıtım dönüp duruyor, Kız Kulesinin yerinde Galata Kulesi, Atatürk Kültür Merkezi’nin yerinde Haydarpaşa, Boğaz’da bir Ayasofya...

Haftalardır izliyoruz her seferinde “e ne bu şimdi dediğimiz?” bir tanıtım filmi.. Ne denmeye çalışıldığını açıkçası hâlâ anlamadık. Gidin bu binaları ziyaret edin mi denmek isteniyor, bizim ajans (kim yaptı tanıtım filmini bilmiyorum) çok iyi fotoşop yapıyor, gelin bizim müşterimiz olun mu denmek isteniyor veya başka bir şey mi cidden anlamadık. Okurlarım arasında varsa anlayan beri gelsin. Açıklarsa çok mutlu olurum.

***


Ben size şimdi bir kitaptan söz edeceğim. İstanbul’un 2010’da Kültür Başkenti olmasının şerefine (mi diyelim?) Heymola Yayınları’nın “40 yazardan 40 mahalle” dizisinden çıkmış bir kitap:

“Dolapdere - Kürt Kediler, Çingene Kelebekler”

Yazarı Mine Söğüt.

Mine’nin anlatmayı seçtiği mahalle Dolapdere. İstanbul’un belki de en karanlık, en ürkütücü ve en netameli mahallesi.

Hiçbir şey ummadan, hiçbir şey beklemeden okumaya başladım. Elimden bıraktığımda sabahın beşiydi ve bitmişti.

Bir mahalle üstelik Dolapdere gibi belalı bir mahalle bu kadar mı güzel anlatılır!

Bir tarih, bir dönüşüm bu kadar mı güzel yedirilir hikayelere!

Kitap bittikten sonra ben ne okudum dedim kendi kendime. Okuduğum Türkiye’nin son 80 yılıydı. Hap kadar kitapta 80 yıl saklıydı.

Dolapdere’nin gibi görünen o koca değişim aslında Türkiye’nin hikayesi, Türkiye’nin tarihi. Ama işte okullarda okutulmayan tarihi. Ama yine önemli bir farkla muzafferlerin değil mağlupların hikayesi. Tutunamayanlarının... Göçerlerinin... Gidenlerinin... Gelenlerinin ve hep kalan serseri kelebeklerinin hikayesi.

Alın okuyun derim. İstanbul’un Kültür Başkenti olmasının en azından edebiyata bir katkısı olsun..


***



40’ımda öğrendiklerim / Okurlardan

“Rehberim ve işim insanları yurtdışına götürüp gezdirmek.

40 yaşıma kadar insanların bilgiye aç olduğunu, bildiklerimi aktarmanın bir insanlık vazifesi olduğu fikrinde direniyordum.

40 yaşıma Kahire’de, yine bir grup insanla girdim. Ve o gün kafama dank etti. İnsanların büyük çoğunluğu inanılmayacak kadar sığ. Ezici ve sıkıcı çoğunluğu gözüyle gördüğü ile yetiniyor. Merak eden, öğrenmek isteyen, anlattıklarımı ilgiyle dinleyen, başka sorular da soran beş yüz kişide bir. Üstelik benim muhatap olduklarımın hemen hemen hepsi de üniversite mezunu. O günden sonra yarı yarıya daha az anlattım. Aynı şekilde dostlarıma da anlatmayı kestim. Bir buçuk yıl oldu kimse şimdiye kadar şikayet etmedi. Ben kendimi niye bu kadar yıldır öğretmeye adamışım ki... Çok gereksiz bir çabaymış. Ahmet Z.”

DİĞER YENİ YAZILAR