Bir tembelin haince zevk aldığı anlar

Haberin Devamı

Sevdiğim havalar başladı. Evet bazıları gri ve puslu havaları sever. (Yazık ki aynı zamanda bir “kurt” değilim. Benim ki tamamen boş bir sevgi. Anneler babalar tarafından “nasıl kurt olunur?” derslerinin henüz verilmediği çağdan kalmayım.)

Bu gri havalar bende tuhaf bir çalışma isteği uyandırıyor. Gökyüzüne bakıp bakıp “evet tam çalışma havası” diyorum. Yaratıklandıracağım romanları, filmleri, senaryoları falan düşünüyorum. Evet diyorum, zamanı geldi. Gün bugündür. Daha ideal bir çalışma havası olamaz!

Çalışıyor muyum peki? Hayır. Ama bir tembelin de kendini teselli etmesi lazım. “Çalışmak istemiyor olup çalışmamak” ve “çalışmak istiyor olup çalışmamak” tümüyle ayrı şeylerdir. (Aradaki farkı fark etmiyorsanız sizi ‘haftada sekiz yazı, bir program, bir kitap formatındaki’ çalışkan köşeciler köşesine alalım hemen..)

Netice olarak bir farkı olmayabilir. Ve lakin ikinci önermeden çok istendiği taktirde en azından “istedim, denedim, olmadı” gibi bir sonuç çıkartılabilir. (Netekim çıkartıyorum.) Ve bu da tembel gönlümü bir nebze olsun rahatlatıyor. Zira bütün millet çılgınlar gibi çalışırken, har har har bir şeyler yazarken - (kitapçılar patlayacak bir gün lüzumlu lüzumsuz kitap fazlalığından!) benim hem yapmıyor olmam hem de daha fenası istemiyor olmam, bir nano gramcık dahi olsa vicdan yükü yaratıyordu.

Özetle o vicdan rahatsızlığını yaşamadığım aylara girdik, çok mutluyum. Gene bir şey yapmayacağım ama istiyor olmam bile benim rahatlatıyor. (Neyi istediğimi bile bilmiyorum bu arada.. ama olsun!)

Çalışkanlığın bir gurur meselesi yapıldığı bir devirde böyle bir düşünce tarzı biraz demode değil mi diyenleriniz olabilir. (Hayır asla “bir başarı öyküsü” röp.üne konuk olamayacağım) Ama yalana gerek yok. Çalışmak sevdiğim bir şey değil. Bir mirasyedi olmayı çok isterdim.

Fakat ne zaman Amerika’da falan şirketler batsa, (hem de finans!) hain bir keyif alıyorum. (Şu an olduğu gibi.) Deli gibi çalıştınız, başarı öyküsü röp.lerinde gergin (ve küstah) fotolar verdiniz, bir takım elbiseye 45 bin dolar bayıldınız da ne oldu? Kimseler batmasın tabii (çoluk çocuk var) ama ne olur çalışkanlığın övgüsünü de yapmayalım artık. Ben artık “23 yıldır tatil yapmadım” diyen patronlardan çok sıkıldım. (Ayrıca yalan! Her hafta sonu Bodrum kaçamakları neyin nesi oluyor? Matil mi?) Çalışmak kutsal değil bir gerekliliktir. Hepimiz vazifemizi yapıyoruz. Daha fazla boş vakit olmayacaksa, boş vakitlerde de başka şeyler için çalışacaksak ne işe yarar yaşamak? Bu mudur hayatın manası?

Ev sahibi değilim, olmayacağım da. Zira bu bir tuzak. Bir yandan çalışmanın ne kadar iyi bir şey olduğu pompalanıyor (yine o nefret ettiğim bir başarı öyküsü röp.lerinde) bir yandan deli gibi ev kredisi dağıtılıyor. Niye? En azından 15 yıl boyunca “yetti artık” diyemeyesin diye. Patronuna devamlı “eyvallah” diyesin diye. Çalışma hayatına zincirle bağlı olasın diye. Üç kuruş maaşına itiraz edemeyesin diye.

Kanmamak lazım. Çok ciddiyim! Ne demiş Yıldırım Türker: “Özgürlük sandığımız, köpek gibi çalışabilmek, kullanmaya kışkırtıldığımız, aslında ihtiyacımız olmayan binlerce ürüne sahip olabilecek parayı kazanmak. Tembellik, insanın en insani hakkıdır. Emeğin kutsallığı safsatasına karnı tok olanlar özgürlüğü tanımlamaya en yakın duranlardır.”

(Nöbetçiler! Atın bunu dışarı! Sisteme çomak sokuyor!)

DİĞER YENİ YAZILAR