Eninde sonunda yine homini gırtlak

Haberin Devamı

Arabayı boşaltmamız yaklaşık dört saat sürdü. Arabayla dolaşmanın en acayip tarafı da bu işte: Önüne geleni alıyorsun. Nasıl manyakça alışveriş etmişiz inanılır gibi değil. Mutfakta, salonda, yatak odasında yer kalmadı.

Beraberimizde getirdiklerimizin sadece bir bölümünün listesi aynen şudur:

* Safranbolu Raşitler Bağevi Erhan Hangün’ün hediyesi iki adet ceviz fidanı

* Çamlıhemşin’in Kito yaylası yolunda söktüğümüz üç adet ladin fidanı. (Hem cevizleri hem ladinleri nereye dikeceğiz en ufak bir fikrim yok. Acele bahçe aranıyor!)

* Tokat Taşhan’daki antikacıdan bir adet teneke oyuncak itfaiye arabası. İşin komik tarafı şu: Manita Bey gösterdi bana onu, dedim herhalde çok beğendi, hadi pazarlık yapalım da alalım. Meğer Manita Bey de benim çok beğendiğimi sanmış o da o yüzden pazarlığa oturmuş. Biz birbirimize hediye aldığımızı sanırken al takke ve kulah, kurt antikacı kim bilir ne güzel kazıkladı bizi.. Heh.

* Ardanuç’un Tanzot köyünden bir adet çok enteresan sapı olan sandık. Yolun ortasında bulduk. Her seferden bir sanduka ile dönmek de adet oldu.

* 4 şişe reçel. Portakal reçeli Safranbolu Değirmenci Konak’tan dünya tatlısı Servet Hanım’dan, böğürtlen reçeli Kartalkaya’daki Villa Neva’dan yine dünya tatlısı Nevin Hanım’dan. Öbür marmelatı kim verdi hatırlamıyorum.

* Şavşat’tan bir adet kömürlü semaver. Neden niçin aldığımızı asla ve kata bilmiyorum. Dehşet çirkin bir şey. Var mı kömürlü semaver isteyen? “Seda” marka üstelik.

* Artvin Maçahel’den bir çift “hedik”. Ahşaptan yapılma kar ayakkabısı. Yine neden niçin aldığımızı bilmediğim bir şey. Ama en azından güzeller. Duvara asılır.

* Ordu’dan beş kilo fındık. Evet YUH! Ama dağıtacağız.

* Rize Çaykur’dan 42 nolu Tirebolu çayı. Sıdıkaanımın özel tavsiyesi.

* Bolu Berceste’den bir kilo frig bulguru. Feci tok tutuyor. Oruç tutanlara şiddetle tavsiye ederim. Tecrübe konuşuyor.

* Maçahel’den 2 kilo kestane balı. Nefis ötesi bir şey. İnsanın boğazını yırtıyor.

* Yine Bolu’dan yarım kilo “keş”. Yani kurutulmuş süzme yoğurt. Tereyağında ceviz ile kavurup eriştenin üzerine dökünce ölümcül bir şey oluyor.

* Gümüşhane’den iki kilo “köme”. Dut, bal, ceviz ve sütten oluşan Gümüşhane lokumu.

* Ve yine bir yiyecek: Mudurnu eriştesi.

* 5 tane hamsi şeklinde, iki tane taka şeklinde buzdolabı süsü.

* Fakat esas büyük saçmalık: Giresun Kümbet yaylasından aldığım tuzlu suya basılmış üç kilo orman mantarı. “Oha” demektesiniz, sesiniz buraya kadar geliyor, duyuyorum ama mantarlar o kadar güzel o kadar güzellerdi ki dedim bunu bir şekilde İstanbul’a götürebilmeliyim. Kızcağız hemen gitti içi tıka basa mantar dolu bir bidon getirdi arkadan. “Biz kendimiz için tuzlu suya basıyoruz” dedi “bu vaziyet bir yıl dayanır. Akşamdan çıkart pişireceğin kadarını, koy suya, sabaha kadar atar o tuzunu, soğanda gavuttur, ye.” Bu akşam ilk denemeyi yapacağım. Yarına sağ çıkarsam bu iş olmuş demektir. Çıkmazsam her şeyi boşuna taşıdık demektir. Öleceğim ve mirasım bir çift hedik, üç marmelat, beş kilo finduk olacak.. Peee... Yeğenlerim benden nefret edecek.

***

Durum gördüğünüz gibi tam bir rezalet. Kendimizi komple kışlık erzak toplama işine vermişiz gibi bir durum söz konusu. İstediğin kadar entel dantel ol, elinde kitaplarla bütün tarihi eserleri dolaş falan eninde sonunda yine homini gırtlak işte. Ne diyelim. Sağlık olsun, afiyet olsun da yiyebilelim...

DİĞER YENİ YAZILAR