Oy Ayşeeem Ayşem

Haberin Devamı

Evveli gün Şavşat’ın ve Ardanuç’un yolları hakkında söylediğim her şeyi geri alıyorum. Onlar meğer otobanmış! Korkunç yol ne görmek için Yusufeli’ne gelmek gerekiyormuş.

Yusufeli, Artvin’in güney batısındaki ilçesi. Çoruh Nehri’nin kıyısında, Kaçkarlar’ın eteğinde. 30 yıldır baraj gölünün altında kalma tedirginliği ile yaşayan, vadiler ve zirveler arasında sıkışmış kalmış bir kasaba. Kaçkar meraklısı İsrailliler sayesinde hani neredeyse Kuşadası kadar da turistik olmuş. Turizm rmeyşın ofisleri, irili ufaklı bir sürü otel, rafting tur organizatörleri falan ortalık hayli eğlenceli.

Biz niye buradayız? Ayşemizi ziyaret için.

Ayşe, bizim eve temizliğe gelen dünya tatlısı bir kadın. Ben de Manita Bey de bayılıyoruz ona. Çalışkan, gururlu, namuslu ve tuhaf bir şekilde içimizi açan, bize mutluluk veren bir kadın.

Ayşe, Yusufelili. Ben Artvin taraflarına gideceğim deyip durdukça, bana Artvin hakkında kitap, broşür, dergi getirip durdu kış boyunca. Sonunda öyle denk geldi ki onun memleket ziyareti yaptığı vakit ben de bu taraflara gelmiş oldum.

Onu görmeden dönmek olur mu? Olmaz. Onu kıracağıma kafamı kırarım daha iyi.

Dört beş kere telefonlaştık, hangi köy, Çıralı, hangi mevkii Düzler mevki, nereden çıkacağız, Yusufeli’nden Öğdem tarafına.. falan filan bütün koordinatları aldık. Haritaya da baktım, tamam taş çatlasa bir saatlik yol.

Merkezde ağbisi Lastikçi Mustafa’ya uğradık, dedi “Ayşe’nin oğlunu da katem size de kaybolmayın”. Kaybolmak? Niyekine? Ayrıca 11 yaşında velet mi bize yol gösterecek?

Başladık çıkmaya. Bir yere kadar yollar gayet iyiydi. Sonra doğa da yollar da değişmeye başladı. Ardanuç kanyonunu öpeyim ben. Orası Cennet kanyonuymuş. Esas cehennem burası. Tek bir bitkinin bile bitmediği gipgri korkunç kaya kütlelerinin ortasındaki bir çatlaktan kıvrım kıvrım giden bir yoldan söz ediyorum.. Yol, kayalar oyularak açılmış. Yarım bir tünelden gider gibiyiz yani. Sağ taraf bir uçurum, öyle böyle değil. Güneş de batmak üzere, ortalık iyice korkunç oldu.

Derken yağmur yağmaya başladı. Hafif panik olmaya başladık. Emrullah olmasa bitmişiz. Tek bir tabela yok. Kayaların iyice jilet gibi olduğu bir noktada korktuğumuz başımıza geldi ve lastiği de patlattık. Öyle bir yarılma ki lastikten çıkan fısss sesini duyuyoruz.

Fener ışığı altında lastik değiştireceğiz ama işin kötüsü bu arabanın lastiğini hiç değiştirmedik bugüne kadar. Kriko nerede, yedek lastik nerede tam bilmiyoruz.

İşte o noktada yaşın değil bilginin önemini fena halde kavradık. Ayşe’nin oğlu 11 yaşındaki Emrullah, dayısının yanında öğrendikleriyle 15 dakika içinde lastiğimizi değiştirdi. O talimatı veriyor, Manita Bey yapıyor. O minicik elleriyle nasıl becerikli inanılır gibi değil.

Bir saatte alırız dediğimiz yolu tam 4 saatte aldık. Sonra çıkabileceğimiz en acayip yere çıktık. Kaçkar, Altıparmak, Ziyaret, Kurt, Büyük, tüm zirveleri aynı anda gören muhteşem bir tepe. Sallamayayım ama en az 1000 metre yükseklikte olduğunu tahmin ettiğim bir mezra. Sadece üç ev. Dünyanın sonu işte burası. Buradan ötesi yok...

Ayşem, bizi nereye oturtacağını bilemedi. Üç gündür ha geldik, ha geliyoruz dedik diye bize bir dünya yemek hazırlamışlar. Hepsi minicik tarlalarında yetişmiş sebzelerden. Biber dolma, taze fasulye, bulgur, pekmez, reçel, ev peyniri, benim çok sevdiğim kaba undan yapılma kara ekmek ve “guymak”. İki göz evlerinde, tertemiz yer sofralarında, en fukara halleriyle bizi krallar ve kraliçeler gibi ağırladılar. Daha başka bir şey istesen biliyoruz ki yok. Kışlık, yazlık, bir dahaki senelik her şey önümüzde..

Anneannemden beri ilk defa yer yatağında, “Allah tek yastıkta kocatsın” dedikleri, artık bizim unuttuğumuz o uzun tek yastıkta uyuduk. Balayı çifti de hemen yanımızda. Uykuya dalarken bir gülme aldı beni. İnsanın balayında gelebileceği en son yerdeydik herhalde. Heh.. Onlarınki de şans işte...

DİĞER YENİ YAZILAR