Duygusuz adam!

Haberin Devamı

Başlığı okuyunca aklınıza kim bilir kim geldi?

Ama benim kastettiğim “duygusuz adam”, Zülfü Livaneli’nin son romanının kahramanı...

Ürkmüyor, korkmuyor, sevmiyor, sevinmiyor, acımıyor, tiksinmiyor, üzülmüyor, beğenmiyor, ölümü bile dert etmiyor.

Daha da ilginci, kimselere dokunamıyor!

Kimsenin sevmediği yemekleri yiyor...

Evine kimseyi almıyor...

Hayvanlarla konuşuyor!

Ve böyle bir adam; durup dururken tüm hayatını genç bir kıza açıyor... Bir cinayet hikâyesini çözmeye çalışan, kendisinden çok küçük gazeteci bir kıza!

Sonuçta bu malzemeden öylesine şaşırtıcı, düşündürücü ve sorgulatıcı bir öykü çıkıyor ki; 325 sayfalık roman bir çırpıda okunup bitiveriyor!

Duygu olmasaydı...

Sonundaki teşekkür notundan anladığımız kadarıyla bu romanın temeli, Zülfü Abi’nin hayat arkadaşı sevgili Ülker Livaneli’nin bir sözü ile atılmış:

“İnsanların duyguları olmasaydı her şey ne kadar kolaylaşırdı...”

Acaba öyle mi olurdu?

Cinayet işlenmez miydi örneğin?

İlişkiler dırdır, kapris, kompleks yüzünden bitmez miydi?

İyi de nasıl ilişki kurulurdu ki o zaman?

Duygusuz, tamamen mantık üzerine bir araya gelen, sevgisiz insanlar için daha mı kolay olurdu hayat?

Bu kolaylık; hayat kalitesini düşürmez miydi?

Canımız sıkılmaz mıydı?

Hepimiz ruhsuz yaratıklar gibi dolaşmaz mıydık ortalıkta?

Bir başka deyişle, hayvanlardan farkımız kalır mıydı?

Sorumluluk duygusu da olmayacağına göre; insan nesli tükenmez miydi ya da?

Evet; belki daha kolay olurdu hayat...

Ama ona “hayat” denir miydi işte o bilinmez!

Aslında belli acılardan sonra hepimiz biraz duygusuzlaşmıyor muyuz? Heyecanımızı kaybetmiyor muyuz?

Sevinçlerimiz yıllar geçtikçe daha sönük, matemlerimiz kısa, coşkularımız zorlama olmuyor mu?

Duygularını azalta azalta ölmeye hazırlamıyor mu insan?

Aklınıza gelen...

Başlığı okuyunca, aklınıza gelen “adam”ı düşünün örneğin!

Nasıl zalimleştiğini, hırçınlaştığını, kabalaştığını...

Kadir kıymet bilmeyen; vefası, sevgisi, acıması olmayan, sadece etten, kemikten, kastan oluşan ve kafasındaki saçma sapan hedefe ulaşmaya kilitlenen bir yaratık...

Böyle olsaydık hepimiz... Yani sevmeseydik, sevilmeseydik, dövüşmeseydik hatta tadı olur muydu bu dünyanın?

Kısacası... Kardeşimin Hikâyesi, Zülfü Livaneli’nin bilgisini, hayal gücünü, yeteneğini ve yüreğini bir kez daha ortaya koyuyor...

İnsana dair çok şeyi öğreten bir kitap bu...

Kesinlikle okumanızı öneriyorum.

KARDEŞİMİN HİKÂYESİ (****)

Türü: Roman

Yazan: Zülfü Livaneli

Yayımcı: Doğan Egmont Yayıncılık

Baskı tarihi: Mayıs 2013

Sayfa sayısı: 325

Fiyatı: 19 lira

İnternet fiyatı: D&R 13.99, İdefix 15.20...

Kişisel not: Yazarla abi kardeş kadar yakınız... Yayınevi de benim romanlarımı yayınlayan kuruluş...



Bir avuçtular, ‘deniz’ oldular...

Bugün 6 Mayıs... Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam edilişlerinin 41’inci yıl dönümü...

“Üç Fidan” bu yıl Kadıköy Belediyesi’nin öncülüğünde Caddebostan Kültür Merkezi’nde düzenlenen bir sergiyle anılıyor.

Deniz’in meşhur parkasının...

Hüseyin’in yırtık ayakkabısının...

Oynadıkları iskambil kâğıtlarının, BOM oynunda aldıkları puanları gösteren oyun cetvellerinin...

Son mektuplarını yazdıklarını kalemlerin...

Okudukları kitapların, döneme ait gazete sayfalarının...

Ve Bedri Baykam’ın muhteşem üç boyutlu tablolarının yer aldığı sergi 10 Haziran’a kadar gezilebilecek.

Serginin açılışı nedeniyle bu üç gençlik liderinin yakınlarının ve arkadaşlarının katılımıyla cumartesi günü düzenlenen törende Can Dündar’ın hazırladığı belgesel gösterildi, “sergi kitabı” da katılımcılara dağıtıldı.

Cezaevi çilesini “üç fidan”dan tam kırk yıl sonra çeken Soner Yalçın bu kitap için kaleme aldığı “Bir Avuçtular, Deniz Oldular...” başlıklı yazısını şöyle bitiriyor:

“Bu idealist gençler kendi hayatlarını riske attılar; ama kendi dar dünyevi yaşamlarına sonsuzluğun değerini kattılar, ölümsüz oldular.

O kuşak için ebedi canlılıktı önemli olan, ebedi hayat değil.

Bir avuçtular, deniz oldular...”

Lütfen düşünün:

Bu gençler, ölümlerinden kırk bir yıl sonra bile saygıyla anılıyor ama onları ölüme yollayan savcıyı, idama mahkûm eden hâkimi, Deniz yakalandığında makamına getirtip gururla fotoğraf çektiren dönemin İçişleri Bakanı’nı, bu ölümlerden siyasi zafer çıkaran Başbakan’ı, kararnameyi imzalayan Cumhurbaşkanı’nı kaç kişi hatırlıyor!

Eğer İstanbul’da oturuyorsanız veya gelme olanağınız varsa... İnançları ve idealleri uğruna ölüme giden bu üç gencin ve dava arkadaşlarının mücadelesini bir kez daha anlamak için bu sergiyi görmelisiniz...

DİĞER YENİ YAZILAR