Bir gece... Bir sabah...

Haberin Devamı

Kitap okumaya dalmışım ama televizyon açık...

CNN Türk’te bir grup “aydın”, “Apo’nun Barış Açılımı”nı tartışıyor.

“Tartışıyor” dediğime bakmayın; “tartışma” falan yok aslında... Hepsi “barış” sözcüğü üzerinden “ayrışmaya hizmet” telaşında...

Gözüm okuduğum kitapta; bir ara çok temiz bir İstanbul Türkçesi’yle konuşan bir kadının, sözcükleri vurgulayarak kurduğu cümle yankılanıyor salonun içinde:

“Bugün barışa karşı çıkan Kemalist kesimden insanların acaba kaçı hayatlarında bir kez Diyarbakır’a, Hakkari’ye, Şırnak’a gitti... ‘Bölünmeyelim’ diyorlar ama ‘Bölünmeyelim’ diye tutturdukları yerleri hayatlarında bir kez bile görmüş değiller...”

Okuduğum kitabı fırlatıp, konsolun üzerinde duran uzaktan kumanda aletini alıyorum ve televizyonu kapatıyorum. Ellerimin sinirden titrediğini fark ediyorum.

“Demek ki olay bu kadar basitmiş” diyorum...

“Gittiğimiz, gördüğümüz, yaşadığımız yerler bizimmiş; gerisi umurumuzda bile olmamalıymış!”

Garip sözler

Bu kadın konuşmacı acaba hayatında bir kez bile o bölgelere gitmemiş bir İstanbullu’nun, Ankaralı’nın, İzmirli’nin ödediği vergilerin hangi bölgelerde yaşayan vatandaşlarımız için kullanıldığını ne kadar biliyor?

Manisalı, Çanakkaleli, Sinoplu, Antalyalı, Edirneli gençlerin nerede askerlik, öğretmenlik, hemşirelik, doktorluk, mühendislik yaptığının ne kadar farkında?

Ya da...

Bir New Yorklu, “Canım; California, Oragon, Arizona, Nevada, Montana, Utah, Colorado bize çok uzak... Zaten hayatında kaç New Yorklu’nun yolu bir kez olsun buralara düşer... O yüzden oralar için bizim söz söyleme hakkımız olmamalı” der mi?

Derse anında “vatan haini” ilan edilmez mi?

Gece; kimliğini bile anımsamadığım o kadın konuşmacının tüylerimi diken diken eden sözleriyle kâbusa dönüşüyor...

“Vatan” kavramını bilmeyen bu kadın; aydın olsa ne olur, olmasa ne olur? Böyle düşünmeye çalışarak sakinleştiriyorum kendimi ve birkaç saat uyumayı başarıyorum.

Sabah oluyor ve bilgisayarın karşısına geçiyorum; yazımı yazacağım... Bazı internet sitelerinde birinci haber:

“Meclis’te Anayasa’nın değiştirilemez ilk dört maddesi tartışıldı... AKP’li ve BDP’liler ortak hareket ediyor!”

AKP hükümetiyle, Öcalan arasında MİT aracılığıyla sürdürülen İmralı müzakereleri, TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na “AKP-BDP işbirliği” olarak yansımış!

Bu iki parti ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin, anayasa değişikliklerini denetlemesine de karşı çıkmış... AKP’li Ahmet İyimaya, “Yargıçların milletin temsilcilerinin kararlarını denetlemesi milli iradeye uygun değil” demiş...

İyi de hani “kuvvetler ayrılığı” ilkesi?

AKP’liler ise kurnazlık yapmış:

“Peki; ilk üç maddeyi değiştirmeyelim... Ama bu üç maddeyi ‘asla değiştirilemez’ yapan dördüncü maddeyi değiştirelim...”

Bu arkadaşlar uyanık ya; kendilerinin dışındaki herkes aptal...

Bu sözleri okuyunca; hayatta hiç yapmadığım bir şeyi yapıyorum ve bilgisayarı itiyorum... Yani; ekmek teknemi!

Tam masadan düşüyordu ki; son anda yakalıyorum.

Neden mi yazdım bir gece ve bir sabahlık “kişisel” maceramı?

Birilerinin gece, gündüz demeden tüm değerlerimizi iğdiş etmeye nasıl çabaladıklarını siz de görün diye...

Nereye baksanız; sadece ulusal değil, evrensel değerlere de yönelik topyekûn bir saldırı görüyorsunuz...

Tüm değerler aşağılanıyor, yıpratılıyor, içi boşaltılıyor!

Ve bu ülkenin vatandaşlarının çoğu; okumadığı, bilmediği, görmediği, farkında olmadığı için korkunç bir uçuruma gidiyoruz...

O sırada biri diyor ki, “ABD Başkanı’nın sesini çok özlemişim...”

Günlerce bunu konuşup, muhalefet yaptığımızı sanıyoruz...

Oysa hırsızlar iş başında...

Çalan kaçıyor; bize arkalarından bakmak kalıyor!

GÜNÜN SORUSU

Dördüncü Yargı Paketi kabul edilmişÖ Yasa Meclis’te görüşülürken CHP‘li Ömer Suha Aldan bir önerge vermiş ve “ihaleye fesat karıştırma” suçunun 5-12 yıl olan cezasının 3-7 yıla indirilmesini sağlamış... Sorum kendisine:

Sizin muhalefetten anladığınız, ihale sahtekârlarını korumak mı?



Uyan Türkiye (28)

Ergenekon davası sanıklarından Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu kanser... Ancak yargılandığı mahkemeyi buna inandıramıyor ve bu yüzden tedavisini, kısıtlı olanaklarla cezaevinde sürdürüyor.

Ölümcül uyku apnesi hastası Em. Üsteğmen Serdar Öztürk de “Fatih Hilmioğlu tahliye edilene kadar hastaneye gitmeyeceğim” diyerek tedaviyi reddediyor. Bir aya yakın süredir devleti yönetenlere mektup yazıp bu büyük dramı anlatmaya çalışıyoruz. Bu arada, bu çabaya katılmayan ve destek vermeyen okurlarımız da var elbette...

“Ben bu adamlardan su bile istemem” diyorlar.

Bu kadarla da kalmayıp böyle bir kampanya başlattığım için bana kızıyorlar.

Kusura bakmayın sevgili baylar, bayanlar...

Söz konusu olan hayat ise...

Elimden geleni yaparım...

Çünkü benim gururum, hiç kimsenin hayatından daha önemli değildir!

DİĞER YENİ YAZILAR